Bazı yaşanmışlıklar vardır; o an gelip çatana dek biz çoktan nasıl sonlanacağını bildiğimizi düşünürüz. Ve gerçekten o yaşanmışlıkların sonu, önceden zihnimizde oluşturduğumuz muhtemel sonla örtüşür. Bir yanda beklenen ve gerçekleşen son, bir yanda yüreğimize oturan yoğun duygular eşliğinde “Böyle olacağını biliyordum.” ya da “İçime doğmuştu zaten.” diye geçiririz aklımızdan.
Aslında bu düşüncelerin derinlerine kazılmış bazı izlerin varlığından habersizce… O izler; güçlü kehanet ve kök inançlara aittir.
Kendini Gerçekleştiren Kehanet
Pygmalion, sarayı heykelleriyle dolu kral ve heykeltıraştır. Heykelleri, onun için yalnızca bir eser değil, yalnızlığına ruh olan dert ortağıdır. Gecenin karanlığı, yerini gün ışıklarına bırakana dek heykelleri, anılarının sessiz eşlikçileri haline gelir.
Günün birinde fildişinden bir kadın heykeli yapmaya başlar. Heykeli tamamladığında Pygmalion, karşısında öyle büyüleyici ve inanılmaz bir heykel bulur ki ona âşık olmaktan kendini alamaz. Kendi ellerinin sihriyle ortaya çıkan heykele Pygmalion, kalbinin saf aşkını da teslim eder.
Aşkı her geçen gün büyür ve içi içine sığmaz. Aşkının ruhuna, fildişinden yaptığı için olsa gerek “süt beyazı” anlamına gelen “Galatea” ismini üfler. Pygmalion, Galatea’nın canlı olduğuna öylesine inanmıştır ki aşkı, aksini hayal dahi edemezmişçesine çabalar.
Fakat günler geçer, Pygmalion aşkına bir türlü karşılık bulamaz. Ne yazık ki Galatea canlı değildir. Pygmalion, tek düşen aşkının ıstırabına kapılır ve derin hüzünlere boğulur. Sevdiğinin canlı olduğuna yürekten bağlı inancı ve aşkına karşılık alamamasının getirdiği acı; aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’i etkiler. Sonunda Galatea’yı canlı kılar. Pygmalion’un aşkı, Galatea’nın aşkına sarılır ve iki âşık, birlikte mutlu bir yaşam sürmeye yelken açar.
Pygmalion’un aşkının canlı olduğuna inanması ve inancına yönelik davranması, kehanetin yapı taşıdır. Sosyolog Robert Merton’a göre olay veya koşulların yanlış değerlendirilmesinden kaynaklanan yeni davranışlar, yanlışın gerçekleşmesine neden olur (Çakır, 2021).
İnsan, yaşamındaki durum ya da olaylara özgü birtakım inançlar atfeder. O inançlar, davranışları etkileyerek kişinin inandığı şekilde davranmasına ve bunun sonucunda o duruma adadığı beklentilerle karşılaşmasına neden olur.
Kehanet ve Şema İlişkisi
Kök inançlar, bireyin doğruluğuna inandığı ve eylemlerinin bu doğruluktan etkilendiği düşünce kalıplarıdır. Jeffrey E. Young tarafından geliştirilmiş Şema Terapi’de içimizde derinlerde yankılanan seslere “şema” denir.
Şemalar, köklerini çocukluk ve ergenlik dönemlerinden alır. Sevgi, ilgi ve bakım gibi çocuğun temel ihtiyaçlarının bakımverenleri tarafından karşılanmaması, fazla karşılanması, aileyle özdeşim kurması ve erken yaştaki travmalar; şemaların oluşumundaki dört temel etmendir.
Şemalar, bireyin düşüncelerinde canlı kalmaya ve zihninde yaşamaya meyillidir. Yaşamak için kanıt biriktirmeye muhtaçtır. Şema ve kehanetin rastlantısı burada saklıdır.
Birey, inançlarına ve beklentilerine olan bağlılığı ile eylemlerini yönlendirir. Beklentilerden etkilenen eylemler, hem kehaneti gerçekleştirir hem de şemaların yeni kanıtı haline gelir. Özellikle terk edilme ve başarısızlık şemasında kehanet, kimilerimizin yaşamında olası gerçeğin bir illüzyonuna döner.
Terk Edilme Şeması
Terk edilme şemasında kişinin kalbi, her an sevdikleri tarafından fiziksel ya da duygusal olarak terk edileceği, oracıkta bırakılacağı ve sonsuza dek yalnız kalacağı kaygısıyla sızlar. O ayrılığın, ilmek ilmek ördüğü ilişkilerin sonunda vakitlerinin dolmasını beklediğini hayal eder.
Aklının bir köşesinde “Yine terk edileceğim. Yine aynısı olacak, ben tekrar yapayalnız kalacağım.” sesleri yankılanır. Sesler yavaş yavaş davranışlarına işler. Eylemler, zihninden geçen düşüncelerin siluetine bürünür.
Terk edilme kaygısının getirdiği şüphe ve bağımlılık, ilişkisinin ve kişilerin kendisine ne kadar bağlı olduğunu ölçmeye adanır.
Şüphe odaklı davranışlarda kişi, “Ya beni terk ederse?” kuşkusu içinde yakınlarının sevgi ve ilgisinin gerçekliğini sorgular. Karşısındakilerin hareketlerine ve sözlerine oldukça şüpheci yaklaşır. Farklı anlamlar aramaya, o anlamların ayrılığa yakınlığına odaklanır.
Kişilerden gelen ufak davranış veya söz, kendisi için büyük bir ayrılık, terk edilme tehdididir.
Bağımlılık odaklı davranışlarda ise kişi, karşısındakine öyle bağlıdır ki bir an olsun yanından ayrılmak, uzaklaşmak istemez. Adeta ona yapışmıştır, hayatının merkezi ondan ibarettir.
Uzaklıklar zihnini koca bir öfke ve korkuyla baş başa bırakır, tahammül edilemezdir. Bu tür davranışlar, partnerini yorgun, tükenmiş ve sınırı ihlal edilmiş hissettirebilir.
Ardı arkası kesilmeyen şüpheci ve bağımlılık davranışlarının sonu, eninde sonunda kişinin başından beri kaçamadığı o kâbusa rastlar. Artık terk edilmiş, yalnız kalmıştır.
Diğer bir deyişle, kehanet nihayetinde kendini gerçekleştirmiştir.
İlişkisi olduğu sıralarda aklındaki gürültülü ama henüz gerçekleşmemiş düşünceler, kehanetin mührünü vurmasıyla birlikte yaşamının sessiz ama acımasız gerçeklerine dönüşmüştür. Kendini gerçekleştiren kehanet ve şemanın yolları kesişmiştir.
Başarısızlık Şeması
Başarısızlık şemasında kişiler, yaşamda bir türlü başarılı olamayacağına inanır. İçinde bir yerde diğer insanlar kadar başarılı olmayacağını haykıran bir ses kıvranıyordur.
“Nasıl olsa yapamayacağım. Denesem ne olacak?” fısıltıları varlığını eylemlerinde sürdürür. Kişi, “Ya yine başarısız olursam?” güvensizlikleriyle işleri ertelemeye başlar.
Zaten yapamayacağını düşündüğü için denemeyi dahi kendine çok görür. Deneyip başarısız olmak, onu öyle korkutacak ve hayal kırıklığına uğratacaktır ki çabalarını, gösteremediği potansiyeline gömmeyi yeğler.
Başarma veya başaramama ihtimallerini kendi ellerinden sertçe çeker alır. Keza deneme şansı da çoktan o ellerin avuçları arasında kalakalmıştır.
Böylece o ana dek sadece kişinin zihninde yazılı kehanet, kendi elleriyle kendi yazgısına yazılmıştır. Başaramayacağı fısıltıları, eylemlerine dökülür ve bir düşünce olmaktan çıkıp kişinin kapı kapı kaçtığı gerçeği olur.
Denememiş, vazgeçmiş, öylece bırakmıştır. Artık başarısız olduğuna dair söylentileri, birer yanılgıdan ibaret değildir. O fısıltılar, yüzleşmek zorunda kalacağı acı gerçeğin yansıması olmuştur.
Sonuç
Özetle düşünce ve davranışlar birbirinden etkilenirken şemalar, kişinin özünde yaşamını sürdürmeye devam eder, kehanet ise kendini gerçekleştirir.
Akılda dönüp duran sualler, yaşamın kaçınılmaz yanıtları olur. Bu nedenle zihnimizde nasıl düşüncelerin yaşadığına dikkat etmek gerekir. O düşünceler, hayatın dudaklarından çıkan sözcüklere dönüşebilir.
Çünkü kehanete göre zihin ne düşünürse, gerçek o olur!
Kaynakça
Çakır, D. (2021). Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Kırmızı Saçlı Kadın. Mecmua, (12), 110–117.
Gauffier, L. (1797). Pygmalion & Galatea. Wikimedia. Manchester Art Gallery.


