Perşembe, Ekim 30, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Zihnimizin ve İnançlarımızın Hayatımıza Etkisi

Gerçek yolculuk dışarıya değil, içeriye doğrudur

Bilinç, bireyin kendisinin ve çevresinin farkında olduğu zihinsel süreçleri kapsayan bir
yetidir. Düşünme, algılama, karar verme ve duyusal farkındalık gibi işlevler bilinçte
gerçekleşir. Kişi bu düzeyde, deneyimlerinin ve duygularının farkındadır.
Bir de farkında olmadığımız bir alan vardır: bilinçdışı.
Hayatımızı biz farkında olmadan yöneten bu kısım, bastırılmış dürtülerin, arzuların ve
travmatik yaşantıların bulunduğu zihinsel alandır. Bilinç düzeyine erişemeyen bu
duygular, bireyin davranışlarını dolaylı yollarla etkiler.
Literatürde “bilinçaltı” kavramı, bilimsel bir psikoloji kuramı olarak Avusturyalı nörolog
ve psikolog Sigmund Freud tarafından ortaya konmuş ve bilimsel tartışmalarda yer
bulmuştur. Psikoloji tarihinde özellikle Freud’un psikanaliz kuramıyla birlikte bilimsel
bir çerçeveye oturmuştur. Ona göre “bilinçaltı”, bilinçdışı kavramını
çözümlediğimizde ortaya çıkan bir alandır.
Freud, bilinçdışını şu şekilde ifade eder:
“İnsan davranışlarını etkileyen en önemli bilinç türü, bilinçdışıdır; yani buzdağının
görünmeyen kısmı.”
Bu görünen bilinç durumlarının gerisinde, çok daha derin ve görünmez bir bölgede
işleyen başka bir yapı vardır. Freud, bilinç kavramını okyanustaki bir buz dağına
benzetir. Buzdağının su altındaki kısmı bilinçaltı, su üzerinde kalan kısmı ise bilinçtir.
Bilinçdışı; insanın bastırılmış duygu, düşünce ve travmalarını sakladığı yerdir.
Freud’a göre insan davranışlarını açıklayan en önemli kısım “bilinç” değil, aksine
“bilinçdışı”dır. Asıl belirleyici olan, görünmeyen derinliklerde saklı olandır.
Özgürleşebilmek ve iyileşebilmek, bastırılmış ve saklı kalan duyguların yüzeye
çıkmasıyla mümkündür.
Bilinç ve bilinçdışının ilişkisini günlük yaşamımızda da görürüz. Birey farkında olmadan
bastırdığı duyguların esiri hâline gelir. Özgür olduğunu sandığı düşünce dünyasında bile
aslında özgür değildir. Ruhsal denge, bastırılmış duyguların farkına varılmasıyla sağlanır.
Köşede sakladığımız duygular, biz fark etmesek de hayatımızı sessizce yönlendirir.
Onların etkisiyle kararlar alır, tepkiler veririz. Bilinçdışı, hayatımızı yöneten gizli bir
güçtür.

Jung ve Bilinçdışı Görüşü

Carl Gustav Jung der ki:
“Bilinçli hâle getirmediğimiz her şey, kader olarak karşımıza çıkar.”
İç dünyamız ve dış dünyamız arasındaki bağlantı tam da buradadır. Jung burada şunu
ifade eder: bireyin ruhsal yapısı yalnızca bilinçten ibaret değildir. Bilinçdışında
bastırılmış duygular, arzular, korkular, geçmiş deneyimler ve daha fazlasının izleri
vardır.
Bilinçdışımızın bize uzattığı bir diğer yansıma da rüyalardır.
Freud, rüyaların bilinçdışının kendini en açık şekilde ifade ettiği alanlar olduğunu söyler.
Rüyalar, bize bir ayna gibi bilinçdışımızdakileri yansıtır. İnsan, yüzleşmek istemediği,
bastırdığı, ötelediği, hiç yaşamamış gibi davrandığı duygularını rüyalarında görür.
Bilinçdışımızdakileri bilince çıkarmadığımız sürece, yaptığımız şeyler bize ne keyif,
ne mutluluk, ne de huzur verecektir.
Yeni bir işe başlayın, yeni bir eve taşının, yeni bir şehre gidin… Ama bunların hepsini
aynı zihinle yaptığınızı düşünün. Neyi değiştirirseniz değiştirin; değişime kendinizden,
yani zihninizden başlamadığınız sürece, o yenilikler size kalıcı bir huzur
getirmeyecektir.
Temizlenmeyen, arınmayan bir bilinçdışı sizi yönlendirmeye devam eder.
Düşünün; bilinçaltınızda saklı tuttuğunuz, geçmesine izin vermediğiniz bir acı… Onu
bastırdığınız sürece, etrafınıza da o acıyı yayarsınız. Bir süre sonra o duygu sizin
karakteriniz, hatta kaderinizin bir parçası olur.
En zor yolculuk, kendimize doğru olandır. Çünkü bu yolculukta “kendimizle”
karşılaşırız.
Bir şeyleri gerçekten değiştirmek istiyorsak, önce kendi içimize dönmeliyiz.
Dış dünyada karşımıza çıkanlar, iç dünyamızın birer yansımasıdır.
Ne kadar bastırmaya ya da yok saymaya çalışsak da bilinçdışında saklı kalan şeyler, bir
ilişkide, bir işte, bir kararda ya da bir tepkide mutlaka kendini gösterir.
Arınmak ve hafiflemek; unutmak değildir.
Yok saymak hiç değildir! Onlarla yüzleşmek, anlamak ve öğrenmektir.
Yüzleşmek bazen acıtır ama gereklidir. Bilinçdışında bastırdığımız sadece kötü anılar
değil, bazen yarım kalmış duygulardır. Tüm bunlar içimizde birer yaraya dönüşür.
Ve bu yaraların en büyük şifacısı aslında yine kendimiziz.

İnançların ve Ruhsal Şifanın Rolü

Fiziksel yaraların şifacısı doktordur; ama içsel yaralar, ruhun şifasına ihtiyaç duyar.
“Doktor yarayı sarar, Tanrı iyileştirir.”
En güçlü şifacı aslında sizsiniz ve inançlarınızdır.
Doktor yalnızca ilk engeli kaldırır; ama asıl iyileşme, zihinle başlar ve ruha, bedene,
kalbe, inançlara ulaşır. Tanrı, bilinçaltımız ve ruhumuz arasında kurduğumuz o bağ, bizi
iyileştirir.
Carl Gustav Jung der ki:
“Dışarıya bakan rüya görür, içine bakan uyanır.”
Kendi içimize dönmedikçe ve uyanmadıkça yaşamımız bulanıklaşacaktır. Şimdi
kendinize şunu sorun: Ben içimde hangi yarayı taşıyorum? Yüzleşin; korkularınızla,
geçmişinizle, saklı kalanlarınızla. Acınız belki tamamen geçmeyecek ama
hafifleyeceksiniz. Ve yaralarınız şifa bulacak. Tanrı, belki de bazen sadece bu yüzden bize
fırsatlar verir: Kendimizi fark edelim diye !
Hayat boyu bu zorlu yolculuk hep devam edecek. Bu yolculukta en zor öğrenci siz, ama
en güçlü öğretmen de yine sizsiniz. Gerçek yolculuk dışarıya değil, içeriye doğrudur.
Kendinizi gerçekten gördüğünüzde, fark ettiğinizde iyileşme başlayacak.
Bilinçdışınızda saklı tuttuğunuz her şey, siz onları fark ettiğinizde ve kabul ettiğinizde
sizi özgürleştirecek.
Gerçek huzur, dışarıda aradığınız kişilerde ya da nesnelerde değil, kendi içinizde başlar.
Tanrı, temiz bir zihin ve hafiflemiş bir ruhla birleştiğinde, dış dünyada da size huzuru
verir.
Albert Camus der ki:
“Karanlığın ortasında bile içimde sönmeyen bir ışık taşıdığımı fark ettim.”
O ışık hepimizin içinde bir yerde var. Biz fark ettikçe, içimize yaklaştıkça o ışık daha da
parlayacak. Karanlığın içinden geçerken aslında kendinize yürürsünüz. Ve o karanlığın
sonundaki ışık aslında sizsiniz.
Unutmayın; kendinizin en büyük şifacısı sizsiniz.

Psycholog Times okurlarına sevgilerimle,

Dilara Vergili
Dilara Vergili
Ben Dilara Vergili. Pamukkale Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünden mezun oldum. İletişim, insan ilişkileri her zaman ilgimi çeken alanlar oldu. Yazmak ise bu ilgimin hem içsel bir yansıması hem de en doğal uzantısı. Üniversite eğitimim boyunca kurumsal iletişimden reklama, sosyal sorumluluk projelerinden tanıtım çalışmalarına kadar birçok farklı alanda proje geliştirme fırsatım oldu. Bu süreçlerde hem yaratıcı hem de stratejik düşünme becerimi geliştirdim. Üniversite yıllarımda iletişim ve medya üzerine birçok makale yazdım ve akademik kariyerimi güçlendirdim. Anadolu Üniversitesi Radyo ve Televizyon üzerine ikinci üniversite eğitimime ise iletişim alanındaki bakış açımı daha da derinleştirmek için devam ediyorum. Şu anda özel bir dil okulunda eğitim danışmanı olarak çalışıyorum. Öğrencilerle birebir iletişim kurarak onların ihtiyaçlarını analiz etmek, onlara en uygun programı sunmak ve bu süreçte onları doğru şekilde yönlendirmek işimin merkezinde yer alıyor. İletişim becerilerimin ve insan ilişkilerinde edindiğim deneyimin bu alanda bana büyük katkı sağladığını görüyorum. İş hayatımın dışında kalan zamanlarımı ise yazmaya ayırıyorum. Yazmak benim için bir üretme biçimi, bir iç yolculuk ve paylaşım alanı. Kişisel gelişim, farkındalık, insan hikâyeleri ve yaşamın içinden kesitler üzerine yazılar kaleme alıyorum. Kendi blog sitemde bu yazılarımı paylaşıyor, aynı zamanda ilk kitabımı yazma sürecimi heyecanla sürdürüyorum. Sözcüklerin bir hayatın yönünü değiştirebileceğine, bir insanın kalbine dokunup içindeki duyguları iyileştirebileceğine inanıyorum. Yazmak benim için yalnızca kelimelerle cümleler kurmak değil; ruhun derinliklerine inmek, insanı anlamaya çalışmak ve ihtiyacı olanlara bir ses, bir nefes olabilmek.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar