Çoğumuz isteklerimizi dile getirmeden ya da aksiyona dökmeden önce bunları toplumun süzgecinden geçirmeyi bir alışkanlık haline getirmiştir. Bu alışkanlık genellikle fark ettiğimiz ya da üzerine düşündüğümüz bir şey değildir, ancak zaman gelir de arzularımızın karşı konulamazlığına yenik düşene kadar.
Bahsedilen çatışma, birçok psikanaliz teorisinde bahsedilen, sanat eserlerinde işlenen, günlük hayatımıza konu olan temel bir sorun olarak ortaya çıkar. Biz de bu meseleyi Jane Austen’in Gurur ve Önyargı eserinden örneklerle Freudyen teori ışığında tartışacağız.
Jane Austen
1775 yılında İngiltere’nin Hampshire bölgesinde doğdu. Rahip olan babası sayesinde iyi bir eğitim alma fırsatı buldu. Yaşamını bir hastalık sebebiyle genç denilebilecek bir yaşta kaybetti. 41 yıllık ömrü boyunca hiç evlenmedi ve ailesiyle yaşadı.
İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından biri haline geldi, kitapları günümüzde de ilgi çekmekte ve klasikler kategorisinde değerlendirilmektedir. Jane Austen, yaşadığı dönemin toplumsal çatışmalarını işlediği romanlarında özellikle kadınları ve toplumun kadınların evlilikleri ile ilgili tutumlarını ele almasıyla bilinir. Bu toplumsal normları sorgulayan feminist bir bakış açısı vardır.
Kitaplarını yazdığı Regency dönemi, eserlerini de yoğun olarak etkiledi. Sınıf farklarının belirginliğinin fazla olduğu bu dönem, aynı zamanda kadınlar için kısıtlayıcı bir dönemdi. Kadınların toplumdaki konumu ancak yaptıkları uygun evliliklerle belirlenirdi.
Gurur ve Önyargı (1813)
Kitabımız Bennett ailesinin beş kızını konu almaktadır. Mr. Bennett varlıklı olmasına rağmen erkek çocuğu olmaması nedeniyle mirasını uzak akrabalarına bırakmak durumundadır, kızlarına ise bırakabileceği bir maaş biriktirmeyi ihmal etmiştir. Bu nedenle aile kızlarının geleceğini garantilemenin tek yolunun uygun evlilikler yapmaktan geçtiğinin bilincindedir.
Özellikle Mrs. Bennett tarafından uygulanan baskı ve zorlamalar, Mr. Bennett’in yumuşak başlılığı ile dengelenir.
Ailenin en büyük kızı Jane güzelliği ve yumuşak başlı doğasıyla her zaman taliplerinin ilgisini çekmeyi başarır. Kasabaya yeni taşınan genç ve zengin Mr. Bingley de bunlardan biridir. Aralarındaki sınıf farkı Mr. Bingley’in ailesi ve arkadaşları tarafından aşılmaz bir engel gibi görülür. Bunların etkisi iki tarafın da yumuşak mizacı nedeniyle ilişkileri ayrılığa doğru sürüklenir.
Ailenin ikinci büyük kızı Elizabeth (ve baş karakterimiz) ise ablasının zıttı olarak sivri dili ve zekasıyla ön plana çıkar. Dönemin şartları nedeniyle bunlar bir kadında pek de istenen özellikler değildir. Mr. Bingley’in yakın arkadaşı Mr. Darcy, kibiri ve gururu ile hikâyeye dahil olur. Bu çiftimizde de Jane ve Mr. Bingley arasındaki çatışmanın benzerine şahit oluruz, ancak sivri kişilikleri bu çatışmayı daha da yoğunlaştırır.
Bahsedilen Neyin Çatışmasıdır?
Freud, kişilik kuramını geliştirirken psişeyi üç temel yapısal ögeye bölmüştür. Freud’a göre insan davranışları bu üç yapının birbiri ile etkileşime girmesiyle oluşur. Bu etkileşimler genelde çatışmalar şeklinde gerçekleşir. Bu yapısal ögeler şunlardır:
İd: Biyolojik dürtülerin (açlık, cinsellik, saldırganlık vs.) barındığı, bilinçdışı ve en ilkel kısımdır. Haz ilkesi tarafından yönetilen bu kısım, çabuk tatmin edilmek ister. Dürtüler dışında başka koşullar dikkate alınmaz, yasalar ya da ahlak kuralları burada geçerli değildir.
Süperego: Ahlaki değerler, toplumsal kuralların, ailelerin söylemlerinin içselleştirilmiş halidir. Vicdanı temsil eder. Toplumsal ideallerin sembolize edildiği yerdir.
Ego: İd ve süperegonun arasındaki çatışmaya arabuluculuk yapar. İd’in dürtülerini süperegonun kabul edeceği şekilde tatmin etmeye çalışır. Toplumsal olarak kabul edilen dürtülerin tatmin edilmesine yönelik davranışlar kişiliğin işlevselliğini pekiştirir. Gerçeklik ilkesi üzerinde hareket eder.
Gurur ve Önyargı’da Kişilik Kuramının Yapısal Ögelerinin İşlevi
Çiftimiz Elizabeth ve Mr. Darcy’in aşkı arasındaki en büyük engelin sınıflar arası farklılıklar olduğuna daha önce de değinmiştik.
Mr. Darcy, son derece zengin ve üst sınıfa ait bir özne olarak Elizabeth Bennet gibi daha alt sınıftan ve ailesinin pek de uygun görülmediği birine karşı duygular beslemeyi kendine yakıştırmamaktadır. Belli bir süre boyunca kibrini bu dürtüleri bastırması amacıyla kullanarak Elizabeth ile arasına mesafe koymaya çalışır. Aristokrat sınıfın katı kurallarıyla büyümüş Mr. Darcy için id’e boyun eğmek kabul edilmezdir, süperegonun baskısı burada çok güçlüdür.
Kitapta da gördüğümüz üzere id’e boyun eğerek aşkını ilk açıklayan kişi Mr. Darcy’dir ancak bunu o kadar kibirli ve gururlu bir yerden ifade eder ki, sanki yaptığı şeyin bir fedakârlık olduğunu dile getirmeye çalışır. Bu açıklama, id’in üzerindeki süperegonun baskısının bir göstergesidir.
Elizabeth için ise id, Mr. Darcy ile aynı konumdadır. Dürtüleri ona aşkı ifade etmektedir. Fakat Elizabeth de sınıfsal ayrımın farkındadır; aynı kurallar Mr. Darcy için olmasa da kendisi için de geçerlidir. Dahası, Mr. Darcy’nin herkese olan kibirli ve mesafeli tavrı da bulundukları komünitede sevilen ve takdir edilen biri olmayışına sebep olmuştur. Çevresinden gelen yorumlar ve sınıfsal ayrımlar da Elizabeth’in süperegosuna alan açmıştır. İd’in dürtülerini bastırabilmek için Elizabeth ise Mr. Darcy hakkında önyargılar geliştirmiştir.
İkilinin aynı çatışmaları yaşaması öznelliklerine yer açmadıkları anlamına gelmez. Bu çatışma ile baş etmek için geliştirdikleri savunma mekanizmaları, kendi kişiliklerinin bir yansıması olarak şekillenmiştir.
Bu örnekte de gördüğümüz üzere herkes id-ego-süperego arasındaki çatışmaları yaşamaktadır. Kendi isteklerimiz ve çevremizin beklentileri arasındaki çatışmamız bu yapılardan gelmektedir. Aslında bu çatışmalar davranışlarımızın temelindeki anlamı oluşturur.