Animası gelişmeyen erkeğin, kadından ve kadının duygularından anlaması zor olacaktır. Animusu gelişmeyen bir kadının da erkeği bu şekilde anlaması zor olacaktır. Carl Gustav Jung’un bununla ilgili yazmış olduğu bu teorisinden, bu arketiplerden anlayacağımız çok daha derin mesajlar içeriyor. Kadın ve erkeğin birbirini anlaması, kendinde gelişecek şeyin — anima ve animusa — bağlı olduğunu düşünmüştür. Bu tutumla insanlar buna benzer olanı empati yapmak olarak anlamlandırmıştır. Ancak buna gerçek nitelik yönünde bir değer atfetmek istersek eğer, bu empati yapmaktan çok daha farklıdır.
Carl Gustav Jung’a göre bu arketipler direkt olarak kadın ve erkek için uyumlandırılmıştır. Kendi içlerinde bütün yaşamı boyunca geliştirilmesi veya gelişmesiyle hem çevresel etki bağlamında hem de kendi aile ilişkileriyle olumlu yönde bir dinamiklik kazanacağını ifade etmektedir. Hayatımızın her alanında her karşılaşacağımız sorunlarla, yaşadığımız bu hayat dinamikliği karşısında karşı cinslerimizle iletişim halinde olacağız ve bu yüzden sorunlarla karşılaşamayacağımızın bir garantisi yoktur.
Daha çok birbirini anlayan iki kadın ile iki erkek arasında bir sorun hemen çözülebilir. Peki ya kadın ve erkek arasındaki problem gittikçe ikisinin gerilmesine sebebiyet veriyorsa, burada Carl Gustav Jung’un yukarıdaki arketipleri işimize yarayacak mıdır?
Erkekteki bilinçdışı oluşacak veya olması gereken anima, kadında da animus olarak erkeğin üzerinde otoriter olması yönünde ortaya çıkmaktadır. Bunlar birinde bilinçdışı ve diğerinde bilinçli olarak ortaya çıkmış olamaz. Çünkü eğer birinde bilinçdışı olarak çıkıyorsa diğerinde de aynı şekilde deneylenmiş ve ispatlanmış bir şekilde çıkması gerekiyor. İki cinsin farklı duyguları, psişik yönleri olabilir, ama ikisi de insandır — aynı türdür.
CİNSİYET ARKETİPİ
Erkeğin animasının, kadının ise animusunun gelişmiş olması ne demektir? Erkeğin animası bilinçdışı olarak kadın tarafı demektir. Kadının animusu ise bilinçdışı erkek tarafı demektir. O hâlde her iki cinsin birbirini anlaması konusunda neden zorluk yaşadıklarını düşünebilir ve bu süreçte birbirini anlayabilir. Bununla ilgili düşüneceğimiz şey, gelişimle ilgili olan tarafıdır.
İkisinin birbirine zıt olan bu yönlerinde doğuştan var olduğunu ispatlarsak, peki nasıl geliştiğini veya bu yönde gelişeceğini ispatlayabiliriz? Bu da ancak deneyimle, ilişkiler içinde veya sosyal hayatın içinde o doğal istem dışı rollerini oynayarak veya yaşayarak öğrenilir.
Burada fark edeceğimiz şey şu olacaktır: “Ben neden karşı cinsimi anlamak zorundayım?” gibi bir soru sorarak kendinde zıt olanından farkındalık kazanabiliriz. Şimdi buna benzer farkındalık yaratacak başka sorular sorabiliriz:
Eğer karşı cinsimi anlarsam bu bana ne kazandıracaktır?
İlişki içinde olduğum karşı cinsimi nasıl anlayabilirim?
Kadınım, benden ne bekliyor olabilir?
Erkeğim, benden ne bekliyor?
Kendimi nasıl onun yerine koyabilirim?
Ne yapsam kendimi onun gibi düşünebilirim?
Onun etrafında olayları ne yaparsam onun gözünden anlamış olacağım?
Arkadaşım Christina benden neler bekliyor? Dostum olan Dawid’i nasıl mutlu etsem onu anlamış olurum ya da kendimi onun yerine koymuş olurum? Şimdi tüm bu sorulara odaklarsak bunların hepsi de sosyal yaşamda tecrübe edilerek, deneyimlenerek elde edilecek ve öğrenilecek türdendir. İşte Carl Gustav Jung buna cinsiyet arketipi demiştir.
Her iki cinste zıt olarak bedensel ve ruhsal olarak benzerlikler vardır. Evet, kadının veya erkeğin iletişim konusundaki farklılıklarına inersek çok daha detaylı bir inceleme yapmış olacağız. Duygusal olarak hislere, sezgilere ya da alışkanlıklara baktığımız zaman burada detaylı olarak bazı farklılıklar hem bedensel hem de ruhsal olarak kendini ele verecektir.
Ancak Carl Gustav Jung burada her iki cinsin birbirine zıt tarafını olumluya addetmektedir. O hâlde bu cinsiyet arketipi değerlendirilmeli ve doğuştan var olan bu anima ve animusun farkında olmak lazımdır.
FARKINDALIK VE AURA
Evet, kadının, erkeği ve erkeğin de kadını anlaması ve bu şekilde iletişimde kalması gerektiği konusunda olumlu bir süreç olduğunu vurgulamış olalım. Bunun geliştirilmesi de farkındalığa bağlıdır. Bu farkındalık tıpkı duygular, düşünceler gibi değerlendirilmelidir.
Kadın veya erkeğin aurasının gerçekte fark edilebilir derecede olmadığını bilebilirsek; fakat yine de bu ruh hallerinin ne derecede kadının veya erkeğin kendinde yükseldiğini fark edersek, birbirine karşı olumlu davranış — olumlu iletişim kurabilirler.
Eğer kadın mutlu ise bu demektir ki yanındaki erkeği de veya karşı cinsi olan aile bireylerinden herhangi biri de mutlu olmayı hak ediyor. O hâlde birey, karşı tarafın kendi mutlu olduğu kadarını dahi fark edebilirse ya da mutsuz olduğunun kaynağını öğrenebilmeye yatkın ise ya da meraklı olmaya istekli ise bu her iki cins için de olumlu bir süreç kazandıracaktır.
Kadının sırf salt kendisinin değil, erkeğin de mutlu olmak istediğini bilmelidir. Bu sayede kadın o aurasını, enerjisini karşı tarafa yani erkeğe de yansıtması gerektiğini bilmelidir. Bu durum erkek için de aynısı geçerlidir.
Karşılıklı mutluluk, huzur ve sağlıklı birliktelik bu şekilde sağlanılabilir. O aura, sırf salt kendin için değil, ilişki içinde olduğun karşı birey için de lazımdır. Bu auranı ikiye katlayacaktır.
O hâlde sırf salt sadece erkeğin animası veya kadının animusu değil, bir de hayat enerjileri, o manevi huzuru yani auraları da yüksek olması bilahare iletişimin, ilişkilerin olumlu ilerlemesi konusunda temel, en nitelikli destektir.
Kadın veya erkeğin hayat enerjileri hangi yönde gelişmiştir, bireyin enerjileri hangi yönde gelişmektedir? Bireyin karşı cinsine hangi konularda birbirinin yerine düşünüp, sırf salt empati yapabilmelidir? Kadının veya erkeğin aurası, onların bu yönde tutumunu belirlemektedir.
Birbiriyle ilişkili sözlü veya sözsüz iletişiminin ne derecede olumluya veya olumsuza doğru gideceğini belirlemektedir.
Birey, eşine karşı sırf salt tartışma — kavga esnasında sürekli bunu yatıştıracak konumda rolü benimsiyorsa, bu karakterin bir diğer bireye kıyasla hayat enerjisi — aurası yüksek demektir. Bu erkek veya kadın için fark etmiyor ve her iki cins için de aynısı geçerlidir.
Bu yukarıdaki örneğin tam tersi olduğunu düşündüğümüzde, o hâlde hayat enerjileri — auraları düşüktür demektir. Her iki cins veya iletişimde olduğunuz insanlarla bu hayat enerjiniz olumlu veya olumsuz süreçler boyunca değişebiliyor.
O hâlde burada Carl Gustav Jung’un cinsiyet arketipi aklımıza gelecektir. Animasın ve animusun ne olduğunu tekrar hatırlamamızda fayda vardır.
Erkek, kadının tüm olumsuz ve olumlu tutumlarına karşı kendinde bir anlam vermeyi bilemiyorsa, sırf salt eşi veya birey olarak karşı cinsleri konusunda hakkında bir empati yapacağını söyleyemeyiz. “Bu erkek empati yaptı” diyemeyiz. “Bu farkındalık kazanmaya açıktır” diyemeyiz.
Sırf karşı cinsini anlayabilmeye meraklı değilse ve sırf salt uzlaşım için farkındalık kazanmaya yeltenemiyorsa, ilişki içindeki tutumu olumluya doğru gelişeceğini iddia edemeyiz. Bu aura, farkındalık ve cinsiyet arketipi, iletişim konusundaki her iki cinsin birbirine uyum konusunda bağlantıyı mutlak olarak kavrayabiliriz.
Carl Gustav Jung’un da anlatmak istediği bundan farksız değildir. Bir insanın hayat enerjisinin yüksek olması yani aurasının yüksek, dengeli olması, hayatta mutlu olabilmesi, hayattaki olumsuzlukları giderebilmeye dirayetli olmasıyla paraleldir.
Erkek kendini kadının yerine koyabilmeye meraklı olamıyorsa, onu anlamaya da istekli olamıyordur demektir. Sağlıklı bir düşünce evresinde bireyler, kadın ve erkek mutlak uzlaşıma dayalı tutumlarını çoğaltabilmeye dirayetli olmalıdır.
Sırf gergin olacağından emin olup farkındalık yoluna gitmeyi seçebilmelidir.
HAYAT TEMBELLİĞİ VE AURANIN ÖNEMİ
Problemleri, anlaşmazlıkları, küskünlükleri sürekli uzatan bireylerde hayat tembelliği vardır. Bu hayat tembelliğine de bir bakalım: Bunlar az mutlu olurlar, tereddüt içinde davranırlar, az gülerler, az muhabbet ederler, salt kendilerine değil, başkalarının dediklerine odaklanırlar.
Az gülmeyi kendisi isteyerek seçmiyor, bunu kendini mutlu etmek için de seçmemektedir. Sadece farklı olduğunu başkalarına kanıtlamak için kendinde bir mecburiyet varmış gibi yapmaktadır.
Oysa doğanın bir parçası olarak hayatın tadını çıkarabilir ve sırf enerji düzeyinin nelere bağlı olduğunu kavrayıp bu şekilde davranabilir. Kendini zorunlu bir şekilde uyum içinde olmayı koşullandırmak yerine sadece iletişimin her türlü dinamiği içinde yaşayarak, hareketini azaltmadan, gülmeyi kesmeden, muhabbetin arka perdesini düşünmeden, bir şeyler yapıp o yaptığı şeylerin olumsuz yanlarını aklına getirmeden her türlü normal davranabilir.
Bunun tersi ancak hayat enerjisini — aurasını düşürecektir. Bu bireyin karşı cinsine ya da ilişki içinde olduğu eşine, aile bireylerine veya topluma karşı bakışı sığ olarak kalacaktır. Hayatta farkındalığı öğrenemeyecektir.
Evet, bunları ısrarla vurgulayarak hayattaki enerjimizin, auramızın veya karşı cinslerimize karşı tutumlarımızın bağlantısını kurmuş olduk. Bunların birbiriyle bağlantılı olması ve nelere bağlı olduğunu analiz etmemiz ve cinsiyet arketipinin değerlendirmesini analiz etmemiz kaçınılmaz olarak olumlu bir sonuç verecektir.
Sonrasında bunun hepsinin yani farkındalığın, cinsiyet arketipinin ve auranın birbiriyle bağlantısını ve iletişim konusunda temel uyum desteğini olduğunu analiz etmiş olduk.