“HER ŞEYİ DÜZELTMEYE KALKIŞMANIN YOK ETTİĞİ”
“HAYATIN KUSURU BİTMEZ”
Turgut Uyar’ın “Terziler Geldiler” şiirini hiç duydunuz mu? Şiirde, hayatın dağınıklığını toparlamaya çalışan terziler vardır. İğneyle, iplikle, sabırla; yırtıkları, sökülenleri, yamuk duranları düzeltmeye girişirler. Aslında bu şiir, yalnızca bir meslek grubunu değil, insanın kaderini, hatta belki de yanılgısını gösterir. Çünkü biz de çoğu zaman kendi hayatımızda birer “terzi” gibi davranırız. Kusurları ortadan kaldırmaya, hataları yok etmeye, eksikleri tamamlamaya, her şeyi tam bir düzene oturtmaya çalışırız. Ve çoğu zaman bunu yaparken verdiğimiz çabanın, düzeltmekten, iyileştirmekten ziyade bizi tükettiğini fark etmeyiz.
Düzen Tutkusu ve İnsanın Yükü
İnsan zihni kusursuzluğa eğilimlidir. Eksiklik, düzensizlik, hata ya da yanlış, ona tahammül edilmesi zor birer “boşluk” gibi algılanır. Bu nedenle, en küçük sorun bile zihnimizde büyütülür. Belki de bu nedenle yanlış giden bir ilişkiyi onarmaya çalışırız. İş yerinde, ailemizde, hatta iç dünyamızda bile sürekli bir “düzeltme çabası” içerisinde oluruz. Ancak bu tutum, çoğu zaman bir kısır döngü yaratır. Çünkü hayatın özü zaten dağınıklık, kusur ve belirsizliktir. Her şeyi düzeltmeye kalkıştıkça, aslında hayatı kendi doğasından mahrum bırakır, canlılığını törpüleriz.
İyi Niyetin Yorgunluğu
Düzeltme arzusu, çoğu zaman iyi niyetle başlar. Sevdiklerimizi kırmamak, ilişkilerimizi korumak, işimizi kusursuz yapmak, çevremizi daha yaşanabilir kılmak için iyi niyet gösteririz. Fakat bu iyi niyet, insanı hızla ağır bir yükün altına sokar. Çünkü hayatın kusuru bitmez. Birini tamir ettiğimizde başka bir şey bozulur, bir problemi çözdüğümüzde yenisi ortaya çıkar. “Her şeyi düzeltmeye kalkışmak” insanı bitmeyen bir görev listesine mahkûm eder. Bu noktada birey, kendisini hem başarısız hem de yetersiz hissetmeye başlar. Yani iyi niyet, giderek kendini tüketen bir yorgunluğa dönüşür.
Özgürlüğün Kaybı
Her şeyi düzeltme çabası, aynı zamanda bizim özgürlüğümüzü de yok eder. Çünkü bu çaba, bizi sürekli dış koşullara bağımlı olmak zorunda bırakır. Başkalarının hataları, kusurları, kırgınlıkları, aksaklıkları bizim sorumluluğumuzmuş gibi yaşamaya başlarız. Böylece kişi kendi hayatını yaşamaktan çok, başkalarının dağınıklıklarını toparlamakla meşgul olur.
Oysa özgürlük, biraz da kusura, eksikliğe ve belirsizliğe tahammül etmektir. Çünkü “Her şey yolunda olmalı” ya da “Her şey mükemmel olmalı” düşüncesi, insanı zincirleyen, yapmak istediklerinden alıkoyan görünmez bir prangadır.
İlişkilerde Onarma Çabası
İnsanın “her şeyi düzeltme” arzusunun özellikle ortaya çıktığı yer ilişkilerdir. Eşini ya da sevgilisini değiştirmeye çalışan, çocuğunu kusursuz yetiştirmek isteyen, arkadaş çevresini sürekli toparlamaya uğraşan birey, aslında bunu yaparken ilişkilerin doğal akışını bozar.
Çünkü insan ilişkileri, kırılganlıklar ve anlaşmazlıklarla birlikte var olur. Her çatlağı kapatma çabası, duyguların akışını engeller. Bazen küçük bir tartışmanın, suskunluğun ya da yanlış anlamanın varlığı ilişkiyi güçlendirir. Fakat sürekli olarak bir şeyleri düzeltmeye çalışan kişi, bu kontrol çabasıyla karşı tarafın da o ilişki içerisinde özgürce var olma hakkını elinden alır. Dolayısıyla verilen bu uğraş onarmak yerine; aksine bozucu ve belki de sorunları daha da büyüten bir etki ortaya çıkarmaktadır.
Kusuru Kabul Etmenin Gücü
Hayatın ironisi şudur: Kusurları kabullendiğimizde, asıl güç ve dayanıklılık ortaya çıkar. Japonların kintsugi sanatında olduğu gibi, kırılan bir çömleği altınla onarmak, çatlakları saklamaz; aksine onları görünür kılar ve çömleği daha değerli hale getirir.
Bizim de insan ilişkilerinde, iç dünyamızda ya da toplumsal yaşamda ihtiyacımız olan belki de bu bakış açısıdır: Her şeyi düzeltmeye kalkışmak yerine, kusuru, eksikliği, kırılganlığı hayatın bir parçası olarak görmek. Çünkü bazen onarmamak, düzeltmeye çalışmamak da bir bilgeliktir.
Turgut Uyar’ın Gösterdiği Yol
Uyar’ın “Terziler Geldiler” şiiri, işte bu noktada bize bir uyarı gibidir. Terziler, söküğü dikmeye çalışır ama dikiş izleri hep kalır. İnsan da kendi hayatında hep izler bırakır. Bunlar kimi zaman kırgınlıkların, kimi zaman başarısızlıkların, kimi zaman kayıpların izleri…
Onları yok etmeye uğraştıkça, aslında o izleri daha da belirgin hale getiririz. Uyar, bize şunu hatırlatır: Belki de hayat, o izlerle, yamalarla, eksiklerle birlikte bir bütündür.
Bizler çoğu zaman hayatı daha iyi kılmak amacıyla her şeyi düzeltmeye kalkışırız. Ancak bu uğraş yaşamımızı daha yıpratıcı bir hale getirmektedir. İşte bu noktada insan kendi kapasitesinin ve sınırlarının bilincinde olmalıdır. Çünkü kendi kapasitesini ve sınırlarını bilenler, her şeyi düzeltebilmeye gücünün yetmeyeceğinin, her şeyin sorumluluğunu alamayacağının ve kontrolün her zaman onda olamayacağının farkına varır.
İşte bizler bunları kabullendiğimizde, anlamını kavradığımızda ve biraz da akışa bıraktığımızda mükemmellik prangasından kurtularak özgürleşiriz.
Yaşamımızdaki düzensizlikler, eksiklikler ve hatalar kumaştaki defo değildir. Bizim defo sandığımız şey tıpkı o kumaşı kendine özgü kılan şeyler gibi; bizi biz yapan, geliştiren, öğreten ve güdüleyen şeylerdir.
Turgut Uyar’ın dizelerinden çıkan ders belki de şudur: “Her şeyi düzeltmeye kalkışma, çünkü hayat, kusurlarıyla daha anlamlıdır.”


