Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Toplumun Yansıması Olarak Suça Sürüklenen Çocuk

Son dönemde medyada sıkça yer alan “suça sürüklenen çocuk” haberleri, toplumun çocuk algısını ve güvenlik anlayışını ciddi şekilde etkiliyor. Bu kavram, resmi olarak hukuki bir terim olsa da gündelik dilde çoğu zaman “suçlu çocuk” olarak algılanıyor. Bu algı, çocukları tek bir kimlikle tanımlama riskini beraberinde getiriyor.

Kamuoyunda iki uç yaklaşım öne çıkıyor: Bir kesim, çocukları tamamen masumlaştırıp tüm sorumluluğu topluma yüklerken, diğer kesim onları yetişkin suçlularla aynı kefeye koyuyor. Psikoloji perspektifinden bakıldığında, bu iki yaklaşım da eksiktir.

Çocukların suça yönelmesinde sosyal, çevresel ve bireysel faktörler iç içe geçer. Bu nedenle, hem sorumluluk hem de bağlam birlikte ele alınmalıdır. Ne suçu tamamen bireysel hataya indirgemek ne de tamamen toplumsal koşullara bağlamak doğru olur.

Klinik Psikoloji Açısından

Klinik psikoloji, bireyin davranışlarının ardındaki psikolojik süreçleri anlamaya odaklanır. Suça karışan çocukların yaşam öykülerine bakıldığında, büyük bir kısmının geçmişinde duygusal ihmal, fiziksel şiddet, ebeveyn kaybı, düşük sosyoekonomik koşullar veya kronik stres gibi unsurlar bulunur. Bu faktörler, çocukların duygusal düzenleme becerilerini zayıflatabilir, problem çözme yetilerini sınırlayabilir ve öfke kontrolünü olumsuz etkileyebilir.

Bununla birlikte, olumsuz geçmiş deneyimler, yapılan eylemin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Klinik açıdan en sağlıklı müdahale, geçmiş travmaların onarılması ile birlikte çocuğun eylemlerinin sonuçlarını anlamasını sağlayacak bir farkındalık süreci yürütmektir. Sadece “zor şartlar içindeydi” söylemiyle çocuğu tamamen mazur görmek, sorumluluk bilincini zayıflatabilir.

Ergenlik dönemi, özellikle riskli davranışlara yatkınlığın arttığı bir dönemdir. Beynin ön bölgesinde yer alan prefrontal korteks, karar verme ve dürtü kontrolünde kritik rol oynar ve bu bölgenin tam olgunlaşması 20’li yaşların başını bulur. Bu biyolojik gerçek, ergenlerin neden daha düşüncesiz ve fevri davranışlarda bulunabildiğini açıklar. Ancak bu, davranışın sonuçlarını tamamen görmezden gelmek anlamına gelmez; tam tersine, bu dönemde sorumluluk eğitimi daha da önem kazanır.

Sosyal Psikoloji Perspektifi

Sosyal psikoloji, bireyin davranışlarını çevresel ve toplumsal etkileşimler içinde inceler. Çocuğun suça yönelmesinde akran baskısı, grup normları, sosyal kabul ihtiyacı ve rol modellerin etkisi büyüktür. Çeteler veya suç örgütleri, özellikle aidiyet arayan gençler için cazip bir ortam sunabilir.

Bu noktada etiketleme kuramı önemlidir. Bir bireyin “suçlu” olarak damgalanması, hem kendi benlik algısını hem de toplumun ona yaklaşımını etkiler. Etiketlenen çocuk, okuldan dışlanabilir, akran ilişkilerinde izole olabilir ve gelecekte sosyal uyum zorlukları yaşayabilir. Damgalanma, bazen çocuğun suç davranışına daha da bağlanmasına yol açar. Bu, “kendini gerçekleştiren kehanet” olarak bilinen olguyu harekete geçirir: Toplum ondan suçlu olmasını bekledikçe, çocuk bu beklentiye uygun davranışlar sergileyebilir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, etiketlemenin olumsuz etkilerini azaltırken suçun ciddiyetini küçümsememektir. Toplum, çocukları koruma amacıyla bile olsa, yapılan davranışın yanlış olduğunu net şekilde ortaya koymalı; aksi halde, sosyal normların etkisi zayıflar.

Toplumsal Algının İki Ucu

Mevcut tartışmalarda görülen temel sorun, toplumsal algının aşırı uçlarda olmasıdır. Aşırı cezalandırıcı bir yaklaşım, çocuğun geleceğini tamamen karartır ve topluma yeniden kazandırılma ihtimalini düşürür. Öte yandan, aşırı mazur gören bir yaklaşım, sorumluluk bilincini zayıflatır ve çocuğun davranışlarının sonuçlarını öğrenmesini engeller.

Sağlıklı bir yaklaşım, hatayı kabul eden, sorumluluğu teşvik eden ama aynı zamanda rehabilitasyonu destekleyen bir çerçevede olmalıdır. Bunun için hem bireysel hem de toplumsal düzeyde dengeli bir tutum gerekir.

Klinik ve Sosyal Boyutun Dengesi

Klinik açıdan, suça karışan çocukların önemli bir kısmı geçmişinde duygusal yaralar taşır. Sosyal açıdan ise, toplum çoğu zaman bu yaraları görmezden gelir ve yalnızca ortaya çıkan davranışa odaklanır. Bu ikili durum, bir kısır döngü yaratır: Dışlanan çocuk, aidiyet ihtiyacını çoğu zaman olumsuz çevrelerde karşılar; bu da yeni suç davranışlarını tetikleyebilir.

Bronfenbrenner’in ekolojik sistemler teorisi, bu sorunu anlamada yol gösterici olabilir. Çocuğun ailesi (mikro sistem), okul-çevre ilişkileri (mezo sistem), medya ve yerel politikalar (ekzo sistem) ve kültürel değerler (makro sistem) birlikte değerlendirildiğinde, suça yönelten faktörlerin çok katmanlı olduğu görülür. Bu nedenle, sadece bireyi hedefleyen çözümler yetersiz kalır; sosyal bağlam da değişmelidir.

Sonuç

“Suça sürüklenen çocuk” kavramı, yalnızca hukuki bir tanım değil; aynı zamanda toplumun değerlerini, çocuk yetiştirme biçimlerini ve sosyal adalet anlayışını yansıtan bir aynadır. Psikoloji perspektifinden bakıldığında, suç davranışı hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ele alınması gereken karmaşık bir olgudur.

Çocuğun geçmiş yaşantılarını anlamak, empati kurmak ve sosyal koşulları iyileştirmek önemlidir; ancak bu, yapılan davranışın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Çocukların işledikleri fiillerin sonuçlarını anlamaları, değişim sürecinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Toplum ise, hem bu sorumluluk bilincini teşvik etmeli hem de yeniden topluma kazandırma mekanizmalarını güçlendirmelidir.

Ne çocuğu bütünüyle aklayan ne de tamamen dışlayan uç yaklaşımlar çözüm sunar. Asıl çözüm, bireysel hesap verebilirlik ile toplumsal desteğin dengeli biçimde yürütüldüğü bir anlayışta yatar. Böylece hem çocukların geleceği hem de toplumun güvenliği korunmuş olur.

Ahmet Üstündağ
Ahmet Üstündağ
Ahmet Ustundağ, İstanbul Kültür Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun olmuştur. Eğitim hayatı boyunca psikolojinin farklı alanlarına ilgi duyan Ahmet Ustundağ, özellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT) yöntemine yönelerek, bu alanda derinlemesine bilgi ve deneyim kazanmıştır. Kariyerinde önemli bir adım atarak, çocuk esirgeme kurumunda çalışmış ve burada birçok farklı yaş grubu ve psikolojik durumu olan çocuklarla deneyim kazanmıştır. Daha sonrasında ise, Kasımpaşa Spor Kulübü'nde spor psikoloğu olarak görev almıştır. Bu görevde, sporcuların zihinsel dayanıklılıklarını artırmaya, performanslarını iyileştirmeye ve mental sağlıklarını desteklemeye yönelik çalışmalar yapmıştır. Spor psikolojisi alanındaki bu deneyimi, onun bireylerin psikolojik zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olma yeteneğini daha da pekiştirmiştir. Ahmet Ustundağ, teorik bilgi ve pratik deneyimlerini birleştirerek, psikolojinin farklı alanlarında profesyonel bir yaklaşımla hizmet vermektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar