Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kaybın Sessiz Yankısı: Yasla Yeniden Bağ Kurmanın İnce Sanatı

Yas… İnsan hayatının en evrensel, en kaçınılmaz deneyimlerinden biri. Hepimiz bir gün bu yolculuğa davet edileceğimizi biliriz, ama hiçbirimiz o davete hazır olduğumuzu söyleyemeyiz. Kimi zaman bir sabah telefonun ucundaki sessizlikle başlar, kimi zaman bir koltuğun boşluğuyla. Çoğu zaman ise kalbin ortasında, tarifsiz bir sızıyla kendini gösterir. Yasın özelliği, sadece kaybedilen kişiye dair bir acı bırakmaması; aynı zamanda geride kalanların kendi kimliklerini, dünyaya bakışlarını ve yaşam anlamlarını yeniden şekillendirmeye zorlamasıdır. İnsan, kayıptan sonra yalnızca sevdiğini değil, aynı zamanda kendisini de kısmen kaybeder. Çünkü “Ben kimdim onun yanında?” sorusu, “O yokken ben kimim?” sorusuna dönüşür.

Uzun yıllar boyunca yas, çoğunlukla “unutmak” ya da “geride bırakmak” olarak tanımlandı. Ancak bugün biliyoruz ki yas süreci, bir kopuştan çok, yeniden kurulan bir bağdır. Kaybedilenle fiziksel olarak ayrılırız; ama zihnimizde, kalbimizde ve hafızamızda onunla kurduğumuz ilişki, farklı bir biçimde yaşamaya devam eder. Bu, kimi zaman bir rüyanın içinde, kimi zaman hiç beklenmedik bir şarkının sözlerinde, kimi zaman da gündelik hayatta yaptığımız küçük bir jestte kendini gösterir.

Yas süreci, unutmanın değil; hatırlamanın yeni yollarını bulma sürecidir. Acının keskinliğini zamanla azaltan da budur: hatıraların taşıdığı anlamın değişmesi. Başlangıçta her hatıra yıkıcı bir sızı taşırken, zamanla o hatıralar hayata yeniden tutunmanın ipuçlarına dönüşür. İnsan kaybettiklerini yalnızca arkada bırakmaz; onlarla birlikte yeni bir yol çizer.

Yas ve Kimlik: “Ben Kimim Şimdi?”

Kaybın ardından insanın karşılaştığı en güçlü sorulardan biri, kimlik sorusudur. Çünkü her ilişki, bizim kim olduğumuzu da şekillendirir. Sevdiğimizin gidişiyle birlikte, aslında onunla kurduğumuz kimlik de eksilir. Bir eşin kaybında, “Artık kimin eşi olacağım?”; bir ebeveynin kaybında, “Onsuz nasıl bir çocuk olacağım?”; bir dostun kaybında ise, “Onunla paylaştığım yanım şimdi kime ait?” soruları yankılanır.

Bu noktada yas, yalnızca bir ayrılık değil, aynı zamanda yeni bir kimliğin inşa sürecidir. İnsan, kayıpla birlikte kendi varoluşunu yeniden tanımlar. Bu kolay bir yolculuk değildir, ancak yasın dönüştürücü gücü tam da buradadır: Kayıp, hayatımıza yeni bir anlam, yeni bir bakış, bazen de hiç beklemediğimiz bir dayanıklılık kazandırır.

Kültürel Sessizlik ve Paylaşma İhtiyacı

Toplumlar yası farklı şekillerde yaşar. Kimi kültürler kaybı yüksek sesle, ağıtlarla dile getirirken; kimileri sessizliği tercih eder. Modern yaşamda ise çoğu zaman yas, hızla “atlatılması gereken bir süreç” gibi görülür. Oysa yasın kendine ait bir ritmi, bir zamanı vardır. Aceleye gelmez, bastırıldığında başka yollardan kendini hatırlatır.

Yas tutan birine en çok söylenen cümlelerden biri, “Artık güçlü olmalısın”dır. Ancak gerçekte yas, zayıflık değil; insan olmanın en doğal göstergesidir. Yas tutmak, kaybettiğimizle bağımızın derinliğini gösterir. Sessizlikle yaşanabilir, gözyaşıyla, anılarla, ritüellerle yaşanabilir. Önemli olan, bu sürecin kendimize özgü ve sahici bir yol bulmasına izin vermektir.

Psikolojik Boyut: Kaybı Anlamlandırmak

Yas sürecinde insan zihni iki yönlü bir denge arar:

  • Bir yandan kaybın gerçekliğini kabul etmek,

  • Bir yandan da kaybedilenle bağı sürdürmenin yollarını bulmak.

Bu dengeyi bulmak, zaman ve sabır ister. Psikoterapötik yaklaşımlar da tam olarak bu noktada devreye girer: kişinin acısını paylaşabilmesi, kaybı konuşabilmesi, kaybedilenle yeni bir ilişki biçimi kurabilmesi için destek sunar. Çünkü kaybı “unutmaya” çalışmak çoğu zaman mümkün değildir; önemli olan, o kayıpla birlikte yaşamayı öğrenebilmektir.

Her kayıp, derin bir boşluk bırakır. Ancak bu boşluğun içinde yeni bir şey filizlenebilir: dayanıklılık. Zamanla anıları taşımak kolaylaşır, acı yerini daha yumuşak bir hatırlamaya bırakır. İnsan, kaybettiğiyle birlikte yaşamayı öğrenirken aslında kendine de yeniden bağlanır.

Yas sürecinin sonunda çoğu insan şunu fark eder: Hayat, eksilenlerle değil; onların bıraktığı izlerle anlam bulur. O izler, bazen bir fotoğraf karesinde, bazen bir kokuya sinmiş hatırada, bazen de hiç beklenmedik bir anda dudaklara konan bir tebessümde kendini gösterir. Ve biz, o izlerle yeniden bağ kurarak yolumuza devam ederiz.

Yas, acının diliyle başlar; ama çoğu zaman umutla sonlanır. Çünkü her kayıp, aynı zamanda yeni bir hikâyenin de başlangıcıdır. İnsan, kaybettiklerini geride bırakmaz; onların bıraktığı izlerle kendini yeniden kurar. Ve bu izler, bizi hayata tutunduran en güçlü bağlardan biri olur.

Dilay Durur
Dilay Durur
Dilay Durur, klinik psikoloji alanında yeni mezun bir psikolog olarak yas, travma ve kayıp süreçlerine odaklanmaktadır. Farklı psikoloji merkezlerinde edindiği staj deneyimleri, teorik bilgilerini pratiğe dönüştürmesine olanak sağlamıştır. İnsan davranışlarını anlamaya ve danışanların iyileşme yolculuğuna empatiyle eşlik etmeye büyük önem verir. Akademik araştırmalar ve klinik uygulamaları harmanlayarak, psikolojik destek ve rehberlik alanında katkı sunmayı hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar