Perşembe, Kasım 13, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Farklı Bedenlerde Aynı Yüzler; Sevgiye Değil Tanıdıklığa Bağlanıyoruz

İlişkilerde Görünmeyen Zincirler

Neden Hep Aynı Tip Kişilere Çekiliyorum?

Bazen birine baktığımızda içimizde garip bir sıcaklık hissederiz. Sanki o kişiyi yıllardır tanıyormuşuz gibi bir his… Neden hep aynı tür insanlara çekiliyorum diye sorarız kendimize ve aynı yüzleri farklı bedenlerde tanırız.

‘’Bazen aşk değil, ruhların yaraları birbirini tanır.’’

Oysa bu tanıdıklık kalbimizin değil, beynimizin tanıdıklık ezberidir. İnsan beyni alışkanlıklar üzerinden güven, aidiyet ve bağlanma hissi yaratır. Yani tanıdık olanı iyi zanneder hatta acı verici olsa bile. İnsan tanıdık hissettiği bir yüzün ardında geçmişini, aynı davranış kalıplarını, yarım kalmış duyguları yeniden canlandırır. Fakat bu kez farklı olacak sanır, belki de bu yüzden aynı kısır döngüler içerisinde kaybolmuş olarak buluruz kendimizi. Sadece yüzler değişir, cümleler, kırgınlıklar, kaçışlar, hikayeler aynı kalır.

Bazen sevgi zannettiğimiz şey geçmişte yarım kalmış bir duygunun yankısıdır. Çocuklukta öğrendiğimiz sevilme ve sevgiyi ifade etme biçimlerimiz bağlanma sisteminin temelini oluşturur. Sevgi bize nasıl verildiyse yetişkinlik yaşamımızda da sevgiyi bize benzer şekilde yaşatacak olan kişilere çekiliriz. Aslında karşımızdaki kişiye değil, bir zamanlar yarım kalmış duygumuza bağlanırız.

Ondandır ya bazı ilişkiler bizi iyileştirmez, eski acımızı tekrar eder. Psikolojide buna ‘’tanıdıklığa bağlanma’’ diyoruz. Çünkü tanıdıklık beynin en güçlü hissettiği rahatlama mekanizmasıdır.

Eğer bir ilişki bizi daha önce bunu yaşamıştım duygusunun içine çekiyorsa işte orada bir tuzak vardır. Çünkü tanıdık olan her şey güvenli değildir. Bu his bizi geçmişe götürür; tanıdık olan korkutmaz fakat bizi bugün de tutan şey tanıdıklık değil, “Bunu daha önce yaşamadım ama huzurluyum” hissidir.

Bazı insanlar hayatımıza girer ve biz onlara nedenini bilmediğimiz bir çekim hissederiz. O kişiyi seçenin kendimiz olduğunu düşünürüz fakat onu seçen biz değil acımızdır. Çünkü bilinçdışı acıya değil, tekrar eden acıya daha çok alışmıştır. Bildiği bir acıyı, bilmediği bir mutluluğa tercih eder çünkü bu daha güvenli gelir.

Tanıdıklığın sıcaklığına sarılan bedenimiz bunu ‘’sevgi’’ zanneder. Gerçek sevgi büyütür, kabuğundan çıkartır ama tanıdıklık bizi olduğumuz yerde tutar, hapseder. Bazı ilişkiler bitmez; sadece sahne değiştirir. Bir bedenden çıkar, farklı bir bedende aynı yüz, tanıdık bir ses tonu, bir bakış ile geçmişin yankısını bize fısıldar.

O an bilinçdışından zihne duyulan bir ses belirir:
“Bu kez aynı hikayeyi farklı sonla bitireceğim.”

Bir çift gözde, bir zamanlar tamamlayamadığımız cümlelerin devamını, belki annemizin yarım kalan sevgisini, belki babamızdan alamadığımız onayı tamamlamaya çalışırız. Sevgi kılığına girmiş tanıdıklık, kişiye ‘’Bu his bana acımı hatırlatıyor demek ki bu aşk’’ der.

Kendine şu soruyu sor:
Sürekli tetikte miyim, kıskançlık, korku, kaygı, suçluluk ve yetersizlik hisleri içinde mi debeleniyorum?
Yoksa sessizliğin içinde bile huzur buluyorum, susabiliyorum ama korkmuyorum, kendim olabiliyorum, yargılanmıyorum, olduğum gibi ve sadece var olduğum için seviliyorum, sürekli koşmayı değil artık durmayı da biliyorum ve gerçekten kendimi evimde hissediyorum?

Eğer cevabın tüm bu soruların yanında “Acaba beni bırakır mı?” korkusu yaşadığın bir ilişkiyse seni orada tutan şey alışkanlık, korku ve tanıdıklık bağıdır.

Fakat gerçek sevgi ise:
“Seni seçiyorum çünkü sen yanımdayken kendimi evimde hissediyorum. Bağlıyım ama özgürüm.” diyebildiğin kişidir.

İlişkilerde Görünmeyen Roller

Bazen gitmek cesaret ister. Bazen insanı büyüten kalmak değil, bırakabilmektir. Çünkü bazı ilişkiler şifayı değil geçmişin yaralarını gösterir. İlişkilerde görünmeyen zincirler, kendimize seçtiğimiz rollere hapsetmemiz ile sürer.

Bazılarımız ‘’kurtarıcı’’ olur, bazılarımız ‘’kalan’’ ve ‘’bekleyen’’…

Kendimize biçtiğimiz tüm bu rollerin temelinde geçmiş çocukluk deneyimlerimiz ve yaşantılarımızdaki görülmek, duyulmak ve anlaşılabilmek isteği yatar.

Bağlanma teorisinin temelinde insanın kendini en güvende hissettiği duyguyu araması yatar. Fakat acı gerçek bazen bu duygu sıcaklık hissi değil kaos ve bilinmezliktir.

  • Ebeveynlerinden tutarsız bir sevgi gördüysen tutarsızlığı aşk zannedersin.

  • Eğer sevgiyi sadece bir koşula bağlı ve hep çaba gösterme karşılığı elde ettiysen sakinlik sana korkutucu gelecektir. Yalnızca çok çabalarsan aşk olduğuna inanmaya başlarsın.

  • Eğer kaygıyla büyüdüysen hayatında istikrar ararsın, bağ kurmak istersin ama istikrara güvenmekte zorlanırsın.

Çünkü beynimiz için tanıdık olan güvenlidir.
Güvenli olan şey de sevgi sanılır.

Peki Görünmeyen Zincirleri Nasıl Fark Ederiz?

İlişkilerini gözden geçirirken kendine şu kritik soruları sormanı öneririm:

  1. Bu ilişkide ben kim oluyorum? Gerçekten kendim olabiliyor muyum, yoksa ilişkide var olabilmek için dönüşmek zorunda olduğum kişi gibi mi davranıyorum?

  2. Bu ilişki beni büyütüyor mu yoksa olduğum yerde tutsak mı ediyorum?

  3. Sevildiğim ve sevdiğim için mi kalıyorum, yoksa kaybetmekten korktuğum için mi?

Verdiğin cevaplar seni özgürleştirmiyorsa orada aşk değil bağımlılık vardır.

İnsanı en çok yoran ve tüketen şey, sevildiği için değil; kalmaya alıştığı yerde kalmaya kendini zorlamasıdır.

Kendini Seçmek Zincirleri Kırmaktır

İnsan zincirlerini karşısındaki kişi değiştiği için değil; artık kendi geçmişine hizmet eden duygu ve alışkanlıklarını bırakmaya karar verdiği için kırar. Gerçek sevgide zincir hissetmezsin.

Bizim üzerimize düşen şey, artık büyümüş halimizle:

  • Bizi geçmişte tutsak eden zincirlerimizden özgürleşmek,

  • Yeniden sevmeyi öğrenmek,

  • Kurtarılmayı değil yan yana yürümeyi seçmek,

  • Derin suskunlukları değil konuşabilmeyi öğrenmek,

  • Kaybolmayı değil kalabilmeyi tercih etmektir.

Tanıdıklık, bizi eski hikayelere bağlar; sevgi ise hayatımızın hikayesini yeniden yazma fırsatı sunar.

Her şeyden öte, belki de en derin tanıdıklık, ruhumuzun huzurla tanışmasıdır.

Eda Soyöz
Eda Soyöz
Psikolog Eda Soyöz, yetişkin, çocuk-ergen ve aile terapisi alanında uzmanlaşmış bir psikologdur. İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji lisans bölümünden 2021 yılında yüksek onur öğrencisi olarak mezun olmuştur. Lisans eğitimi süresince İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi başta olmak üzere çeşitli hastane ve adliyelerde klinik staj eğitimini tamamlamıştır. Staj yaptığı süreç içerisinde çeşitli psikolojik test uygulamalarında ve vizitlerde gözlemci olarak bulunmuştur. Uzmanlaştığı ve eğitimini tamamladığı alanlar arasında psikodinamik psikoterapi, bilişsel davranışçı terapi, oyun terapisi ile çocuk gelişim, dikkat ve zeka testleri yer almaktadır. Yetişkin danışanlarla, psikodinamik psikoterapi ekolü başta olmak üzere bireyin farklı durum, beklenti ve ihtiyaçlarına göre eklektik yaklaşımı benimseyerek yüz yüze veya online platformlarda çalışmalarına devam etmektedir. Çocuk-ergen alanındaki danışanlarıyla aktif olarak oyun terapisi yöntemiyle çalışan Eda Soyöz, görev aldığı kurumda çocuk gelişim ve dikkat değerlendirmeleri yapmakta; çocuklar ve ailelerine psikolojik destek hizmeti sunmaktadır. Ulusal ve uluslararası platformlarda yayımlanmış bir akademik çalışması bulunmaktadır. Yaşam boyu öğrenmenin devam ettiğine inanan Soyöz, bilgi ve deneyimlerini güncel tutarak ve yazarak, danışanlarına ruh sağlığı alanında daha ulaşılabilir hizmet sunmayı; bireylerin iyileşmesine ve içsel farkındalık kazanmalarına katkıda bulunmayı misyon edinmiştir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar