Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Tükenen Omuzlar: Güçlü Kalanların Görünmeyen Yaraları

“İnsan, sosyal bir varlıktır” ifadesini sık sık duyarız, bu cümle aslında ilişkilerimizin merkezindeki gerçeği anlatır: Birbirimize ihtiyaç duyarız. Ancak insan ilişkilerinin sürdürülebilir olması için sadece var olmak değil, dengede olmak da gerekir. Alan ve veren arasında kurulan bu denge bozulduğunda, özellikle sürekli “veren” tarafta kalanlar için sessiz bir tükenmişlik başlar. Bazen duygularımızın fazlasını, bazen vaktimizin çoğunu, bazen istemesek dahi bile ‘evet’ cevabını veririz. Dinleyen, omuz olan, toparlayan, arka planda durarak başkalarına güç verenler, zamanla kendi yüklerini taşımakta zorlanırlar.

Psikolojik destek bağlamında, psikanalist Donald Winnicott’un “yeterince iyi” anne kavramı sadece bakım verenin çocuğa yönelik fiziksel ilgisini değil, onun duygusal ihtiyaçlarını da fark eden ve buna uygun şekilde “ayarılanmış” yanıtlar veren bir figürü temsil eder. Bu kavram, anne-çocuk etkileşiminde aşamalı olarak gerçekleşen “tutarlı yeterlilik” halini ifade ederken; idealize edilmiş, sürekli mükemmel olan bir bakım figürünü değil, hataları da içeren ama bu hataları telafi edebilen gerçekçi bir ilişkisel deneyimi temel alır.

Winnicott’un ortaya koyduğu bu model, aslında sadece annelik bağlamıyla sınırlı kalmayıp genişletilmiş anlamda “tutucu çevre” sunan her bireyi kapsar. Psikoterapi seansı deneyimlerimde fark ettiğim şey şu oldu: Bu kavramı yalnızca ebeveyn-çocuk ilişkisine indirgemek, psikolojik destek veren diğer tüm rolleri göz ardı etmek anlamına gelir. Çünkü “yeterince iyi” olan sadece bir ebeveyn değil, aynı zamanda danışanına psikolojik alan sunan terapisttir, arkadaşına duygusal regülasyon zemini yaratan bir dosttur ya da aile bireylerini duygusal anlamda taşıyan bir evlattır. Çoğu zaman yardım edenin hikayesi görünmez kalır, destek alan değil de destek veren tarafta olduğunuzda tükenmişlik duygunuzu dillendirmeniz kolay olmayacaktır.

Bu bağlamda, Winnicott’un “holding (tutucu)” kavramı ile “yeterince iyi” anne modelinin iç içe geçtiği noktada, psikolojik destek veren bireyin yükü görünmez bir hal alır. Holding ortamını sağlayan kişi, başkalarının duygusal çalkantılarını düzenleyebilmek için kendi iç dünyasını ikinci plana atmak zorunda kalabilir. İşte bu noktada, destek verenin içsel sınırları bulanıklaşmaya başlar ve bu bulanıklık zamanla kronikleşmiş bir tükenmişliğe dönüşebilir.

Psikolog Christina Maslach’ın tükenmişlik üzerine yaptığı çalışmalar, özellikle duygusal emek veren meslek gruplarında yorgunluğun kalıcılaştığını gösteriyor. Ve ben de bu meslek grubunun içinden biri olarak bunun teorinin ötesinde olduğunu biliyorum. Bazı akşamlar seanslardan çıktığımda, kelimelere ihtiyaç duymadan sadece sessizliğe gömülmek istiyorum. Çünkü bazen sadece susmak bile bir iyileşme biçimi olabiliyor. Ancak ne yazık ki özellikle psikolojik destek veren kişilerden her zaman devam etmeleri bekleniyor.

Bir arkadaşım sohbetimiz esnasında şöyle demişti: “İnsanlara yardımcı olmak başta beni yaşatan şeydi ama sonra içimde yaşama dair bir şey kalmadı.” Bu cümle günlerce zihnimde yankılandı. Çünkü bir yandan başkaları için yaşarken, kendi hayatımızı ne kadar kaçırıyoruz sorusunu sorduruyordu bana. Travma Uzmanı Bessel van der Kolk’un da söylediği gibi: “Bedeni hesaba katmadan duygusal acıyı anlayamayız…”

Carl Rogers’ın koşulsuz kabul anlayışı, bana mesleğimde hem yol hem dayanak oldu. Kendi içimde de bunu geliştirmeye çalışıyorum. Ama henüz mesleğimin ilk yıllarından bildirmeliyim ki güçlü görünme zorunluluğu beni de zaman zaman yoruyor. İkili ilişkilerde, bir ekip çalışmasında belki bir topluluğun başkanlığını yaparken en fazla sorumluluğu alan kişiye ‘nasılsın’ diye sorulmaması her birimizin alıştığı bir durum haline geldi. Ve bu sorunun yokluğunda, insan kendi duygusunun bile farkına varamıyor. Bir başka gerçek de şu ki: Psikolojik destek veren kişi için çözüm sadece dinlenmek değil, gerçekten anlaşılmak.

Toplum olarak yücelttiğimiz “fedakâr” figürlerin arkasında, çoğu zaman derin bir ihmal yatar. Bu ihmalin içine bazen biz de kendimizi koyuyoruz. Ve en acı olanı şudur: Yardıma en çok ihtiyacı olanlar, yardımı en az talep edenlerdir. Bu yazı bir çağrıdır: Güçlü görünenlere, her şeyi taşıyanlara, omuz olanlara bir kez de siz sorun: “Sen nasılsın?” Belki o an, ilk kez gerçekten anlatacak gücü bulurlar. Çünkü iyi olmadığını fark edebilmek, çoğu zaman iyileşmenin ilk adımıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar