İnsan, belirsizliklerle dolu bir dünyada güvenle yaşayabilmenin yollarını arar. Güven ihtiyacı, içimizdeki en saf ama en kırılgan yanlardan biridir.
Belirsizliklerin ve sonsuz ihtimallerin denizinde insan, var gücüyle kürek çeker. İnsanın küreği kontrol olur. Kontrol, insanın kendini, sevdiklerini ve düzenini belirsizlik dalgalarından koruma çabalarından biridir.
İnsanın bir şeyleri kontrol edebilme veya kontrolü ele alma isteği son derece anlaşılır. Peki bunun yoruculuğu size tanıdık mı? Yorgunluğunuz da son derece anlaşılır.
Kontrolü bırakmanız gerektiğini fısıldayan o sesi hiç duydunuz mu?
Ya da “çok mu kontrolcüyüm?” diye düşündüğünüz anları hatırlıyor musunuz?
Bazen bırakamadığınız, bazen bırakma fikrinin bile sizi korkuttuğu o anlar… Kontrol küreğinizin durmadan, usanmadan belirsizlik dalgalarıyla boğuştuğu bir denizde, yorgun zihniniz sizi koruyabilir mi?
Küreği bırakmak, denizin ortasında kalmak demektir; tamamen kontrolsüz bir yaşam, kaotik olur. Fakat küreği hiç bırakmamak, her şeyi kontrol etmeye çalışmak da bitmeyen bir stres kaynağıdır.
Asıl mesele, hangi dalgalara kürek çekebileceğimizi, yani neyi kontrol edebileceğimizi bilmek ve enerjimizi oraya yönlendirmektir.
Kontrol Etme İhtiyacının Kökeni
İnsanın kontrol etme isteği, çoğu zaman hayatta kalma refleksinin zarif bir yansımasıdır. Belirsizlik karşısında duyduğumuz kaygı, aslında güvenlik arayışının doğal bir uzantısıdır. Zihin, öngörülebilir olanı sever; çünkü öngörülebilirlik tehdit algısını azaltır.
Bu yüzden kontrol, bir savunma mekanizması gibi çalışır, bizi bilinmeyenden koruyan görünmez bir zırhtır. Ancak bu zırh zamanla ağırlaşır. Kontrol etmeye çalıştıkça, aslında kaygımızla aramızdaki mesafe azalır ve kendimizi istemediğimiz kadar içinde buluruz.
Sonunda insan, o güvenli alanın içinde bile huzursuz hisseder.
Kontrol, bizi korumak için yola çıkar; fakat doz aşımı, bizi esir alır. Zihin bu noktada artık dış dünyayı değil, kendi iç dengesini yönetmekte zorlanır.
İşte bu yüzden, bazen “her şeyi kontrol etmeye çalışmak” aslında en büyük kontrol kaybına dönüşür.
Kontrolün Doğru Dozu
Hayatın akışında bazen dalgaların yönünü değiştiremeyiz, ama küreği nasıl çekeceğimizi seçebiliriz. Kontrolün sağlıklısı da tam burada başlar: Her şeyi yönetmeye çalışmak değil, enerjimizi etki edebildiğimiz alanlara yönlendirebilmektir.
Kabul ve Adanmışlık Terapisi (ACT) bu konuda “etki alanı” kavramını kullanır. Etki alanı, değiştirebileceğimiz davranışlar, düşünceler ve tutumlarımızı kapsar. Bunun dışında kalan, yani hayatın kendi akışı içinde olan şeyler ise kontrol alanımızın dışıdır.
Yani mesele, kontrolü bırakmak değil; kontrolü doğru yere yönlendirebilmektir.
Kontrolü Esnetmek: Sağlıklı Bir Teslimiyet
Kontrolü tamamen bırakmak, denizin ortasında küreksiz kalmak gibidir; yönsüz, savrulmuş, belirsiz.
Fakat kontrolü hiç bırakmamak da aynı denizde sürekli kürek çekmek gibidir; yorgun, gergin, nefessiz.
İşte bu yüzden teslimiyet, bırakmak değil; dengeyi bulmaktır. Sağlıklı teslimiyet, farkındalıkla gelen bir esnekliktir. Yani “her şeyi oluruna bırakmak” değil, gereksiz mücadeleyi bırakmaktır.
Hayatın ritmine direnen değil, onunla birlikte hareket eden bir zihin… İşte gerçek denge orada saklıdır.
Bu dengeyi korumak için üç küçük farkındalık alanı önemlidir:
-
Farkındalık: Kontrol etme dürtüsü geldiğinde bunu hemen bastırmak yerine fark etmek.
-
Kabul: Gerçekliği değiştirmeye çalışmadan, sadece gözlemleyebilmek.
-
Odak değiştirme: Enerjiyi kontrol edilebilen eylemlere yönlendirmek; örneğin çabana, yaklaşımına, niyetine.
Kontrolü esnetmek; küreği bazen suya, bazen havaya kaldırmak gibidir. Ne tamamen mücadeleyi bırakmak ne de tükenene kadar direnmek.
Hayatın akışını yönetmeye değil, onunla uyumlanmaya çalıştığında, zihin ilk kez gerçekten dinlenir.
Gerçek Kontrol: Dengeyi Bulmak
İnsanın hayatla kurduğu ilişki, aslında kontrolle kurduğu ilişkidir.
Kontrol, bizi ayakta tutar; yön verir, düzen sağlar, olanı korur.
Ama her şey gibi, o da dozunda anlamlıdır, yalnızca doğru dozda işe yarar. Fazlası, özgürlüğümüzü değil, kaygımızı besler, büyütür.
Her şeyi bilmek, her şeyi planlamak, hiçbir şeyi kaçırmamak, detayları unutmamak… Bunlar güveni değil, yorgunluğu besler.
Çünkü hayat, her zaman biraz belirsizlikle yaşanır. Ve belki de en büyük olgunluk, bu belirsizliği tehdit değil, yaşamın bir parçası olarak görebilmektir.
Küreği tamamen bırakmadan, ama her dalgayla da savaşmadan ilerleyebilmek… İşte gerçek denge burada başlar.
Hayatı kontrol etmek yerine, onunla birlikte hareket etmeyi öğrendiğimizde, kontrol artık bir yük değil; yön gösteren bir pusula olur.
Ve o zaman fark ederiz ki: Kontrolü gevşettiğimiz yer, çoğu zaman kendimizle yeniden temas ettiğimiz yerdir.


