Mevsiminde olmayan bir meyve veya sebzeyi tüketir misiniz? Peki ya iyi pişmemiş ve hızlıca önünüze servis edilmiş bir yemeğe ne dersiniz? Belki bunlara hayır cevabı veriyorsunuzdur. O halde artık günümüz ilişkilerinde çok hızlı bir şekilde olgunlaştırıldığı fikrine ne dersiniz? İlişkinin ne zaman başlayıp, nasıl geliştiğine ve hatta nasıl bir anda bittiğine şaşkınlıkla bakakaldığınız, şahit olduğunuz veya bunların başınıza geldiği de oldu mu? Neden bu kadar hızlı bir ilişki içine giriliyor, ne bulmayı umut ediyoruz? Duyguların fırtınasında sadece sürüklenen bir yaprak gibi oluyoruz. Belki de hissetmeye fırsat bulamadan günleri tüketiyor, hatta farkında olmadan karşımızdakini de tüketiyoruz.
Hızın Dünyasında İlişkiler
Çağımız hız dünyasında insanlar, ilişkilerde bu hızın pozitif ve negatif etkilerine maruz kalıyor. Hızlı tüketim, hemen doyum ve yüksek haz arayışının hüküm sürdüğü bu dönemde, ilişkiler de kendi payına düşeni alıyor. Kişiye göre farklı gerekçeleri olmakla birlikte bir ilişkiye başlama, geliştirme, sürdürme ve hatta bitirme hızı artırmış düzeyde.
Bazen partnerin kolay ve hızlı bulunabileceği, yeni bir ilişkiye hemen gidilebilecek inanışlar ilişkinin hızını arttıran faktörler olabilir. Tüketim çağında bir şeylere hemen ulaşabilme, sıkıntıya ve yalnızlığa tolerans düşüklüğü ve bunun zaaf olarak değerlendirilmesi de ilişkilerin hızını etkileyebilir. Kimi zaman “Daha ne bekliyorsun?”, “Seviyorsanız zaman kaybetmeyin, aşkta yavaşlık iyi değildir.” gibi toplumsal söylemler, bireyleri erken bağlanmaya ve ilişkiyi hızla ileri bir boyuta taşımaya teşvik edebiliyor. Diğer yandan kişinin çevresindekilerle kendini kıyaslaması, “gecikmişlik” hissiyle hareket etmesine ve kendini ilişki içinde tanımadan partnerine bağlanmasına neden olabiliyor.
Hızın zevki mi, yavaşlamanın dinginliği mi?
Hayal edin: Saatte 120 km hızla giden bir araçla manzara izlemekle, 50 km hızla giderken çevrenin detaylarını fark etmek aynı mıdır? Hız arttıkça çevreyle temas azalır; dikkat dağılır, gözden kaçanlar çoğalır. İlişkilerde de benzer bir dinamik işler. Çok hızlı derinleşen ilişkilerde taraflar birbirini gerçekten tanıyamadan ciddi kararlar alabilir. Bu da ilerleyen süreçte “Sen değiştin” ve “Seni hiç tanıyamamışım” gibi söylemlerin ortaya çıkmasına yol açabilir.
Yoğun duygularla, dürtüsel biçimde başlayan ilişkiler ilk etapta tatmin edici gibi görünse de sağlıklı bir bağ kurmanın temel yapıtaşları olan güven, sınırlar, iletişim ve bireysel farkındalık süreç içinde zayıf kalabilir. İlişkilerde doyumsuzluk, duygusal bağımlılık, sınır ihlalleri ve tükenmişlik gibi olgular da çoğunlukla bu hızlı başlangıçların gölgesinde gelişir.
Her sağlıklı ilişkinin kendine özgü bir ritmi, bir gelişim süreci vardır. Bir tohumun filizlenip meyveye dönüşmesi zaman alır; emek, bakım ve sabır ister. Benzer şekilde, duygusal bağ da zamanla güçlenir. Yavaş ilerleyen, temeli güven ve karşılıklı anlayışla inşa edilen ilişkiler, uzun vadede daha doyurucu ve sürdürülebilir olma eğilimindedir. Bu nedenle ilişkilere zaman tanımak, hızla değil dikkatle yaklaşmak, duygusal sağlamlık açısından oldukça kıymetlidir.
Hızlı Doyum Arayışı: Ne Uğruna Ne Feda Ediliyor?
Günümüzün hız odaklı yaşam tarzı, bireyleri her şeye “hemen” ulaşmaya, “en yüksek hazza” çabucak erişmeye teşvik ediyor. Ancak bu kısa vadeli tatmin çabası, çoğu zaman farkında olmadan hem kendimize hem de başkalarına zarar verebilecek dinamikleri beraberinde getiriyor.
Düşünün: Çok acıktığınız bir anda mobil uygulamadan hızlıca yemek siparişi veriyor, gelen yemeği de zaman baskısıyla hızla tüketiyorsunuz. Bu kısa süreli haz, uzun vadede sağlığınız üzerinde nasıl etkiler yaratabilir? Sindirim sisteminizden kan değerlerinize, beden sağlığınızdan bütçenize kadar pek çok alanda olumsuz sonuçlar doğurabilir. Şimdi bu örneği ilişkiler dünyasına uyarlayalım.
Yalnız kaldığınızda, bir ilişkinin yeni sona erdiği bir dönemde, terk edilme ya da aldatılma sonrası yaşanan duygusal kırılganlıkta ya da yaş ilerledikçe “geç kalmışlık” hissiyle baş başa kaldığınızda hızlıca bir ilişkiye yönelmek oldukça çekici gelebilir. Sosyal medya ve dijital platformların sunduğu sınırsız partner alternatifi, “en iyisini hemen bulmalıyım” baskısını körükler. Aynı zamanda dizi, film ve reklamlarla idealize edilen ‘mükemmel eş’ ve ‘kusursuz ilişki’ imgeleri bireyin zihnine olağanüstü bir hızla işlenir. Bu hız, sadece seçimleri değil, ilişkinin yaşanma biçimini de etkiler. Henüz yas süreci tamamlanmadan başlanan ilişkiler, duygusal ihtiyaçların sağlıklı yollarla değil, geçici doyumla karşılanmasına sebep olabilir. Ayrıca birey, bu süreçte partnerini bir “tamamlayıcı” ya da “kurtarıcı” gibi görmeye başlayabilir ki bu da ilişkisel dengesizlikleri ve duygusal bağımlılığı beraberinde getirir.
Tüm bu hızlı akış içinde farkında olmadan yaşanan şey, aslında bir tür duygusal kaçınma olabilir. Hissetmekten kaçtığımız acılar, hayal kırıklıkları ya da yalnızlıkla yüzleşmek yerine, bu boşluğu hızla başka bir şeyle doldurmaya çalışırız. Ancak bu, uzun vadede tatminsizlik, duygusal tükenmişlik gibi sonuçlara zemin hazırlayabilir.
Seçim Sizindir
Nihayetinde bir ilişkiye başlama biçimi, partner seçimi ve bu ilişkinin nasıl sürdürüleceği; bazen bilinçli bir farkındalıkla, bazen ise duygusal ihtiyaçlara kapılarak alınan kararlarla şekillenir. Kimi zaman çevresel baskılar, kimi zaman yalnızlık duygusu ya da geçmişten taşınan bağlanma dinamikleri bireyi hızlıca bir ilişkiye sürükleyebilir. Ancak bu hızın ardında, fark edilmeden gelişen bir savrulma, doyumsuzluk ya da duygusal bağımlılık riski yatabilir.
İlişki sürecini yavaşlatmak, her aşamada farkındalıkla ilerlemek ise hem kendimizi hem de karşımızdakini daha gerçekçi, daha derinlemesine tanımamıza olanak tanır. Flört döneminden sevgililiğe, oradan birlikte yaşam kararlarına kadar uzanan süreci aceleye getirmemek, sınırların, beklentilerin ve duyguların daha sağlıklı şekillenmesini sağlar.
Tüm bunlara rağmen, nasıl bir ilişki kuracağınız, bu ilişkiyi ne hızda ve hangi derinlikte yaşayacağınız sizin seçiminizdir. Bazen hızın peşine düşmek, bazen de yavaşlamayı tercih etmek kişinin içinde bulunduğu yaşam dönemine, psikolojik ihtiyacına ve değer sistemine bağlı olarak değişebilir. Ancak her halükârda önemli olan, bu seçimi farkındalıkla, duygusal dürtülerle değil; kendi iç sesinizi dinleyerek ve uzun vadeli sonuçlarını göz önünde bulundurarak yapmanızdır.