Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Aynı Evde İki Yalnızlık

Birlikte yaşamak, birliktelik değildir bazen. Birbirine en yakın insanlar, sadece yan yana yaşamaz her zaman. Aynı çatının altında geçirilen zamanlar, her zaman yakınlık getirmez. Sessizlik bazen huzur değil; bağların koptuğunun, köprülerin yıkıldığının işaretidir. Göz göze gelmeden geçirilen günler, kalpten kalbe giden o yolların ne kadar kapandığını anlatabilir bazen bizlere.

İşte o an başlar “aynı evde iki yalnızlık” hikâyesi.
Aynı sofrada yemek yenir, aynı koltukta film izlenir, aynı yatakta uyunur…
Ama bazen iki kalp, birbirine yan yana iken şehirlerce, ülkelerce uzaktır. Aynı evde atılan bu yalnızlığın yansımasıdır.

Bu yazı, yan yana ama apayrı duran iki ruhun hikâyesi…
Aynı evi paylaşmak, hayatı paylaşmak anlamına gelmez. Kimi zaman aynı evin içinde bambaşka iki dünya kurulur. Sabah kahvaltı masasında iki bardağın karşısında iki kişilik sessizlik vardır. Akşam yatağa girilince sırt sırta dönülmüş uzaklıklar olur. Dışarıdan beraber gibi görünen iki insan aslında yan yanayken bile uzak iki insandır.

İlişkilerin başında her şey daha canlı, taze, daha yoğun yaşanır. Paylaşılan heyecanlar, konuşmalar, dokunuşlar, sırlar, hatalar birbirine bağlar iki yabancı insanı.

Ama zamanla telefonlar daha az çalar, sohbetlerde o kahkahalar eskisi kadar yükselmez. Ve ta ki bir gün şu fark edilene kadar: Artık duygular, birbirine eskisi kadar temas etmez.

Bu yalnızlık sadece fiziksel bir uzaklık değildir; duygusal bir kopuştur. Yüksekten atlamak gibidir. Atladığında büyük bir kayalığa çarpmak gibi… Kimi zaman bir taraf hâlâ çabalarken, diğer taraf çoktan vazgeçmiştir. Kimi zaman da iki tarafın da eş zamanlı konuşacak gücü bile kalmamıştır. İşte bu noktada ilişkisel yalnızlık devreye girer. Aynı evde, aynı masada, aynı yatakta olan iki kişinin büyük yalnızlığı meydana gelir.

Aynı evde yaşanmasına rağmen hissedilen yalnızlık, modern ilişkilerin en görünmeyen ama en yıpratıcı sorunlarından biridir. Bu durum, bireyin fiziksel olarak bir partnerle birlikte olmasına rağmen duygusal olarak kendini yalnız, anlaşılmamış ve görülmemiş hissetmesiyle ortaya çıkar. Psikolojide bu duruma ilişkisel yalnızlık veya duygusal kopukluk adı verilir.

İlişkisel yalnızlık çoğu zaman küçük ihmallerle başlar:

  • Göz göze gelmeler azalır.
  • Birlikte geçirilen zamanların yerini sessizlik alır.
  • “Günün nasıl geçti?” sorusu bile sorulmamaya başlanır.
    Ve bir bakmışsınız, karşınızdaki insanla konuşmadan geçen saatler, günler, haftalar oluşmuş…

Bu yalnızlık hâli, sadece bir duygusal boşluk değil, aynı zamanda bireyin temel psikolojik ihtiyaçlarının karşılanmaması anlamına gelir. İnsan doğası gereği ait olmak, sevilmek, anlaşılmak ve değer görmek ister.

Bağlanma kuramına göre, özellikle romantik ilişkilerde bireyler, çocukluk dönemlerinde oluşturdukları bağlanma stillerini tekrar ederler. Güvenli bağlanma yaşayan bireyler, ilişkilerde daha açık, paylaşımcı ve empatik olurken; kaygılı ya da kaçıngan bağlanan bireyler, duygusal yakınlık kurmakta zorlanabilir. Bu durum, çiftler arasında duygusal uzaklığa ve nihayetinde yalnızlığa neden olabilir.

John Bowlby’nin bağlanma kuramına göre, sevdiğimiz kişiyle kurduğumuz duygusal temas, bizim için bir “güvenli üs” işlevi görür. Ancak bu üs tehdit altında olduğunda, yani partnerimizle olan bağımız zayıfladığında, yoğun bir yalnızlık ve terk edilme duygusu tetiklenir. Bu duygu, çoğu zaman bireyin geçmiş bağlanma yaralarını da gün yüzüne çıkarır.

Bu, fiziksel şiddet kadar görünür olmayabilir ama psikolojik etkileri derindir. Bir ilişkide sürekli duygusal olarak ihmal edilen birey, zamanla özdeğerini yitirmeye, sessizleşmeye ya da içe kapanmaya başlar. Partnerinin yanında kendini “fazlalık” gibi hissedebilir.

Sonuç

Bu süreçte çiftlerin çoğu, bu yalnızlığın sebebini sadece karşısındaki kişide arar. Oysa ilişkisel yalnızlık, çoğunlukla çiftin birlikte inşa ettiği dinamiklerin sonucudur. Eksik kalan iletişim, bastırılan duygular, çözümlenmemiş kırgınlıklar; zamanla birikerek ilişkisel bağları koparır. Bu kopuşun ardından evde sadece fiziksel bedenler kalır; ruhlar ise çoktan birbirine uzak düşmüştür.

Aynı evde iki yalnızlık yaşamak, bazen sevgisizlikten değil; sevgiyi konuşamamaktan olur. Herkesin kendi köşesine çekildiği, sessizliğin bir duvar gibi örüldüğü evlerde, en çok da konuşulmamış duygular yankılanır.

Bu yalnızlığı dönüştürebilmek için öncelikle fark etmek gerekir:
Ne eksik? Ne hissediyorum? Ne zamandır böyleyiz?
Ve ardından cesaretle sormak:
“Beni gerçekten görüyor musun?”

Çünkü bazen yalnızlık, terk edilmekten değil; birlikteyken unutulmaktan gelir.

 

Melek Dağ
Melek Dağ
Melek Dağ psikolog, rehabilitasyon merkezinde uzman öğretici ve yazar. Psikoterapi, psikopatoloji, panik bozukluk, gelişim psikolojisi, kişilik bozuklukları üzerine deneyime sahiptir. Melek Dağ özellikle OKB, depresyon, çift terapisi, psikanaliz üzerinde ekstra çalışmalar yapmaktadır. Ayrıca dijital mecralarda ve kendi sosyal medyasında düzenli olarak ruh sağlığı ile ilgili çalışmaları bulunmaktadır. Psikolojiyi erişebilir kılmayı , ruhsal farkındalık seviyesinin bireylerde yükselmesini misyon haline getirmiş bu yönde içerikler üretmiştir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar