Birbirimize bu kadar yakınken neden hiç bu kadar uzak hissetmedik?
Teknoloji bizi bir tıkla birbirimize yaklaştırdı ama kalplerimiz arasındaki mesafe hiç bu kadar açılmamıştı. Belki de sorun yalnızca temas etmekte değil, temasın ardında bir anlam bulamamakta saklıdır. Günümüz ilişkileri o kadar hızlı ilerliyor ki, bireyler birbirini görmeden ve tanımadan sevebiliyor; dahası sevmeden tüketiyor, tükettikten sonra da kolayca unutur hale geliyor. Sevdiğimizi zannediyoruz ancak hissetmiyoruz.
Dokunuyoruz ama bağ kuramıyoruz.
Modernite Çağının İnsanları
Modernite çağının insanı, yakın olmak ve bağ kurmak arasındaki ayrımı tam olarak yapamıyor. Gelen her mesaj, bildirim ya da temas bir ilişki varmış hissiyatı bırakıyor. Fakat durum sanıldığı gibi değil. Bu yakınlık zannedilen şey, duygusal boyuta taşınmadan bitiyor.
Temas var evet, ama derinlik yok. Hissiyat geride bırakılıyor. Maneviyat yok.
İnsan ilişkileri bir tür mekanik döngüye girmiş durumda: keşfette gör, beğen, mesaj at, sıkıl ve uzaklaş. Tıpkı bir cihazın düğmeleriyle oynar gibi; bir tuşta her şey değişiyor. Burada tuşun sahibi ne derse o oluyor. Sosyal medya yakınlığı kurulmuş, ancak duygusal mesafe epey yol almış gibi.
Psikoloji Perspektifinden Bağlanma
Psikoloji literatürüne döndüğümüzde, bu duygusal uzaklığın temellerini açıklayan ilk kuramlardan biri John Bowlby’nin Bağlanma Kuramıdır. Temel ilişkilerin kurulmasında ilk olarak ihtiyaç olarak görülen durumun “bağlanma” olduğu dile getirilmiştir.
Bowlby’ye göre bağlanma, yaşamın en erken dönemlerinden itibaren güven, aidiyet ve duygusal süreklilik ile ilişkilidir. Bu bağ daha dünyaya gelmeden, anne karnında başlamaktadır. Oysa günümüz ilişkilerinde bu bağlanma süreçleri, hız kültürünün altında ezilir haldedir. Bağ kurmadan her durum halledilmeye çalışılır. Bir kopukluk olduğunda ise, suçlu bulmak kolaydır. Duygusal yatırım yapmak sabır ister; ancak bizler sabırsız bir çağın içerisindeyiz.
Bağ kurmak yerine “bağ kuruyormuş gibi yapmayı” deneriz. Fakat bu –mış’ların ardı arkasını hiç bilmeyiz.
Erich Fromm, Sevme Sanatı adlı kitabında “Sevgi bir eylemdir, bir duygulanım hali değil.” der. Günümüz ilişkilerinde sevgi artık bir eylem olmaktan çok bir performansa dönüşmüştür.
Kim daha çok paylaşım yaparsa, kim her gün hikaye paylaşırsa o ‘en çok seven’ konumundadır. Birlikte geçirilen her an gösterildikçe, performans artmaktadır. Durum giderek bir güç gösterisine dönüşmektedir.
Halbuki olaylar hiç de göründüğü gibi değildir. O performansın arka planında sevgisizlik, değersizlik boy göstermektedir. İçeride hissedilenler belirsiz, fakat gösterişler havada uçuşmaktadır.
Fotoğrafta gülme eylemi var fakat akıllarda tek bir soru:
“Acaba kaç beğeni gelir?”
İnsan Mekanizmasından İlişki Mekanizmasına
Mekanik ilişkiler, insanın duygusal kaslarını da zayıflatan bir durumdur. İnsan ilişkilerinde duygularla çalışmak esas bir noktayken, haliyle yok sayıldığı durumlarda sistemler de afallamaktadır.
Duygularla temas etmek yerine duyguları yönetmeye, kontrol altına almaya çalışmak; alışılagelmiş sistemi bozmaya yetmektedir.
“Zayıf görünmemek”, “bağımlı olmamak”, “fazla hissetmemek” üzerine kurulu savunmalar bizi güvende hissettirse de, aslında ilişkilerimizi basitleştiriyor. Önemsiz hale getiriyor. Çünkü arka planda gerçekçi duygular değil, geçici hevesler yatıyor.
Psikoterapi seanslarında sıkça duyulan bir cümle vardır:
“Artık kimseyle gerçekten bağ kuramıyorum.”
Bu cümle, yalnızca romantik ilişkilerin değil; dostlukların, aile bağlarının da günümüzde aldığı yarayı gösterir. Çünkü bağ kurmak yalnızca duygusal değil, varoluşsal bir deneyimdir. Kişi bağlanarak gelişir. Öğrenir.
Birinin gözlerine baktığında, “Bu benim.” diyebilmektir.
Ancak bizler, bakmakla görmek arasındaki farkı unutur hale geldik. İlişkilerimizde samimiyetten, samimi niyetten ziyade görünür olmak bizler için daha önemli hale geldi.
Yeniden Bağ Kurmayı Öğrenmek
Peki ne yapabiliriz?
Belki de her şeyden önce, yavaşlamalıyız.
Birbirimize temas etmeyi değil, birbirimizi hissetmeyi öğrenmeliyiz. Dinlemeyi, kabul etmeyi, sessiz kalmayı, empati kurabilmeyi yeniden hatırlamalıyız.
Çünkü bağ kurmak, hızlıca kurulup çabucak yıkılan bir köprü değildir; emekle, sabırla, çabayla örülür.
Zaten kolay olsaydı kim başarısız olurdu ki?
Zor olsun ki bir anlamı olsun.
Öyle ki gerçek bağ, iki insanın birbirinin duygusal ritmini duyabildiği o sessiz uyumda saklıdır.
Konuşulmasa da anlaşılır aslında bazı şeyler.
Söylenmese de duyulur.
Dokunmak kolaydır, çünkü fiziksel bir eylemdir.
Ama bağ kurmak, ruhun temas etmesidir.
Ve belki de bu çağın en büyük tedavisi, yeniden bağ kurmayı öğrenebilmekte gizlidir.
Psikoterapide olduğu gibi ilişkilerde de iyileşme, farkındalıkla başlar. Karşımızdakini anlamak için önce kendi duygusal kalıplarımızı tanımamız gerekir.
Ne zaman gerçekten hissediyoruz, ne zaman sadece rol yapıyoruz?
Bu soruların cevabı, yeniden bağ kurabilmenin ilk adımıdır.
Birbirimize dokunmak değil, birbirimizin içinde kendimizi bulmak iyileştirir bizleri.

