Perşembe, Eylül 25, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Bu Aşk mı, Yoksa Kendi Yalnızlığım mı?

Hasatlar biçilmek için can atıyor. Kazandım, kazandım! Ektiğim aşk, ekin veriyor.
Sonunda o beklediğim zaman geldi. Kaybedemem, kaybetmemeliyim çünkü çok bekledim.
Göğüs kafesimin altında, solda bir şey çıkacak gibi hissediyorum. Daha önce hiç yaşamadığım bu tarif edilemez his: aşkmış.
Ama bir ses de kulağıma fısıldıyor: “Kazandım mı gerçekten?” Yoksa sadece çok beklediğim için mi bu kadar sıkı tutunuyorum bu ilişkiye? Belki de “kaybetmemeliyim” düşüncesi, aşkı aşk gibi yaşamanın önüne geçmiş olabilir mi?
Bu yazıda, ilişkilerde “biz” olmanın bazen nasıl kendimizden uzaklaşmaya sebep olduğunu, “benden kopamamak” hissinin gerçekten aşk mı yoksa başka bir bağ mı olduğunu sorgulayacağız. İyi okumalar…

Benden Kopamıyor: Aşk mı? Kayboluş mu?

Her aşk bir müstakil evdir. Kocaman, gösterişli… Dışarıdan bakıldığında bu yer büyüleyici görünür. Herkes bu evde yaşamak ister, içindeki uyumu, huzuru hayal eder. Ev sahipleri de zamanla bu eve bağlanır; anılarla, emekle, hayalle dolu bir yer sonuçta… Ama içerden bakınca her şey o kadar da parlak değildir. Duvarları çatlamış, tavanı sızdırmış, bazı odaları karanlık kalmıştır belki de ev, yıllar içinde darbeler almış, yıpranmıştır.
Çatı katında ise gizlenmiş duyguları bulur: bastırılmış korkuları, derin bir yalnızlığı, köşeye sıkışmış güvensizlikleri ve bazen de kendinden vazgeçmiş bir benliği. Yine de evden kopmak zordur. Çünkü ev sahibi, o evin bir parçasıdır. Tıpkı bazı ilişkilerde olduğu gibi; kişi zarar gördüğünü bilse de kaybettiği benliğine rağmen orada kalmak ister.
İlişkide birinin “kopamaması”, her zaman sevginin göstergesi değildir. Bazen evde kalma sebebi, evi sevmesi değil, başka bir yerde yaşayamayacağına inanmasıdır. Kişi, duvarları yıkılmış, pencereleri kapanmış bu evde, kendini yitirmiş olsa da kalmakta ısrar eder. Çünkü orası onun bildiği tek yerdir. Dışarının soğuğu, bilinmezliği daha çok korkutur.
Ev yıkılmaya yüz tutsa bile, o çatlak duvarlara tutunur.
Gerçek sevgiyle inşa edilmiş bir evde iki kişi birlikte yaşar; birbirine rağmen değil, birbirinin yanında… Ama biri sürekli “sensiz olmaz”, “sensiz dağılırım” diyorsa, belki de o ev çoktan yıkılmıştır ve içinde sadece tek bir kişi, kendi gölgesiyle baş başa kalmıştır.

Biz Olmak Güzel, Peki Ya Ben?..

“Biz” olmak, dışarıdan bakıldığında büyülü, bütünleşmiş bir varlık gibi görünür. Tıpkı kışın saf ve beyaz haliyle yağan kar gibi… Her bir kar tanesi tek başına eşsizdir; hiçbir kar tanesi diğerine benzemez. Benzersiz şekillerle, kendi yolculuğunu yapar gökyüzünden. Ama sonra kar tanecikleri birleşir, kar topu olur. İşte o an “biz” doğar.
Kar topu, bir bütündür. Daha güçlü, daha belirgin bir şekle sahiptir. Ama o kar topunu oluşturan her kar tanesi, hâlâ kendi benzersizliğini taşır. Kar topunun içinde kaybolmaz; yalnızca birlikte bir anlam kazanır. Onlar hâlâ birer “ben” ama bu kez birlikte bir “biz” olurlar.
İlişkide de böyle olmalı. “Biz” olmak, iki kişinin kendinden vazgeçmesi, benliğini yok sayması demek değildir. Aksine, iki kişinin kendi benliğini koruyarak birlikte var olabilmesidir. Eğer sadece “biz” kalıyor, “ben” siliniyorsa; o zaman kar topu değil, karın altında ezilmiş bir izden söz ediyoruz demektir.

Kopamamak Ne Zaman Sevgi Olmaktan Çıkar?

Sevgi güzel bir histir, sevilmek de öyle. Ama bazen sadece öyle sandığımız olur; “Seviyorum, seviliyorum” deriz. Oysa biraz daha derine indiğimizde, hissettiğimizin gerçekten sevgi olup olmadığını sorgulamak gerekebilir. Acaba gerçekten seviyor muyuz, yoksa sadece alıştık mı? Birlikte olmayı mı istiyoruz, yoksa birbirimize bağlı mıyız – belki de bağımlı mı?
İlişki, sınırları net çizilmiş somut bir yapı değildir. Sevginin bir haritası yoktur; bu yüzden kimse sana “bu yolda böyle devam et” diyemez. Çünkü aşkın yönü, bazen pusulasını şaşırabilir. Ve o pusula şaştığında, sorgulamak gerekir: bu hâl hâlâ sevgi mi, yoksa sadece bir alışkanlığın içinde kayboluş mu? Ve bazen kaybolursun; sevginin zirvesine ulaşmaya çalışırken bir bakarsın, yanında kimse kalmamış. Elini tuttuğunu sandığın kişi, aslında çoktan gitmiş. Bir anda yapayalnız bulursun kendini — tanımadığın, yabancılaştığın bir senle baş başa kalırsın. İşte tam da o an, gitmek gerekir. Gitmek bir ihanet değil, bir uyanıştır. Kendini kaybettiğin o pembe rüyadan, karanlık bir gerçekle uyanmaktır.
Çünkü bazen öyle bağlanırsın ki “bize”, o bağ bağımlılığa dönüşür. Sevdiğini sandığın şey, seni kimliğinden uzaklaştırmaya başlar. Kim olduğunu unutan, kendi benliğini kaybeden kişi, orada kalmayı “sevgi” zanneder. Oysa mecburiyet, sevginin değil; benliğin yitiminin işaretidir. Ve kendin olmadan, hiçbir “biz” tam olamaz.

Gerçek Aşk, Kaybolmak Değil Görünür Olmaktır

Aşk, herkes için farklı bir renktir; kimi zaman bir yaz sabahı gibi sıcak, kimi zaman bir okyanus gibi derin… Gerçek aşk ışıl ışıldır, insanın içini aydınlatır. Ama bir ilişki öz benliği yok ediyorsa, o parlak ışık giderek karanlığa dönüşür. Aşk bir karadelik gibi her şeyi içine çekmeye başladığında, ne “ben” kalır ne de “biz”. Gülüşler susar, umut tükenir. Oysa aşk, hiçbir şey yokken bile yüzünde beliren tebessümdür; içten gelen bir canlılıktır.
Gerçek sevgi, iki kişinin kendi sınırlarını ve kimliğini koruyarak birlikte yol almasıdır. Birbirine rağmen değil, birbirinin yanında… Eğer bir ilişki birini silip yok ediyorsa, orada aşk değil, bağımlılık vardır. Aşk, “sensiz olamam” değil; “seninle daha güzelim” diyebilmektir. İki ışığın yan yana gelip birbirini parlatmasıdır. Biri diğerini yutarsa, geriye sadece gölgeler kalır.
Tıpkı her kar tanesinin benzersiz oluşu gibi, aşkta da herkes kendiyle var olmalıdır. O yüzden aşk, birlikte eriyip yok olmak değil; birlikte parlamak, birlikte görünür olmaktır.

Son olarak, başta söylediğim gibi her aşk biraz tohum gibidir. Umutla ekilir, sabırla büyütülür. Bazı tohumlar filizlenir; yeşerir, meyve verir. Bazılarıysa toprağın içinde kaybolur, hiç gün yüzüne çıkmaz. Bir ilişkide ne kadar emek verdiğini ne kadar inandığını düşünürsün; ama bir gün gelir, dönüp bakarsın: O tarlada sadece sen varsın.

Büşra Nur Büyükbezci
Büşra Nur Büyükbezci
Ben Büşra Nur Büyükbezci, psikoloji lisans eğitimimin son yılındayım. Gelişim psikolojisi ve çocuk-ergen psikolojisi alanlarına özel bir ilgi duyuyorum. Duygu odaklı terapi ve sanat terapisi üzerine aldığım eğitimler sayesinde, duyguların ifadesi ve anlamlandırılması konusunda derinleşmeye çalışıyorum. Yazılarımda çoğunlukla yaşamın içinden kaygılara, insan olmanın kırılgan yanlarına ve içsel dünyamıza dokunuyorum. Daha önce bireysel olarak yazdığım metinlerle çeşitli yarışmalarda dereceler aldım. Psikolojiyi sadece bir bilim dalı değil, aynı zamanda insan ruhuna açılan bir kapı olarak görüyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar