Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Peri Masallarının Işıltılı Gölgesi

Beyaz atlı prensler, kötü kalpli cadılar, camdan ayakkabılar, gümüş taraklar, kırmızı pelerinler, saf ve iyi kalpli prensesler…
Çocukluğumuzun cebine sığmayan o hikâyelerde her şey çok net. İyiler bembeyazdı, kötüler gece gibi simsiyah. Ama kimsenin anlatmadığı bir şey vardı: Gölge düşmeyen hiçbir masal yoktu.

Işıltılı balo salonlarının ardında, gece mavisi pelerinlerini giymiş kahramanlar görünürdü. Ama o salonlarda yalnızca dans edilmezdi; loş ışıkların arasında sırlar dolaşır, bastırılmış hayaller ve gizli korkular sessizce nefes alırdı.
Masallar, anlaşıldıkları kadar gizledikleriyle de büyülüydü.
Peki, hiç düşündünüz mü; o masalların gerçek hikayesi neydi?

Sır Perdesinin Ardından Masal Kahramanları

Pamuk Prenses’in üvey annesi… Hani şu, aynaya her gün “Var mı bu dünyada benden güzel biri daha?” diye soran, güzelliğini tehdit altında hissedince bir çocuğu bile gözünü kırpmadan ortadan kaldırmaya çalışan kadın… Peki Pamuk Prenses’in kraliçesi aynaya bakarken aslında neyi arıyordu?
Güzelliğini mi yoksa çoktan kaybettiği kendi benliğini mi?

Narince örülmüş bir egonun üzerine takılan o taç, bir gülüşle yıkılacak kadar kırılgandı. Bu davranışlar, narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliklerini yansıtır: aşırı hayranlık beklentisi, empati eksikliği, üstünlük duygusu ve eleştiriye karşı tahammülsüzlük.
Kraliçe’nin kendi değerini yalnızca dış görünüşüne ve başkalarının onayına bağlaması, bu bozukluğun derin bir yansımasıdır.

Külkedisi sessizdi. Sadece süpürge sesi duyulurdu onun hikâyesinde. Ama hiç mi bağırmak, isyan etmek gelmemişti içinden? Sessiz, uysal ve itaatkâr bir tavrı vardı; ne yaşarsa yaşasın sesini çıkarmaz, ifade etmezdi. Adeta kendi iradesinden yoksundu; karanlığın içinde sadece bir ışık bekler gibiydi.
Bu pasif duruş, bağımlı kişilik bozukluğunun izlerini taşır. Kendi kararlarını veremez, kötü muameleye rağmen bulunduğu ortamı terk edemezdi. Kurtuluşunu ise, kendi iç gücünde değil, dışarıdan gelecek o “prens” figüründe aradı.

Polyanna… Her durumda olumlu bir yan bulmaya çalışan o neşeli kız… Ancak ne kadar gerçek bir mutluluk bu?
Psikolojide buna toksik pozitiflik denir. Gerçek duyguları bastırmak ve sadece iyi düşünmeye zorlanmak, kişinin kendisiyle olan bağını zedeler.
Polyanna’nın her olumsuzlukta “iyi bir şey” görme çabası, hem kendi hem de çevresindekilerin duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelmesine yol açabilir. İyimser olmak güzeldir ama bazen üzgün olmak da gereklidir.

Masallarda bazen en masum görünen hikayelerin altında bile karanlık, karmaşık duygular gizlidir. İşte bu yüzden, bir çocuğun ormanda yürürken karşılaştığı kurdun hikayesi, sadece basit bir masal anlatımı değildir.
Masum bir çocuk ormanda yürür ve bir kurtla karşılaşır. Bu hikâye masal gibi anlatılır fakat metaforlarının altı karanlık duygularla doludur.
Kırmızı Başlıklı Kız’ın “kurda yem olması”, bazı yorumlara göre istismarın simgesidir. Bu bakış açısıyla, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirginleşir: güvensizlik, sürekli tetikte olma hali, tekrar eden kabuslar ve dünyayı tehditkâr bir yer olarak algılama… Masal, çocuğun ormandaki yolculuğundan çok daha fazlasını anlatır; belki de bir çocuğun zihninde asla susmayan korkunun öyküsüdür.

Benzer biçimde, masumiyeti arkasına saklayan başka masallar da vardır. Pinokyo… Yaramazlık yapan, yalan söyleyen bir kukla. Pinokyo’nun sürekli yalan söylemesi, kuralları çiğnemesi ve başkalarının duygularını önemsememesi, çocukça bir yaramazlık gibi görünse de, aslında antisosyal kişilik bozukluğunun uyarıcı işaretleri olabilir. Kurallara saygısızlık, empati eksikliği ve manipülatif davranışlar, bu bozukluğun temel unsurlarıdır. Neyse ki, Pinokyo’nun dönüşüm süreci, bu bozuklukla baş etmenin mümkün olduğunu simgeler.

Rapunzel, yıllarca bir kulede hapsedilir; dış dünya onun için bir hayal gibidir. Sosyal ilişkilerden kopuk, bilgiye kapalı bu yaşam, sosyal izolasyon ve gelişimsel travmanın canlı bir örneğidir. Kulede geçen yıllar, onu dış dünyaya karşı kırılgan ve bağımlı bir hale getirir. Hayatına giren ilk kişiye sorgusuzca bağlanması, deneyimsizliğinin doğal bir sonucudur.

Yalnızlık, korku ve çaresizlik bazı karakterleri pasif kılarken, bazılarını paradoksal şekilde bağlandıkları figürlere bağımlı hale getirir. Güzel ve Çirkin masalında da bu durumun izlerini görürüz. “Güzel”, onu hapseden yaratığa aşık olur; başlangıçta korkuyla başlayan bu bağ, zamanla romantik bir ilişkiye dönüşür. Psikolojide buna Stockholm Sendromu denir; mağdurun, kendisine zarar veren kişiye karşı olumlu duygular geliştirmesi, tehdit altında hayatta kalmanın bilinçdışı yollarından biridir.

Küçük Deniz Kızı Ariel ise, insan olmak uğruna sesinden vazgeçer. Sesi, yani kimliği ve duyguları susturulmuştur. Bu durum, kimlik çatışması, aidiyet arayışı ve sınırların erimesinin sembolüdür. Borderline kişilik bozukluğu açısından bakıldığında, Ariel’in hikayesi yoğun duygulanım, terk edilme korkusu, kimlik belirsizliği ve hızlı kararların dramatik bir yansımasıdır. Ariel, “bir yere ait olamamanın” en çarpıcı örneklerindendir.

Masallar Sadece Masal Değildir!

Masallar hep iyilerle kötülerin savaşı gibi anlaşılır. Ancak o savaş, dışarıda değil; insanın içinde yaşanır aslında. Her karakter, bir yanımızı yansıtır. Kötü kraliçede bastırdığımız kıskançlığı, Külkedisi’nde sessiz kaldığımız anları, Rapunzel’de içimize hapsolmuş yanlarımızı görürüz. Kurdu yenen değil, onunla yüzleşebilen kazanır bu hikâyelerde.

Masallar, büyümek için değil; büyürken kaybettiklerimizi hatırlatmak için yazılmıştır. Çocukken dinleriz, büyürken unutur gibi yaparız. Ama masallar bir yerlerde bizimle birlikte kalır. Bir sabah aynaya bakarken, bir hayalin peşinden koşarken, bazen de kimsenin bilmediği bir korkuyla uyanırken… Çünkü masallar, uydurma değildir. Onlar, insan ruhunun derin ve eski sesleridir.

Psikoloji o sesi duymamızı sağlar. Ve işte o an fark ederiz: Masallar çocuklar için yazılmış olsa da, en çok büyüklere dairdir. Çünkü insanı en iyi, yine masallar anlatır.

1 Yorum

  1. Yine okuması çok keyifli bir yazıydı. Konu seçimi aşırı iyi olmuş elinize sağlıkk.
    “Masallar, büyümek için değil; büyürken kaybettiklerimizi hatırlatmak için yazılmıştır…”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar