Salı, Ekim 21, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Boş Sandalye: Sessizliğin Arkasından Gelen Hikayeler

Bir terapi odasında konuşulmadan da çok şey anlatılır.
Bazı seanslar vardır; danışanın öylece oturduğu, bakışlarını kaçırdığı ve odada yoğun bir sessizliğin olduğu. Danışan konuşmaz. Belki de konuşamaz. Ama o sessizlik, bazen kelimelerin taşıyamayacağı kadar çok şeyi anlatır bize.

Psikolojide bu tür anlara sıkça şahit oluruz. Bu, benim de şahsen yaşadığım bir durumdu. Sessizliğin iyileştirici gücü, pek çok teorik yapı içerisinde incelenir. Psikanalitik bakış açısında sessizliğin önemi oldukça fazladır ve birçok şeyi ifade eder; ayrıca danışanın iç dünyasına açılan yollardan biri olarak değerlendirilir. Fakat teori bir tarafa, o anın gerçeği her zaman farklıdır. Danışan koltuğunda oturan bir bireyin zihinsel yükü ve neyle başlayacağına dair endişesi, orada bulunan birinin tam olarak hissedebileceği bir durumdur.

İlk kez staj yaptığım kliniğin danışan bekleme odasında fark ettiğim şey buydu: İnsanlar konuşmadan da yardım isteyebiliyordu. Dışarıdan ne kadar güçlü görünmeye çalışsalar da, içten içe kendilerini bulmaya çalışan hayat hikâyelerinin olduğu kaçınılmazdı. Klinik psikolog olma hedefiyle çıktığım bu yolda, gerçek klinik tecrübenin sadece kitaplar ardında kalmadığını bizzat deneyimleyip gözlemlemekte olduğunu anladım.

Bana göre hatta çoğu meslektaşlarıma göre de terapi, bir çeşit çeviri sürecidir. Bedenin, gözlerin, sessizliklerin ve ara sıra öfkenin dilini anlamak… Ve bunu yaparken kendi iç sesine de kulak vermeyi unutmamak.

Öğrencilik dönemimde gerçekleştirdiğim stajlardan birinde ilk kez gördüğüm ve beni derinden etkileyen yöntemlerden birini de paylaşmak isterim; boş sandalye tekniği. Bu tekniği deneyimlemeden önce kafamda her zaman belirsiz, anlamlandırması güç bir noktadaydı. Danışanın önünde bulunan boş bir sandalyeye hayalindeki birini – bir ebeveyn, partner ya da çocukluk figürünü – oturtmasını istemek ve sonrasında o kişiye ifade edemediği şeyleri söylemesini istemek aslında o alanı açmanın bir yolu… Bu yöntem bazen görünmeyen bir yüzleşmenin başlangıcı olarak tanımlanabiliyor. İfade edilemeyenle karşılaşmak, aslında kendinle yüzleşmek anlamına gelir. Bu teknik, bir sandalyenin bile nasıl iyileştirici bir ortam oluşturabileceğini göstermişti bana.

Özellikle duygusal travma döneminde, ifade edilmemiş hikâyelerle yüzleşmek kaçınılmaz diyebiliriz. Çünkü travma, çoğunlukla üzerinden zaman geçtikçe aşıldığı sanılan, konuşulmayan, bazen de konuşulamayan bir durum olarak ortaya çıkabilir. Bu sessizlik; bir savunma aracı, bazen bir reddediş, bazen bir beklenti, bazen de bir kaçış yoludur. Travmatik deneyimler, kişinin kelimelerle kendini ifade etmesinin zorlaştığı bir alandır. Bu nedenle, sessizlik yalnızca bir boşluk değil; bir yük olarak hissedilebilir.

Buna ek olarak Balıklı Rum Hastanesi’ndeki stajımda karşılaştığım bir anı paylaşmak istedim. Kadın bir danışan ağlayan haykırışlarıyla psikiyatri kliniğine adım atmıştı. Akut bir anında soluğu klinikte aldığı bariz bir şekilde anlaşılıyordu ve o an yaşadığı zor durumun yalnızca zihninde değil, bedenine de yansımış hâlini gördüm. Bankta sırasını beklerken, titreyen bacakları kaygısını, korkusunu, çaresizliğini bende açıkça ifade ediyordu ve resmen o anda güvende hissettiği yere adımını atmıştı. Benim için adeta akut bir yardım çığlıklarını andırıyordu. Göz göze geldiğimizde benden bile yardım isteyecek gibiydi sanki…

İşte o an anladım ki bazı insanlar sadece görülmek istiyor. Konuşmak değil, anlaşılmak istiyorlar. Terapötik bağ bazen konuşulanlardan değil, sessizlikte de saklı olabiliyor. Biz terapistler, bazen sadece konuşan değil, aynı zamanda tanık olan tarafız aslında.

Bugün klinik psikoloji eğitimime hazırlanırken, en çok kazandığım şeyin teknikler değil, insan ilişkileri olduğunu ifade edebilirim. İnsana sabırla, önyargısız ve dikkatli bir şekilde yaklaşmak; bazen hiçbir şey yapmadan, sadece yanında durmak… Bu duruma örnek verecek olursam “holding” olarak tanımlanan bu terimi eklemek isterim. Donald Winnicott’a göre; bireyin duygusal olarak “tutulduğunu” ve kabul edildiğini hissetmesi olarak ifade eder.

Sonuç olarak boş bir sandalye, sadece bir obje değil; aynı zamanda uzun süre gizlenmiş hislerin yeridir diyebiliriz. O sandalyeye oturan birey tek başına değildir. Onunla birlikte gelen kaygıları, kayıpları, çocukluğu, bazen sessiz kalan bir ebeveyni ya da asla dile getirilemeyen bir geçmişi vardır.

Ve biz psikologlar olarak görevimiz, o sandalyede oturan bireyin perde arkasındaki görünmeyen yaşantılarına dokunmak.

Bihter Buğa
Bihter Buğa
Bihter Buğa, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Klinik psikoloji alanında; travma, duygu düzenleme güçlükleri, bağlanma stilleri ve savunma mekanizmaları üzerine çalışmalara ilgi duymaktadır. Opal Psikoloji, Balıklı Rum Hastanesi ve Eşlik Psikoloji’de vaka gözlemleri ve eğitim içeriklerinin analizine katıldı. Koç Üniversitesi Mental Health Lab’de araştırma süreçlerini gözlemledi. Genç ve yetişkin bireylerde psikolojik esneklik, benlik algısı ve klinik değerlendirme süreçlerine yönelik içerikler üretmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar