Cumartesi, Kasım 15, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

İlişkilerde Sınırlar

İnsanın kendini tanıması, anlam üretebilmesi çoğu zaman bir başkasının varlığıyla mümkün olur. Öyle ya, hayata gözlerimizi açtığımız ilk andan itibaren bir ötekine ihtiyaç duyarız. Görülmek, anlaşılmak, duyulmak isteriz; bunlar insan doğasının en temel ihtiyaçlarındandır. Bu ilişkiler yalnızca yaşamımızı değil, kim olduğumuzu da şekillendirir ve bazen, sevmenin coşkusuyla o sınırların nerede başlayıp nerede bittiğini fark etmek zorlaşır.

Kişisel sınır kavramı, bir bireyin kendi değerlerini koruma arzusu ile dış dünyaya uyum sağlayabilmek için kurduğu dengeyi ifade eder (Liashch ve ark., 2023). İlişkilerimizi daha sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek ve Psikolojik İyilik Halimizi yüksek tutabilmek için, Kişisel Sınırlar bilincine sahip olmak ve bunu yaşamımıza entegre etmek büyük önem taşır.

Sınırlarımız, diğer insanlardan gelen hangi davranışları ve iletişim biçimlerini kabul ettiğimizi, aynı zamanda başkalarıyla etkileşim sırasında nasıl bir alma–verme dengesi kurmak istediğimizi belirler (Chernata, 2024).

Doğumla birlikte, birey annesinden fiziksel olarak ayrıştığında, aslında kişisel sınırların temeli de atılmış olur. Bu ilk ayrışma, bedenimiz ve kişisel alanımız üzerinden kendini gösterir; yani fiziksel sınırlar doğduğumuz andan itibaren şekillenmeye başlar. Zaman ilerledikçe soyut sınırlar gelişmeye başlar. Duygusal, zihinsel ve psikolojik sınırlar, bireyin kendini ifade edebilmesi, başkalarının istekleri ve beklentileri arasında dengeli bir şekilde yer alabilmesi için gereklidir. Kernberg’in de belirttiği gibi, sevgi ancak benlik ile öteki arasında güvenli ve kararlı bir ayrışma sağlandıktan sonra mümkün olur. Bu süreç, sağlıklı ilişkilerin ve Özsaygının temelini oluşturur.

Sınırlarımızı Neden Koruyamıyoruz?

Kişisel sınırların korunması günümüzde pek çok kişi için çeşitli nedenlerle zorlayıcı bir süreç olabilir. Bunlardan ilki, sınırlarımızın net olmamasıdır. Kendimizi tam olarak tanımamak, öz farkındalığımızın düşük olması, sınırlarımızın ne olduğunu bilememek, onları korumayı zorlaştırır.

Bir diğer önemli neden ise, sınır koymanın başkaları tarafından kaba veya bencil bir davranış olarak algılanacağından duyulan korkudur. Oysa sınır koymak, bir kişinin kendisini koruması ve değerlerine sadık kalması anlamına gelir; nezaket ve saygı çerçevesinde sınırlarımızı ifade etmek mümkündür.

Sevilmeme korkusu da sık karşılaşılan bir engeldir. İnsanlar, başkalarını memnun etmek, onları kırmamak veya üzmemek adına kendi ihtiyaçlarını göz ardı edebilir. Sınır koymak, “hayır” demek, ilişkilerimizin bozulacağına dair korkuları tetikleyebilir. Çünkü bazen içimizde şöyle bir inanç vardır: “Karşımızdakinin istek ve ihtiyaçlarını ne kadar karşılarsak, o da bizi o kadar sevecek.”

Oysa bu yanlış bir düşünce kalıbıdır ve kişinin kendi benliğiyle çatışmasına yol açar. Bir taraftan başkalarını memnun etmeye çalışırken, diğer taraftan kendine ihanet etmiş gibi hisseder; adeta kendi içsel doğruluğunu aldatıyormuş gibi bir duygu ortaya çıkar.

Bu nedenle sınırlarımızı fark etmek ve korumak hem ilişkilerimizi sağlıklı tutmak hem de kendi özsaygımızı ve Psikolojik İyilik Halimizi sürdürmek için kritik bir adımdır. Sınır koymak bencillik değil; kendimizi ve başkalarını saygıyla koruyabilmenin bir yoludur.

Doğadan İnsan İlişkilerine: Sınırların Şifası

Doğada “taç utangaçlığı” diye bir kavram vardır: Ağaçların tepelerindeki yapraklar birbirine temas etmez. Bu sayede birbirlerine hastalık bulaştırmaz, yeterli güneş ışığını alabilir ve olası felaketlerde birbirleriyle çarpışıp zarar görmezler. Bu, doğanın bir tür birbirine saygı gösterme, sınır koyma biçimidir. Biz insanlar ise çoğu zaman bu dengeyi korumakta zorlanıyoruz; birbirimizin hayatlarına fazlaca müdahil oluyor, sınırlarımızı kaybediyor ve saygı ile sevgi kavramlarını unutuyoruz. Ruhumuzun yeni vebası, işte bu sınırsızlık diyebiliriz.

Schopenhauer’in kirpi metaforu, bu durumu açıklamak için sıklıkla kullanılır. Soğuk bir kış sabahı, üşüyen kirpiler birbirine yaklaşır; ısınmak ve birlikte hayatta kalmak isterler. Ancak oklarının acısı onları yeniden uzaklaşmaya zorlar. Bu döngü, soğuktan korunma arzusu ile acı çekmeme ihtiyacı arasında gidip gelmelerine neden olur. Zamanla, kendilerini hem birbirlerine zarar vermeyecek hem de birbirlerinden uzak kalmayacak bir mesafede konumlandırmayı öğrenirler.

İlişkilerimizde de benzer bir prensip geçerlidir: Hem birlikte olabilmeyi hem de ayrı kalabilmeyi dengede tutabilmemiz gerekir. Sağlıklı ilişkiler, birleşme ve ayrışmanın uyumlu bir dansı gibidir. Bu dengeyi sağlayabildiğimizde, bireyler hem kendi ruhsal bütünlüklerini korur hem de karşılarındaki kişiye saygı gösterebilir. Böylece, varlığımızın özüne ve ruhumuzun derinliklerine dokunma imkânı buluruz.

Betül Aksoy
Betül Aksoy
Betül Aksoy, İstanbul Rumeli Üniversitesi’nde İngilizce Psikoloji lisans eğitimine devam eden bir öğrencidir. Psikoloji bilgisini yalnızca akademik düzeyde değil, toplumsal fayda üretme amacıyla da kullanmayı önemseyen Aksoy, çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde yer almış ve İngilizce çeviri alanında deneyim kazanmıştır. Girişimci Psikologlar Derneği’nin yazı işleri ekibinde aktif olarak çalışmakta; duygular, kayıp, yas, travma, anksiyete ve depresyon gibi konular üzerine içerikler üreterek psikolojik farkındalık ve içsel gelişimi desteklemeyi amaçlamaktadır. Mesleki gelişimini farklı eğitim programları, stajlar ve gönüllü faaliyetlerle güçlendiren Aksoy, Öğrenci Olur Musun Akademi bünyesinde gönüllü İngilizce dersler vermekte, Genç Yeşilay Derneği’nde aktif görev almakta ve üniversitesinin Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde asistanlık yapmaktadır. Özellikle çocuk ve ergenlerle çalışmaya ilgi duyan Aksoy, bu alandaki eğitimlere önem vererek psikolojiyi yaşam kalitesini artıran bir köprü olarak görüp, yazılarını bu vizyonla şekillendirmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar