“İçimde öyle bir sessizlik var ki,
Kulak versem ağlayacak.”
Duygusal yorgunluk… İnsanın kalbini görünmez bir pamukla sarıp sarmaladığı ama içten içe dikenli bir hal alan, can yakan o sessizlik hali. Ne tam ağlayabiliyorsun ne tam gülebiliyorsun. Sesin var, söyleyeceklerin var ama söyleyecek halin yok. Dışarından bakanlar için belki her şey yolunda görünüyor ama içeride bir şey eksikmiş gibi. Sanki beden ilerlerken ruh onun arkasında kalmış gibi.
Gündelik hayatın yorgunluğu gibi değil bu. Bu yorgunluk zamanın hızına yetişememek, işlerin çoğalması ya da hayat koştu diye değil. Bu duyguların birikmesiyle oluşan bir ağırlık. Hani derler ya sanki her şey üst üste gelmiş gibi. İşte bu ağırlık birilerini anlamaya çalışırken kendini unuttuğun zaman başlar. Kimseyi kırmamak için kendini kırdığında yerleşir. Susmak, anlatmaktan daha “kolay” değildir.
İnsan, en çok sevdiğine kızar derler. Aslında insan, en çok sevdiğinde yorulur. Çünkü sevdiğin şey şiddetli ve yoğun hissettirir. Ve bu hisler düzenli ve sakin olmak istemez. Sallanır, çarpar, sızar ve taşar. Ve bir bakarsınız ki duygusal tükenmişlik, duygusal aşırı uyarılmışlık, duyguların kronik bastırılması ve içsel kaynakların tüketilmesi dışa vurumu duygusal yorgunluk olarak görünür.
Duyguların Ağırlığı Bedenle Konuşur
Bu süreçte sinir sistemi aşırı uyarılmaya başlar. Kişi, sürekli tetikte ve beklentide yaşar. Ve beden konuşmaya başlar:
-
Sabah uyandığında bir ağırlık hissetme
-
Nefes almakta zorlanmak
-
Göğüste sıkışma
-
Uyurken bile dinlenememe hali
-
Konsantrasyonda zorluk
-
Gülüşlerin boş gelmesi
Burada beden ruhun taşımakta zorlandıklarını taşımaya çalışır. Duygular bastırıldığında yok olmaz; bedende yer değiştirir. Bir danışanım şöyle demişti: “Sanki içimde benden kaçan bir ben var. Ve ona yetişemiyorum.”
İyiyim Demenin Yorgunluğu
Duygusal yorgunluk sessizlikle korur kendini bu sebeple duygusal anlamda yorgun olan kişiler “çok iyi” görünür. Ancak “iyiyim” kelimesi bazen sadece bir cevap değil, iyi bir savunma mekanizması olur. Özellikle çocukken güçlü olmayı öğrenen, aşırı sorumluluk alma şemaları aktif olan, kaygılı bağlanan, onay arayışı yüksek veya duygusal ihmal öyküsü olan birey profilleriyle duygusal yorgunluk ilişkilidir.
Yani kişi için yorgunluğunu dile getirmek zayıf görünmek, ayıp ya da başkasına yük olma gibi anlamlara gelebilir. Bu durumlarda kişi durumu içinde yaşamayı seçer ve susturur kendini. Fakat duygular susmayı bilmezler; sadece beklerler.
Başkalarına İyi Gelirken Kendine Uzak Kalmak
Duygusal yoksunluk yaşayan kişiler, başkaları için hep “yardım eden, sabırlı, destekleyici, anlayışlı ve toparlayan” özelliklere sahiptir. Bu insanlar için şu cümle çok sık kullanılır: “O çok güçlüdür, halleder.” Ancak güçlü görünen insanların en kırılgan yeri de bura değil midir? Çünkü kimse onların kırabileceğine ihtimal vermez. Duygusal yorgunluğun en zor kısmıdır: destek verenin destek görememesi, hep anlayanın anlaşılmaması ve hep dinleyenin anlatacak yer bulamaması.
Duygusal Yorgunluğun Belirtileri Nelerdir?
Bir tanı kriteri yoktur. Ancak Majör Depresif Bozukluk, Anksiyete Bozuklukları, Uyku Bozuklukları, Travma Sonrası Stres ve Tükenmişlik Sendromu ile eşlik edebilir. Duygusal tepkiler artık sadeleşmeye başlar, aşırı alınganlık veya donukluk görülebilir, yoğun bir iç eleştiri vardır, her şey anlamını yitirmiş gibi gelebilir, sosyal anlamda içe kapanmalar ve kişisel bakımda azalmalarla gösterebilir kendini.
Kişi birden şunu düşünürken bulur kendini: “Eskiden daha çok hissediyordum. Daha çok gülüyordum, daha çok seviyordum. Şimdi ne değişti?” Aslında değişen şey yükün fazlalaşırken yüke yardım edecek kimsenin olmaması.
İyileşme: Sessiz Bir Dönüş
İyileşme yüksek sesli değildir, acıdan geçer. Bazı şeyler bağırarak değil; sevgi ve şefkatle iyileşir. Bazen yorulduğumuzu kabullenip “Yoruldum. Ve buna hakkım var.” diyebilmektir.
Duygularımızı yaşamaya fırsat tanımalıyız. Onları anlamalı, yaşanmasına izin vermeliyiz. Çünkü yaşamın her bir parçası bir döngü içindedir. Kozanın kelebeğe dönüşümü, mevsimler, insanın fizyolojik dengesi ve daha fazlası. Tıpkı bunlar gibi duygularımızın da bir döngüsü var.
Bir sabah uyandığınızda günün en karanlık saatinde takılıp kaldığını ve güneşin doğmadığını düşünün. Ne olurdu? Tüm sistem çökerdi. İşte duygularımız da doğal döngüsünü tamamlayamadığında sıkışıp kalıyor. Onu anlamalı, uygun tepki vermesine izin vermeli ve rahatlatmalıyız.
Tüm bunlarla beraber sınır koymayı bilmek, kendi değerimizi içsel kaynaklarımızdan alıp dışsal kaynaklardan uzaklaştırmak ve bazen yavaşlamanın bir yenilgi değil, bakım olduğunu kabullenmek gerekir. İyileşmek hayatın içinde kendine yer açmaktır; geride kalmak ya da geri çekilmek değildir. Çünkü insan kendi iç sesine kulak verdiğinde iyileşmeye başlar.


