“Biz sadece sizin iyiliğinizi istiyoruz.”
Bir evlilikte en sık duyulan ama en çok sınır ihlali içeren cümlelerden biridir bu. Yeni bir hayat kurmuş, kendi düzenini oturtmaya çalışan iki yetişkinin arasına giren bu cümle, çoğu zaman büyük bir problemin başlangıcı olmaktadır. Evlilik iki kişi arasında kurulur; ama özellikle bizim toplumumuzda, çoğu zaman dört, altı, hatta sekiz kişi arasında yaşanır. Çünkü evlenen sadece iki birey değil; iki ailenin kültürü, alışkanlıkları, beklentileri ve bazen bitmeyen müdahale hakkı hissidir.
“Sadece Yardım Etmek İstedik” Cümlesinin Ardındaki Gerçek
Kök aile müdahalesi, çoğu zaman farkında olunmadan gerçekleşir. Müdahalelerini sevgiyle, yardım niyetiyle, hatta bazen “siz daha gençsiniz, bizden öğrenecekleriniz var” bakışıyla meşrulaştırırlar. Fakat her “yardım” aslında bir mesaj taşır. Bu müdahaleler bazen ekonomik destek gibi görünür, bazen bir tencere yemekle, bazen de evin dekorasyonundan çocuk eğitimine kadar her alana uzanan fikirlerle gerçekleşir. Başta “iyi niyetli” gibi görünse de aslında bağımsız bir aile sisteminin oluşmasını engeller.
Müdahaleye Uğrayan Sadece Evlilik Değil, Bireyliğin Kendisidir
Yeni evli çiftler, evliliklerinin ilk yıllarında kendi dillerini, ritüellerini, çatışma stillerini oluşturmaya çalışırken; kök ailelerden gelen sürekli müdahale bu süreci kesintiye uğratır. Kadın ya da erkek, kendi ailesinden gelen bu müdahaleyi yönetemezse; çift arasında kırılmalar başlar. Çünkü bir evlilikte en çok ihtiyaç duyulan şeylerden biri duygusal birlikteliktir. Ancak üçüncü kişilerin kim olursa olsun sürekli fikir belirtmesi, yorum yapması, karşılaştırmalarla dolaylı baskı kurması bu bağı zayıflatır.
Ve en kötüsü şudur: Müdahale edenler bunu genellikle “ne kadar fedakâr olduklarını” vurgulayarak yapar. Böylece çift, kendi alanlarını savunurken hem suçlu hisseder hem de “nankör” olmakla yaftalanır.
Kime Sadık Kalmalıyım?
Bu, evliliğin görünmeyen ama çok derin bir sorusudur. Kök ailesine sınır koymaya çalışan bireyler, çoğu zaman içsel çatışma yaşar:
- “Ya kırılırlarsa?”
- “Ya annem/babam küserse?”
- “Ben onlara çok şey borçluyum…”
Bu noktada çiftlerin kendilerine şu soruyu sorması gerekir:
“Biz kendi ilişkimize mi aitiz, yoksa başkalarının onayına mı bağımlıyız?”
Çünkü evlilik yalnızca birlikte yaşamak değil; birlikte bir hayat inşa etmektir. Bu inşa sürecinde dış sesler ne kadar yüksekse, iç ses o kadar kısılır. Ve zamanla bireyler, ne istediklerini, neyi sevip neyi sevmediklerini, birlikte neyin hayalini kurduklarını bile unutmaya başlar. Her kararın ardından hissedilen o “birilerine danışmalıyız” iç sesi, birey olma kapasitesinin törpülenmiş hâlidir.
Aile büyükleri çoğu zaman niyetlerinin iyi olduğunu söylese de; iyi niyet, sınır ihlalini meşrulaştırmaz. İyi niyetli yapılan her davranış, karşı tarafta bir yük ve baskı yaratıyorsa orada bir “niyet–etki” çarpıklığı var demektir. Ve bu, sadece çiftin değil; ilişkilerin duygusal iklimini etkileyen kültürel bir meseledir. Bizim toplumumuzda, özellikle kadınlar bu noktada daha çok zorlanır. Hem “iyi bir evlat” hem de “iyi bir eş” olma baskısıyla sıkışırlar. Ve çoğu zaman kendi seslerini duymaz, ilişkilerini yürütemez hale gelirler.
Sınır Koymak Saygısızlık Değildir
Sağlıklı bir evlilik, “biz” olabilen iki bireyle başlar. Bu “biz”, dışarıdan şekil verilen değil; içeriden şekillenen bir birlikteliktir. O yüzden gerçek bağ, sadece sevgiyle değil; karşılıklı sorumluluk ve dış etkenlere karşı ortak bir duruşla kurulur. Kök aile ile kurulan yeni aile arasında bir denge kurulmazsa, evlilik bir tür uzatılmış çocukluk hâline dönüşür. Sevgiyle karıştırılan sınır ihlallerini görebilen çiftler, ilişkilerini daha sağlam temeller üzerine kurabilir ve birlikte gelişme şansını yakalar.
Toplumumuzda kök aileye olan bağlılık, sadakat ve fedakârlık gibi değerler oldukça yüceltilir. Bu kültürel yapı içerisinde bireyin kendi ebeveynlerine sınır koyması sıklıkla “saygısızlık” ya da “nankörlük” olarak algılanır. Oysa psikolojik gelişim bağlamında bakıldığında, duygusal sınırlar koymak, evlilikte bireyselleşme ve olgunlaşmanın temel yapıtaşlarından biridir.
Çiftin birlikte aldığı kararlar, oluşturduğu rutinler ve geliştirdiği çatışma çözme becerileri; dışsal müdahalelerden arındırılmış bir zemine ihtiyaç duyar. Kök ailelerden gelen müdahaleler, her ne kadar “iyi niyet” ya da “yardım” kisvesiyle sunulsa da bu yeni kurulan dinamiğin sağlıklı gelişimini sekteye uğratabilir.
“Bu bizim evimiz.”
“Bizim yöntemimiz.”
“Bizim kararımız.”
Bu tür ifadeler, bireyin kendi yaşam alanını tanımlama hakkıdır. Sınır koymak, dış dünyayı dışlamak değil; iç dünyayı korumaktır. Bu nedenle, bir kişinin eşini ve kurduğu yeni aileyi önceliklendirmesi, kök ailesine olan sadakatine bir ihanet değil; sağlıklı bir şekilde duygusal olarak bağımsızlaşmasının bir göstergesidir.
Dış müdahalelerle şekillenen bir ilişki, bireylerin kendi sorumluluklarını alamadığı ve gelişimlerini sürdüremediği bir yapıya evrilir. Her “yardım” adı altında yapılan müdahale, çiftin otonomisini zedeler; evliliğin temelini oluşturan duygusal güvenliği tehdit eder. Bu nedenle, sağlıklı sınırlar yalnızca bireylerin değil, aynı zamanda ilişkilerin de psikolojik sağlamlığı için vazgeçilmezdir.
Sonuç
Bir evliliğin sağlıklı biçimde gelişebilmesi için çiftlerin, kök ailelerine karşı net ve saygılı sınırlar çizebilmeleri gereklidir. Gerçek sevgi, müdahale etmekte değil; alan tanımakta, desteklerken bile sınırlı kalabilmekte gizlidir.