1997-2012 yılları arasında doğan bireyler yani Z kuşağı, benzersiz bir çağın içerisinde doğup büyüdüler. Dijital dünyanın merkezinde doğmuş, ekonomik ve çevresel krizlerin içerisinde yetişmiş bu kuşak, önceki nesillerden çok daha fazla Kaygı düzeyleri sergiliyor. Peki, bunun sebebi nedir? Bu sorunun yanıtı hem bireysel deneyimler hem de toplumsal değişimlerde gizli.
Medyayla Gelen Kıyaslama
Z kuşağı, bildiğimiz üzere doğduğu andan itibaren ekranlarla büyüyen bir kuşak. Sosyal Medya, onlar için sadece bir iletişim aracı değil aynı zamanda kimliklerini keşfettikleri ve şekillendirdikleri bir alan. Ancak sürekli bağlantıda olma hali, her ne kadar çoğu “gerçek olmayan” kişiler ve hayatlar olsa da bireylerde karşılaştırma kültürünü de beraberinde getiriyor.
Instagram’da kusursuz ve süslü hayatlar, Linkedin’de mükemmel başarı hikâyeleri, YouTube’da sorunsuz yaşam rutinleri… Gerçek yaşam bu mükemmel standartlara uymadığında birey kendini yetersiz hissetmeye başlıyor ve kendi hayatında dair memnuniyetsizlikler başlıyor. Birçok genç, kendi benlik değerini aldığı beğeni sayıları veya kazandığı takipçi sayısıyla ölçüyor. Bu da öz saygı üzerinde olumsuz bir etki oluşturuyor.
Araştırmalara göre, sosyal medya kullanımının artmasıyla birlikte depresyon ve kaygı oranları da yükseliyor (Bilge vd., 2020). Çünkü beyin sürekli kıyaslama yaptığında “başarısızlık ve yetersizlik” hissi giderek artıyor. Bu da toplumsal sorunların yanında, Z kuşağının bireysel olarak duygusal yüke de sahip olmalarına neden oluyor.
Belirsizlik Çağında Netlik Arayışı
Z kuşağının gençlik yıllarına doğru bir zaman yolculuğu yaparsak küresel ölçekte krizlerin yaşandığı bir dönem görüyoruz. 2008 ekonomik krizi, küresel ısınma sorunları, tüm dünyayı sarsan pandemi ve hızla değişen iş gücü dinamikleri… Tüm bunlar belirsizlik ve gelecek kavramını aynı kefeye koymakla eş değer hale getirdi. Önceki nesiller plan yapılabilir ve hayal kurulabilir bir dünyada yetişmişlerdi. Ancak bu kuşak için yapılan planlar, belirsizlikler ve plansız gelişen olaylarla kesintiye uğrayınca bu güvenli alan onlar için parçalanmış oldu. Bu da çoğu gençte gelecekle ilgili kaygıları arttırdı. Kısacası, Z kuşağı için hayat artık belirsizlikler içinde bir baş etme savaşı ve netlik arama sanatına dönüştü.
Sürekli Uyarılan Zihin Ve Bilgi Fazlalığı
Bu kuşağın bir diğer özelliği de bilgiye bir tık mesafede erişebiliyor olması. Her ne kadar bu olumlu bir özellik gibi görünse de aynı zamanda da bir yük. Her an her şeyden haberdar olma ihtiyacı, bir şeyleri kaçırma korkusu zihni sürekli olarak uyarılmış halde tutuyor. Dijital çağda haber akışı hiçbir zaman durmuyor, bir uygulamada bir bilgi okurken başka bir uygulamadan yeni bir bildirim geliyor. Bu bilgi yağmuru içerisinde beyinde “dünyada kötü şeyler oluyor” fikri uyanıyor ve bu tehdit algısı da kaygıyı kaçınılmaz hale getiriyor.
Performans Kültürü Ve Başarısızlık Korkusu
Toplumun modernleşmesiyle birlikte bireylere görünmez bir mesaj daha veriliyor: “Başarılı olmalısın!”. Eğitim sisteminde giderek artan ve zorlaşan sınavlar, işsizlik problemleri ve rekabet, sosyal medyada görünen kusursuz hayatlar gibi pek çok etken bu baskıyı arttırıyor. Boş zamanını değerlendirmek isteyen bir genç, sosyal medyada gördükleriyle daha fazlasını yapması gerektiği düşüncesine sahip oluyor. Tüm bunlar da beraberinde kaygı ve yetersizlik duygularını getiriyor. Birey ne kadar çabalarsa çabalasın, kendini hep geride hissediyor ve içsel bir boşluk oluşuyor.
Umudun Yeniden İnşası
Tüm bu zorluk ve engellere rağmen, Z kuşağı yalnız değil. Ruh sağlığına verilen önem, çağımız itibariyle giderek artıyor. Yani her ne kadar bu kuşak pek çok zorlukla karşılaşsa da farkındalık ve destek ağı yönünden zengin. Psikolojik destek almak, duygusal ihtiyaçlarından bahsetmek ve yardım aramak artık eskiden olduğu gibi bir tabu değil. Bu da değişimin ve umudun en parlak tarafı.
Sonuç olarak, Z kuşağının ihtiyacı bazen durup nefes almak ve hayatın kovalamacasından uzaklaşmak. Sosyal medya kullanımına sınırlamalar getirmek, farkındalık egzersizleri gibi yöntemler bu kuşağın psikolojik sağlığını korumasında etkili olabilir. Ve giderek artan bu kaygı, bir zayıflık değil, içinde yaşadıkları çağın bir yansıması. Onlar için gerçek güç “farkındalık” çünkü kendini, duygularını tanıyan ve sorgulayan bir kuşak, geleceği daha sağlıklı şekillendirebilir.
Kaynakça
Bilge, Y., Baydili, K., & Göktaş, S. (2020). Sosyal medya bağımlılığını yordamada anksiyete, stres ve günlük sosyal medya kullanımı: Meslek yüksekokulu örneği. Bağımlılık Dergisi, 21(3), 223-235.


