“Histerik” kelimesi tarihsel olarak sıklıkla yanlış anlaşılmış ve küçümseyici biçimde kullanılmıştır. Oysa psikolojide histrionik kişilik örüntüsü, bu dar ve yargılayıcı anlamın çok ötesinde, karmaşık bir duygusal yapıyı ifade eder. Histrionik özellikler gösteren bireyler, çoğu zaman dikkat çekmeye çalışan kişiler olarak etiketlenir. Ancak bu davranışların ardında, görülme, onaylanma ve sevilme ihtiyacı gibi temel insani duygular yer alır.
Dolayısıyla bu konuyu anlamak yalnızca tanısal bir mesele değil, aynı zamanda ilişkilerimizde empati ve sınır bilincini güçlendiren bir farkındalık sürecidir. Bu farkındalık, hem kendi tepkilerimizi anlamamıza hem de karşımızdakinin davranışlarını kişisel bir saldırı olarak değil, bir duygusal ifade biçimi olarak görmemize yardımcı olur.
Histrionik kişilik özelliklerini tanımak
DSM-5’e göre histrionik kişilik bozukluğu, belirgin duygusallık ve dikkat arayışıyla karakterize bir kişilik örüntüsüdür (American Psychiatric Association, 2013). Bu örüntüye sahip bireyler genellikle çevrelerinin ilgisine duyarlıdır ve başkalarının onayını kaybetmekten çekinebilirler. Duygularını güçlü biçimlerde ifade etme eğilimindedirler ve bazen bu ifadeler çevreleri tarafından abartılı olarak algılanabilir.
Dışa dönük, kendine güvenli ve karizmatik bir görünüm sergileseler de, içsel benlik algıları zaman zaman kırılgan olabilir. Bu durum, ilişkilerinde dalgalanmalara yol açabilir. Ancak burada önemli olan nokta, bu davranışların çoğunun bilinçli bir “dikkat çekme çabası” değil, derin bir duygusal güven arayışının sonucu olduğudur. Bu güven arayışı çoğu zaman farkında olmadan hem yakınlık hem de onaylanma ihtiyacını aynı anda besler.
Duygusal temeller: Görülme ve onaylanma ihtiyacı
Birçok psikolojik model, bu örüntülerin kökeninde çocuklukta yaşanan duygusal öğrenmelerin bulunduğunu öne sürer. Bazı bireyler, ebeveynlerinden sevgiyi yalnızca “iyi” veya “etkileyici” olduklarında aldıklarında, sevginin koşullu bir şey olduğuna inanabilirler (Millon, 2011). Bu öğrenme biçimi yetişkinlikte “ben sevilebilir olmak için dikkat çekmeliyim” şeklinde içselleşmiş bir inanç olarak karşımıza çıkabilir.
Bilişsel davranışçı terapi (CBT) yaklaşımına göre bu bireylerde sıklıkla “ben görülmezsem var olamam” veya “değerli hissetmek için fark edilmem gerekir” gibi temel inançlar gözlenir (Beck & Freeman, 1990). Bu inançlar, günlük yaşamda duyguların yoğun ve gösterişli biçimlerde dışavurumuna neden olabilir. Fakat bu durum bir manipülasyon değil, görülme ve kabul edilme ihtiyacının duygusal bir yansımasıdır.
İlişkilerde duygusal dinamikler
Histrionik özellikler gösteren kişiler, ilişkilerinde genellikle sıcak, enerjik ve etkileyici bir profil çizerler. Duygularını paylaşmaktan çekinmezler ve başkalarıyla kolayca yakınlık kurabilirler. Ancak bu ilişkiler bazen hızla derinleşir, ardından aynı hızla soğuyabilir. Bu durum, karşı taraf için kafa karıştırıcı olabilir.
Psikodinamik kuramlar, bu davranışların ardında genellikle “değersizlik hissini dengeleme” ihtiyacının yattığını belirtir. Kişi, karşısındaki bireyin ilgisini sürekli kılmak ister; çünkü ilgi azaldığında bu durum içsel olarak reddedilme veya terk edilme gibi algılanabilir. Bu da ilişkilerde duygusal dalgalanmaları artırabilir.
Bu noktada önemli olan, bu davranışların “oyun” olarak değil, duygusal düzenleme biçimi olarak görülmesidir. Böyle bir bakış açısı, hem anlayışı hem de iletişimdeki sağlıklı sınırları güçlendirir.
Çevremizde böyle biri olduğunda
Histrionik özellikler taşıyan biriyle yakın bir ilişki kurmak duygusal olarak yoğun ve bazen zorlayıcı olabilir. Bu noktada en sağlıklı yaklaşım, ilişkide sınırların korunması ve karşılıklı duygusal güvenin desteklenmesidir.
İletişimde şu ilkeler yararlı olabilir:
-
Duygusal tepkilere aşırı karşılık vermemek. Sakin ve dengeli bir yaklaşım, duygusal yoğunluğu dengelemeye yardımcı olur.
-
Tutarlılık göstermek. Tutarlı davranışlar güven hissini pekiştirir.
-
Empatiyi korumak. Bu kişilerdeki davranışların çoğu duygusal ihtiyaçlara dayanır; bunu fark etmek anlayışı artırır. Ancak empati, kendi sınırlarını feda etmek anlamına gelmemelidir.
Araştırmalar, bu örüntülerin terapi sürecinde farkındalık, duygusal düzenleme ve öz-değer algısının güçlendirilmesiyle olumlu biçimde değişebildiğini göstermektedir. Terapi, yalnızca bireyin değil, çevresinin de duygusal ilişkilenme biçimini anlamasına yardımcı olabilir.
Sonuç
Histrionik kişilik bozukluğu ya da bu yönde eğilimler, dikkat çekme isteğinin ötesinde bir duygusal ihtiyaçla ilgilidir. Görülmek, anlaşılmak ve değerli hissetmek her insana özgü temel arzular arasındadır. Bu örüntüye sahip bireylerin davranışları bazen yorucu veya karmaşık görünebilir; ancak bu davranışlar çoğu zaman sevgi ve kabul arayışının yansımalarıdır.
Bu farkındalığı kazanmak, yalnızca bu bireyleri anlamamıza değil, kendi duygusal sınırlarımızı da yeniden tanımlamamıza olanak sağlar. Gerçek çözüm, bu insanları değiştirmeye çalışmak değil, davranışlarının ardındaki duygusal mesajı anlamaya çalışmaktır. Çünkü anlamak, her zaman onaylamak değildir; empati, karşımızdakini görürken kendimizi kaybetmemektir.
Kaynakça
American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed.). American Psychiatric Publishing. https://doi.org/10.1176/appi.books.9780890425596
Beck, A. T., Freeman, A., & Associates. (1990). Cognitive therapy of personality disorders. Guilford Press.
Millon, T. (2011). Disorders of personality: Introducing a DSM/ICD spectrum from normal to abnormal (3rd ed.). John Wiley & Sons. https://doi.org/10.1002/9781118099254


