Aynı Saatte Kalanlar
Bazı insanlar, hayatımızda zamanı bükmeyi başarır. Saatler ilerler, mevsimler değişir; ama içimizde bir yer hep aynı saatte kalır. Kalbimizin tiktakları, takvimin yapraklarından bağımsız atar o an. Belki de o yüzden bazı sessizlikler, konuşmalardan daha gürültülüdür; bazı vedalar, bittiği yerde başlamaya devam eder.
İnsan ruhu, geçmişiyle bağını koparmak yerine onu başka bir dile çevirir. Hatıralar birer anı olmaktan çıkıp simgelere dönüşür — bir kahve kokusunda, bir şarkının bir dizesinde, bir ay ışığının titreyişinde gizlenir. Bazı hatıralar yeniden çağrılmaz; çünkü aslında hiç gitmemişlerdir.
Ve bir gün, ansızın bir mektup gelir. Satır aralarına saklanmış bir yüzleşme gibi…
Sözcükleri kâğıttan değil, geçmişten dokunmuştur. Okursun…
Ve bir ses, içinden fısıldar: “Zaman geçmiş, ama seninle bir yer hâlâ aynı.”
Işığın Altında Yağmur
Her satır bir ışık gibi içime düştü. Fakat bu ışık keskin değil, yavaş yavaş gözlerimi ıslatan bir yağmur gibiydi. Kelimeler yalnızca yazılmamış cümleleri değil, yıllardır içimde biriken sessizlikleri de uyandırıyordu. Her nokta, geçmişin ağırlığını değil, şimdiye dair farkındalığı taşıyordu.
Gözlerimden süzülen yaşlar, üzüntüden değil; anlaşıldığımın verdiği o tarifsiz hafiflikten geliyordu. Sanki uzun bir yolculuğun sonunda, hem kendimle hem de onunla ilgili bir gerçeği kabullenmenin huzuru vardı. O yaşlar; içimdeki kırılganlığın yerini alan olgunluğun sessiz bir işareti gibiydi.
Psikoloji bize gösteriyor ki, duygusal olgunlaşma unutmakla değil, anlamakla başlar. Bowlby’nin (1969) bağlanma kuramına göre, ilişkiler yalnızca sevgi üzerine değil, güven ve ayrılığı tolere edebilme kapasitesi üzerine kuruludur. Bir ilişkide “bağ” kopmaz; sadece biçim değiştirir. Ainsworth’un (1978) gözlemlerinde güvenli bağlanma, sevgiyi sürdürmenin ötesinde, ayrılığı kabullenebilme becerisiyle tanımlanır.
İlişkilerin Duygusal Yankısı
Zamanla fark edersin: Bir zamanlar seninle aynı saatte duran kalbin, artık farklı bir ritimde atar. Zaman seni sessizce ileri taşımıştır, sen fark etmeden. Bir başkası hâlâ o anı tutuyor olabilir ama senin ellerin artık boş değildir — kendini taşıyorsundur.
Psikolojide buna duygusal yankı denir (Levine, 2008): Geçmiş bir deneyimin, yıllar sonra bile zihinde yeniden çalınan sessiz bir melodiye dönüşmesi. Bazı insanlar, ruhumuzda bu melodiyi bırakır. Artık onları duymayız ama bir rüzgâr yön değiştirince, bir gökyüzü aynı renge bürününce içimizde bir şey kıpırdar.
Gross’un (1998) duygusal regülasyon modeli bize hatırlatır: İyileşmek, duyguları bastırmakla değil, onlara alan açmakla mümkündür. İşte o gözyaşları da bir kaybın değil, bir kabullenişin sembolüdür. Yasın ardından gelen sessizlik, kaybın boşluğunu değil, kabullenişin rengini gösterir.
Bazen “neden”lerin yerini “böyleymiş” alır.
Ve insan, artık geri dönmek istemediği bir yere bakıp “teşekkür ederim” diyebildiğinde iyileşir.
Duygusal Emanetler
Bazı ilişkiler biter, ama duygusal izleri kalır. Bu izler literatürde “duygusal emanet” (Fivush, 2011) olarak anılır — bir ilişki sona erse bile, onun anlamını ve bıraktığı değeri içimizde taşırız.
Gözyaşlarım tam da bu duygusal emanetin sessiz bir tezahürüydü: Artık acıtmayan, ama şekil veren bir bağ gibi. Ve o an fark ettim:
Bazı sevgiler geri dönmek için değil; kalabilmek, büyüyebilmek ve anlam verebilmek için yaşanır.
Sessizlik, eksilmenin değil, olgunluğun dilidir.
Bu sessizlikte büyüyen bir sevgi vardır; sahiplenmeyen ama koruyan, talep etmeyen ama şükranla var olan bir sevgi.
İlişki psikolojisinde bilinen bir gerçek vardır: Bağın gücü, geçirilen zamanın uzunluğuyla değil, paylaşılan anların duygusal derinliğiyle ölçülür (Laurenceau, Barrett ve Rovine, 2005). Bir bakış, bir nefes, bir dokunuş… bazen bir ilişkinin bütün hikâyesini taşır.
Bir mektup geldi, evet. Ama bu kez onu kalbimle değil, dinginliğimle okudum. Ve ilk defa, cevap vermeden anlaşıldım. Mektuplar, cevap beklemez aslında. Bazıları sadece yazıldığına şahit ister. Çünkü artık o mektubu yazanla, o mektubu okuyan aynı kişi değildir.
Geriye Kalan Ben
Bir ilişki sadece iki kişiyi değil, iki farklı yaşam hikâyesini de büyütür. Bazen ayrılıklar, bir bitiş değil; kişiliğin görünmeyen odalarının açılmasıdır. Jung’un bireyleşme süreci kavramı, kişinin kendi içsel bütünlüğüne ulaşma çabasını tanımlar.
Belki de bazı insanlar bizi kendi yolculuğumuza çıkarabilmek için uğrar hayatımızda — kalmak için değil. Her ayrılık, kişisel anlamda bir yeniden yapılanma sürecidir. Savunma mekanizmaları çöker, kimlik algısı yeniden tanımlanır ve duygusal regülasyon becerileri sınanır. Tüm bunların sonunda kişi, benlik algısını dışsal bir figür üzerinden değil, kendi içsel kaynakları üzerinden inşa etmeyi öğrenir.
Bu nedenle gidişlerin yarattığı boşluk çoğu zaman bir kayıp değil, bireyin içsel kaynaklarını fark ettiği bir laboratuvardır. O laboratuvarda eskiyi özlemeyi değil, yeniyi inşa etmeyi öğreniriz.
Kaynakça
Ainsworth, M. D. S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Erlbaum.
Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Basic Books.
Fivush, R. (2011). The development of autobiographical memory. Annual Review of Psychology, 62, 559–582.
Gross, J. J. (1998). The emerging field of emotion regulation. Review of General Psychology, 2(3), 271–299.
Laurenceau, J. P., Barrett, L. F., & Rovine, M. J. (2005). The interpersonal process model of intimacy in marriage. Journal of Family Psychology, 19(3), 314–323.
Levine, P. A. (2008). Healing trauma: A pioneering program for restoring the wisdom of your body. North Atlantic Books.


