Son günlerde yaşadığımız acı bir kayıpla birlikte, anoreksiya nervoza yeniden gündeme geldi. Ne yazık ki toplumda hâlâ yanlış bilinen ve hafife alınan bu hastalık, çoğu zaman “zayıflama isteği”, “naz”, “dikkat çekme çabası” ya da “iştahsızlık” gibi yüzeysel ifadelerle tanımlanıyor. Oysa anoreksiya, görünmeyen bir psikolojik savaşın sessiz bir dışavurumudur. İnsan bedeni incelirken, ruh yavaş yavaş sessizce yok olur.
Bu yazıda, anoreksiyanın sadece bedensel değil, aynı zamanda ruhsal ve sosyal bir yıkım olduğunu; çoğu zaman duyulmayı bekleyen bir yardım çığlığı olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Anoreksiya nervoza, kişinin beden algısında ciddi bozulmalar yaşadığı, normal kilosunda bile kendini şişman hissettiği ve bu düşünceyle yemek yemeyi reddettiği bir yeme bozukluğudur. Ancak mesele sadece kilo verme isteği değildir. Anoreksiya, çoğu zaman kişinin hayatındaki kontrol kaybına, bastırdığı duygulara ve görünmez kalma hissine verdiği sessiz ama tehlikeli bir yanıttır.
Toplumda hâlâ “biraz yesen geçer”, “naz yapıyor”, “şımarıklık bu” gibi çok yanlış algı mevcuttur. Bu gibi cümleler hastalığın ne denli derin ve ciddi bir psikolojik mesele olduğunun üstünü kapatıyor. Oysa anoreksiya; kaygının, değersizlik hissinin, kontrol ihtiyacının ve kendini yetersiz hissetmenin beden üzerindeki en tehlikeli yansımasıdır.
Anoreksiya her zaman sadece zayıflama arzusu değildir. Bazen bir protestodur. Bazen ise duyulmayı bekleyen bir yardım çığlığıdır. Hayata, toplumsal baskılara, aile içi beklentilere, sosyal medya dayatmalarına ve görmezden gelinen duygulara karşı sessiz ama yıkıcı bir başkaldırıdır. Kimileri, kontrol edemediği hayatı yerine bedenini kontrol etmeye çalışır. Kimileri, değersiz hissettiği dünyada kendini ancak yok ederek görünür kılabileceğine inanır.
Bu hastalık sadece fiziksel sağlığı değil, sosyal ilişkileri, okul ve iş hayatını, aile bağlarını da paramparça eder. Sürekli kilo verme arzusu ve yetersizlik hissiyle birlikte, kişi kendi içine kapanır ve yaşamdan uzaklaşır. Uzun süreli açlık; kalp ritim bozuklukları, organ yetmezliği, kemik erimesi ve maalesef yaşam kaybına kadar gidebilir.
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Nihal Candan da bu dramatik tablonun en acı örneklerinden biri oldu. Yıllarca televizyon ekranlarında gülen yüzüyle tanınan genç bir kadın, son zamanlarda içten içe kendini tüketen bir hastalıkla savaş veriyordu. Onun yaşadığı bu trajedi, anoreksiyanın ne kadar tehlikeli ve hayati bir mesele olduğunu hepimize bir kez daha hatırlattı.
Anoreksiyanın temelinde sadece zayıflama isteği değil, değer görme arzusu, kontrol ihtiyacı, beğenilme kaygısı ve kendine yönelik olumsuz inançlar yer alıyor. Ne yazık ki sosyal medyada yayılan “ideal beden” algısı bu durumu daha da tetikliyor. Bugün sadece genç kadınlar değil, erkekler, çocuklar ve yetişkinler de bu tehlikeli hastalığın pençesinde.
Anoreksiya, yalnızca bedeni eriten bir hastalık değil. Kimi zaman önce ruhu tüketiyor, sonra beden pes ediyor. Bu süreç çoğu zaman sessiz, çoğu zaman görmezden gelinerek ilerliyor.
Peki, böyle biriyle karşılaşırsak nasıl yaklaşmalıyız?
Öncelikle, anoreksiya yaşayan biriyle asla yemek üzerinden sohbet edilmemeli. “Bir tabak daha yesene, çok zayıflamışsın, biraz kilo alsan ne güzel olur” gibi iyi niyetli görünen cümleler, o kişinin kaygısını ve suçluluk hissini artırır. Unutmayın ki bu kişiler yalnızca yemekle değil, kendilik algıları ve değer duygularıyla da savaşıyor.
En doğru yaklaşım; yargılamadan, zorlamadan, baskı kurmadan yanında olduğunuzu hissettirmek ve onunla duyguları üzerine konuşabilmektir. “Neler hissediyorsun?”, “Sana nasıl destek olabilirim?”, “Bu süreçte yalnız olmadığını bilmeni isterim.” gibi cümleler, kişinin daha güvende hissetmesini sağlar.
En önemlisi: Yakın çevrenizde böyle bir süreçten geçtiğini düşündüğünüz biri varsa, onu diyetisyene gitmesi için değil, öncelikle bir terapiste gitmesi için yönlendirin. Çünkü anoreksiya yalnızca bedenle değil ruhla başlar ve tedavi de ruhun derinliklerinden başlamak zorundadır. Diyet listeleri, psikolojik destek alınmadan asla çözüm değildir, aksine kaygıyı artırıp süreci daha da içinden çıkılmaz hale getirebilir.
Anoreksiya nervoza, hafife alınacak bir iştahsızlık ya da geçici bir kilo verme isteği değildir. Sessiz sedasız ilerleyen, kişinin yaşamını, bedenini ve ruhunu derinden sarsan bir psikolojik rahatsızlıktır.
Toplum olarak bu hastalığı romantize eden, küçümseyen ya da yanlış etiketleyen söylemlerden uzak durmalı, farkındalık yaratmalı ve özellikle gençlerin sağlıklı beden algısı geliştirmelerine destek olmalıyız.
Bu hastalıkta yalnızca yemek listeleriyle, kalori hesaplarıyla değil, kişinin içsel yaralarıyla, değersizlik hisleriyle ve görünmez çığlıklarıyla ilgilenmek gerekir. Aksi takdirde, kişi incelirken biz de onun gözümüzün önünde kayboluşuna seyirci kalırız.
Unutmayalım ki; görünürde incelmek gibi görünen şey, içeride sessiz bir yok oluşa dönüşebilir ve her çığlık duyulmayı hak eder.


