Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Artıya Geçmeden De Değerlisin

Bazen, günün sonunda tüm görevlerimizi yerine getirmiş oluruz. Evi toplamış, işimizi tamamlamış, faturaları ödemişizdir. Belki çocuklarla ilgilenmiş, belki de bir arkadaşımızı dinlemişizdir. Ama yine de içimizde bir boşluk hissi kalır: “Bugün sadece gerekenleri yaptım.” Sanki hayatın bizden asıl beklediği şeyler, bu görevler değilmiş gibi gelir. Tüm sorumluluklarımızı eksiksiz yerine getirsek bile kendimizi “sıfır” noktasına yeni gelmiş gibi hissederiz. Ne eksideyizdir ne de artıda. Ancak bu “sıfır” hissi zamanla içsel bir yorgunluğa, hatta değersizlik duygusuna dönüşebilir. Çünkü bir anlamda kendi emeğimizi küçümsemiş oluruz.

Bu duygu, modern yaşamın bize sunduğu bir içsel çıkmazdır. Modern yaşamın görünmez ama güçlü tuzaklarından biridir: “Yetersizlik Tuzağı”. Bu tuzak özellikle kaygılı, mükemmeliyetçi ya da sürekli onay arayışı içinde olan kişilerde kendini daha fazla gösterir. Temel görevlerini tamamlayan kişi, bunu başarı olarak göremez. Aksine, “Ancak şimdi başlangıç çizgisine geldim” düşüncesine kapılır. Kendimizi ancak “fazlasını” yaptığımızda başkalarından takdir aldığımızda, saatlerce çalıştığımızda, kendimizi yorduğumuzda değerli hissederiz. Oysa hayatın akışını sağlayan şey tam da bu “sıradan” görülen sorumlulukların sürekliliğidir.

Bu düşünce biçimi genellikle erken yaşlardan itibaren içselleştirdiğimiz mesajlardan ortaya çıkar. “Daha çok çalışmalısın”, “Hep üretken olmalısın”, “Boş durmak tembelliktir” gibi inançlar, çoğu zaman iyi niyetle verilen öğütler gibi görünse de zihinsel dünyamızda derin izler bırakır. Bu söylemler, zamanla bir çocuğun ya da gencin sadece başarılı olduğunda sevileceği, sadece yorulduğunda takdir edileceği gibi bir algı geliştirmesine neden olabilir. Böylece kişi, kendi öz-değerini yaptığı işle eşitlemeye başlar. Dinlenmek suçluluk duygusuna, sakin kalmak ise “yetersizlik” hissine dönüşür. Ve bu durum yetişkinlikte de sürer: İnsan, kendisine nefes alma hakkı tanımamaya başlar. Her tamamlanan görev, yeni bir yükümlülüğün habercisi hâline gelir. Bitirilen her iş, yerini yapılması gereken bir sonrakine bırakır. Bir süre önce “yeterli” olan şey artık yetersizleşir; çıta her seferinde biraz daha yukarı çekilir. Bu da içimizde kronik bir “yetememe” duygusu yaratır. Sanki durduğumuzda ya da sadece günlük sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizde, varlığımız silikleşiyormuş gibi hissederiz. Oysa bu baskı, sadece dış dünyanın değil, iç dünyamızda da bir kaos yaratır. Çünkü insan, ancak kendine izin verdiği kadar huzur bulabilir.

Ancak bu noktada durup düşünmemiz gerekir: Hayat sadece büyük adımlardan mı ibaret? Küçük ama düzenli sorumluluklar da aynı derecede anlamlı değil midir? Çünkü gerçek başarı, yalnızca “fazlasını” üretmek değil, hayatı taşıyabilmektir. Evi toplamak, yemek hazırlamak, çocuklarla ilgilenmek, işini zamanında tamamlamak… Bunlar hayatın sessiz kahramanlarıdır. Gösterişsizdirler ama sürdürülebilirliğin temelidir. Ve çoğu zaman, hayat bu görünmez yapı taşları üzerinde ayakta kalır.

“Kişisel gelişim” sosyal medyada pazarlandığı gibi sadece ileri gitmek ya da daha fazlasını başarmak değildir. Bazen sadece “durmak” ve “yaptıklarımı görmek”tir. Kendi emeğine şahitlik etmek, yaptıklarını küçümsememek, değerli olduğunu başkalarının tepkilerine ihtiyaç duymadan hissedebilmektir. Öz-değer, dışarıdan gelen alkışlarla değil, içeriden duyulan onayla köklenir. Öz-değerini fark eden kişi, kendisini sadece yaptığı işlerle tanımlamaktan vazgeçer. Bu farkındalık; daha az yıpranmayı, daha çok huzur hissetmeyi ve hayatın anlamını daha sade yerlerde bulabilmeyi sağlar. Çünkü öz-değerini bilen biri, artıya geçmek için kendini tüketmek zorunda olmadığını da bilir. Onun için bir günün sonunda, sadece emek vermiş olmak bile yeterlidir.

Bu yazıyı okurken belki de kendinize şu soruyu sormalısınız: Bugün yaptıklarımı küçümsüyor muyum? Sadece “fazla” yaptığımda mı değerli hissediyorum? Eğer cevabınız “evet” ise, bu farkındalık bile içsel dönüşümün ilk adımı olabilir. Çünkü her gün attığınız küçük adımlar, hayatın büyük resmini oluşturur. Yaptıklarınıza, küçük adımlarınıza değer verdiğinizde öz-değerinizi de daha kolay fark etmeye başlarsınız.

Sonuç olarak, “sıfır”da olmak bir başarısızlık değil, bir denge hâlidir. O nokta; düzenin, emeğin ve sürekliliğin göstergesidir. Kendinizi yalnızca “artı”ya geçtiğinizde değil, bu dengeyi sağladığınızda da değerli hissedebilirsiniz. Çünkü yaşam, başarı tablolarıyla değil, anlamla ve içtenlikle derinleşir. Ve anlam, çoğu zaman sadece “görevini yapmış olmanın sessiz huzurunda” saklıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar