(Anne ve Baba)
Yaşam ne zaman başlar? Doğduğumuzda mı yoksa kendimizi bulduğumuzda mı? Dünyaya gözlerimizi açtığımız ilk an labirentin başlangıcıdır. Labirentin başlangıç noktasında ise yanımızda sadece iki kişi vardır: büyülü bir kucak ve koca bir çınar. Karşımızda ise tanımadığımız, bilmediğimiz onlarca yol ve insan… Hangi yolu seçeceğimizi, insanları nasıl tanıyacağımızı, insanlarla bu labirentte nasıl yürüyeceğimizi iki büyük kahraman öğretir bize. Bir yere kadar elimizden tutar, yanımızda olur ve korurlar bizi.
Peki ya sonra? Bu hep böyle mi devam etmeli yoksa bir yerde bırakmalılar mı elimizi? Belki de biz ellerini bırakmalıyızdır. Tabii yaşamaya başlamak istiyorsak.
Kendini Gerçekleştirme: Yaşamın başlama şartı
Kendini gerçekleştirme, insanın sahip olduğu yetenek ve potansiyeli en üst düzeyde ortaya koyabilmesi anlamına gelir. İlk kez psikolog Abraham Maslow tarafından tanımlanan bu kavram, kişinin kendi değerlerini, arzularını ve yeteneklerini fark edip bunları doyurucu biçimde yaşamasıyla ilgilidir.
Bu kavram aslında labirentin başlangıç noktasından itibaren hayatımızda işlenmeye başlar. Anne ve baba ile başlayan bu yolculuk, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının, sevgi, aidiyet ve saygınlık gereksinimlerinin karşılanmasından sonra ulaşılan en üst düzeydir.
Kendimizi gerçekleştirme yolculuğumuz, düz bir yol değil; tam anlamıyla bir labirenttir. İçine adım attığımızda nereye gideceğimizi bilemeyiz; dönemeçler, çıkmaz sokaklar ve bazen geri dönmemiz gereken yollarla doludur. Bu süreçte anne ve babanın tutumu ise belirleyici bir etkiye sahip.
Bizler labirentte yol alırken destekleyici, sevgi dolu ve keşfetmeye izin veren bir çınar ve kucak; kendi yolumuzu bulmamıza, yeteneklerimizi denememize ve hata yapmaktan korkmamamıza zemin hazırlar.
Tam aksine, sürekli eleştirildiğimiz, kendi beklentilerini bize dayattıkları ya da hayallerini yükledikleri koşullar kendini gerçekleştirme yolculuğunu sekteye uğratır ve labirentte düşmemize bazen de hiç ilerlemeden öylece kalmamıza sebep olur.
Bu labirentin duvarlarını çoğu zaman çocukluğumuzda öğrendiğimiz korkular, başkalarının bizden beklentileri örer. İşte tam da bu noktada koca çınar ve büyülü kucak yolculukta ilk rehberlerimiz olur. Bizi cesaretlendirdiklerinde adımlarımızı daha güvenle atarız; ama “o yol tehlikeli” ya da “bunu yapamazsın” dediklerinde, labirentin içinde kaybolmaktan korkarız. Bu yolda her dönüş, kendimizde yeni bir yön keşfetmemizi sağlar; ilgi alanlarımızı, becerilerimizi, bazen de en büyük korkularımızı fark ederiz.
Çıkmaz sokaklara girdiğimizde pes etmek yerine geri dönmeyi öğreniriz — çünkü bu, başarısızlık değil, kendimize yol bulma şansıdır.
Labirentin merkezine varmaktır aslında kendini gerçekleştirmek. Yaşamaya başlamanın öncelikli şartıdır. Vardığımız noktada ise hissettiğimiz en büyük özgürlük; kim olduğumuzu bilmek ve başkalarından onay beklemeden kendimiz gibi yaşayabilmektir. Koca çınar ve büyülü kucaktan bile… Ama aslında bu yolculuğun en güzel yanı, sadece hedefe varmak değil; her adımda kendimizi biraz daha tanımak ve büyümektir.
Yaşam Başladı
Artık o büyülü kucağı ve koca çınarın ellerini bırakma vakti geldi. Elbette yanınızda olmalarına izin verin, siz de onları yalnız bırakmayın. Fakat bunu artık sizi yönlendirmeleri için değil, sadece destek olmaları için yapmalısınız ve onlar da böyle yapmalılar.
Kendinizi keşfettiğiniz bu labirentte kendi yolunuzu, kim olduğunuzu, ne yapmak istediğinizi buldunuz… Öyle değil mi? Durun, buldunuz mu gerçekten? Eğer merkeze, yani kendinize hâlâ varamadığınızı hissediyorsanız, olduğunuz yerde bekleyin; derin bir nefes alın ve geriye dönüp şöyle bir bakın.
Elbette bu yolculukta hatalar yapmış olabilirsiniz, her zaman olacaktır. Ama bu hataları fark edip doğru adımlarla değiştirmek, onları yapmaktan çok daha kolaydır. Çünkü biliriz ki siyahın zıttı beyazdır. Asıl üzerinde düşünmemiz gereken ise şudur: Eksik olan neydi? Bu eksikliğin kaynağı neydi? Bizden mi, çevremizden mi, seçimlerimizden mi yoksa koca çınar ve büyülü kucağın –yani anne ve babamızın– bizi kendi doğrularına çekme çabasından mı kaynaklanıyordu?
Bugün işte tam da bunu konuştuk: Eğer bu eksiklik, o koca çınar (baba) ya da büyülü kucak (anne) olursa, hayatımız nasıl şekillenir, biz nasıl bir yaşam süreriz?
Bulabilir miyiz kendimizi, devam edebilir miyiz yolculuğa ya da başlayabilir miyiz yaşamaya? İşte asıl soru bu. Çünkü gerçek cesaret; kendi yolumuzu seçmekte, kendi hatalarımızdan öğrenmekte ve eksiklerimizi başkalarının gölgesinde değil, kendi ışığımızda tamamlamaya çalışmakta saklıdır.
Unutmayalım: Koca çınarın kökleri ve büyülü kucağın sıcaklığı hep içimizde. Anne ve babamızdan aldığımız ilk sevgi ve ilk güven, kendini gerçekleştirme yolculuğumuzun en önemli taşlarını oluşturur; çünkü onlar, ayakta durmayı öğrenmemiz için bize ilk gücü veren kişilerdir. İlk rehberlerimizdir.
Ama bir gün gelir, bu köklere tutunmakla kendi dallarımızı uzatmak arasında seçim yapmamız gerekir. Kendini gerçekleştirme, yani potansiyelimizi tam anlamıyla yaşamak, başkalarının hayallerine göre değil; kendi tutkularımıza ve değerlerimize göre bir yol çizdiğimizde mümkündür.
Anne ve babamız ne kadar değerli olursa olsun, onların doğruları bizim gerçeğimiz olmayabilir. Onlar artık bizi yönlendirmeyi değil, sadece yanımızda durmayı seçmeli; biz ise kendi yolumuzu korkmadan yürümeyi öğrenmeliyiz.
Şimdi derin bir nefes alalım, hem onlara duyduğumuz sevgiyi hem de kendimize borçlu olduğumuz özgürlüğü kalbimize koyup kendi merkezimize yürüyelim.
Çünkü gerçekten yaşamak; anne ve babamızın sevgisini içimizde taşıyıp, kendi kendini gerçekleştirme yolumuza cesaretle adım attığımızda başlar.