İnsanın kendisiyle kurduğu ilişkide en samimi temaslardan biri, ihtiyaçlarını fark edebilmesidir. Yaşamın her döneminde kimi zaman küçük, kimi zaman büyük değişimlerle şekillenir bu ilişki.
Her gün uyanırken başka bir ruh hâline, başka bir beklentiye, başka bir enerjiye sahip olabiliriz. Bir gün çok üretken hissederken ertesi gün hiçbir şey yapmadan sadece sessiz kalmak isteyebiliriz. Bu değişim çoğu zaman dengesizlik olarak görülür; oysa insanın canlılığının en doğal göstergesidir. Çünkü yaşamak, sabit kalmak değil, değişen ihtiyaçlara göre biçimlenmektir.
Toplum bizden genellikle aynı tempoyu, aynı hedefleri sürdürmemizi bekler. “Geçende bunu istemiyordun!”, “Sürekli önceliklerin değişiyor!” gibi cümleler değişimin doğallığını bastırır. Oysa değişmek, yön değiştirmek, bazen geri çekilmek ya da durup soluklanmak da hayatın bir parçasıdır.
İnsan her dönemde farklı bir ihtiyaçtan öğrenir; bazen paylaşmaktan, bazen yalnızlıktan, bazen üretmekten, bazen de dinlenmekten. Her biri kendine özgü bir öğreti taşır.
Kendimize dürüstçe bakabildiğimizde fark ederiz ki, değişen ihtiyaçlarımız aslında bizi hayatta tutar. Onları bastırmak, kendi iç sesimizi bastırmaktır. Asıl gelişim, o sesi duymakla başlar. “Şu anda neye ihtiyacım var?” diye sormak, dış dünyanın beklentilerinden bir adım geri çekilip özümüzle temas kurmaktır.
İHTİYAÇLAR DURMADAN DEĞİŞİYOR
Hayatın bir temposu var: kimi zaman hızlı, kimi zaman ağır. Hepimizin kendine özgü ilerleyen bir akışı bu ve bu akışın içinde ihtiyaçlarımız da durmadan değişiyor.
Bir dönem sevdiklerimizle çok yan yana olmak isteriz; sohbetlere, paylaşmalara, sarılmalara daha çok yer açarız.
Başka bir dönemde yalnız kalmak, sessizliğe çekilmek isteriz. Bazen tüm odağımız çalışmakta olur; üretmek, başarmak, görünür olmak isteriz. Sonra bedenimiz yorulur, yavaşlamak ister. Bu değişim hâli aslında hayatın kendisidir. Ancak çoğu zaman bu değişimi fark etmektense, kendimizi “istikrarlı olma zorunluluğuna” hapsederiz:
-
“Sürekli aynı motivasyonda olmalıyım.”
-
“Her zaman üretken olmalıyım.”
-
“Aynı enerjide kalmalıyım.”
Bu görünmez cümlelerle kendimizi dar bir kalıba sıkıştırırız. Oysa insan değişken bir varlık. İhtiyaçlarımız, önceliklerimiz, duygularımız; yaşadıklarımız, deneyimlerimiz, fizyolojik durumumuzla birlikte dönüşür. Bu değişime izin verebilmek, hayatın doğal akışına teslim olabilmek ve kendine sahip çıkabilmektir.
İHMAL DEĞİL, ÖNCELİK
Bir ihtiyacın önceliklendirilmesi, diğerlerinin yok sayıldığı anlamına gelmez. Bazen bir alanın büyüyebilmesi için diğerlerinin biraz geri çekilmesi gerekir.
Bir dönem duygusal yakınlık ihtiyacım ön plandaysa, işime ayırdığım vakit azalabilir. Ya da işimde yoğunlaştığım bir dönemde, sevdiklerimle vakit geçirme isteğim zayıflayabilir. Bu ihmal değil, önceliklerimi fark etme ve kendime sahip çıkma hâlidir.
İnsan kendine en çok, ihtiyaçlarını bilerek sahip çıkar. Çünkü bu, kendi iç sesini duymakla ilgilidir. “Şu anda neye ihtiyacım var?” sorusunu dürüstçe cevaplayabildiğimiz an, aslında kendimize dönmüş oluruz.
Denge, genellikle tüm alanların aynı anda kusursuz yürüdüğü bir tablo gibi anlatılır.
Oysa gerçekte denge sabit bir çizgi değildir; bazen işe, bazen ilişkilere, bazen sadece dinlenmeye yöneliriz.
Her yöneliş bir denge hareketidir. Kendini ihmal ettiğini düşündüğün anlarda, belki de aslında sadece bir ihtiyacına daha fazla yer açıyorsundur. Ve bu, olgun bir farkındalığın göstergesidir.
HAYATIN HAKKINI VERMEK
Değişen ihtiyaçlara izin vermek, insanın kendi hayatının sorumluluğunu almasıdır. Bu, dışarıdan gelen sesler yerine içeriden gelen sesi duymayı seçmektir.
Kendini dinleyen biri durmayı, nefes almayı da bilir. Dinlenmeyi, yeniden başlamayı, yön değiştirmeyi öğrenir.
“Artık bu bana iyi gelmiyor.” ya da “Bu durumla arama mesafe koymaya ihtiyacım var.” diyebilmek, “Şu anda buna ihtiyacım var.” diyebilmek kadar değerlidir. Duyguların, ilgi alanlarının, hedeflerin ve arzuların zamanla değişmesi, içsel büyümenin bir parçasıdır.
Hayatın hakkını vermek, işte tam da budur: Hangi dönemde hangi ihtiyacın ağır bastığını fark etmek, ona yer açmak ve bu sırada diğerlerinin bir süre sessiz kalmasına izin vermek. Çünkü bazen gerçekten yaşamak, sürekli aynı kalmak değil; değişime müsaade edebilmektir.