Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Zihnim Olumsuz Şeyler Deposu Gibi

Bazen kendimi bir arşiv görevlisi gibi hissediyorum. Ama bu arşiv, başarılarımı, güzel anılarımı ya da bana ilham veren sözleri toplamıyor. Tam aksine; hatalar, kırgınlıklar, eksik kalmış cümleler, pişmanlıklar ve beni aşağı çeken düşünceler sanki itinayla raflara dizilmiş. Ve zihnimde ne zaman biraz boşluk oluşsa, bu raflardan biri kendiliğinden açılıyor. “Bak, bunu da unutma,” der gibi.
“Zihnim olumsuz şeyler deposu gibi” demek, aslında birçok insanın içten içe dillendiremediği bir itiraf. Bu düşünce, yalnızca bir duygunun değil; çoğu zaman, bastırılmış travmaların, çocukluktan kalan öğrenmelerin, geçmişte duyduğumuz sözlerin, yüz ifadelerinin, bakışların bizde bıraktığı izlerin bir sonucu. Ve fark etmeden bu depo, bizi yönetmeye başlıyor.

Sessiz Bir Fon Müziği Gibi

Olumsuz düşünceler genellikle sessizce başlar. Önce bir şüphe:
“Acaba yanlış bir şey mi söyledim?”
Sonra bir yargı:
“Ben zaten hiçbir zaman doğru ifade edemem kendimi.”
Ve ardından alışılmış bir sonuç:
“Susayım en iyisi, yine rezil olmadan.”
Bir cümle, bir bakış, bir duraksama… Hepsi bu “depo”ya yeni bir kutu daha yerleştirir. Ve bir süre sonra zihnimiz, bize ait olmaktan çıkıp içselleştirdiğimiz eleştirilerin yankı odasına dönüşür. “Sen zaten yetersizsin.” “Kimse seni gerçekten anlamaz.” “Ne kadar uğraşırsan uğraş, eksik kalacaksın.”

Çocukluğumuzda Kurulan Raflar

Bu depo çocuklukta kuruluyor aslında. Rafları kim yerleştiriyor dersen, çoğu zaman en çok sevdiğimiz insanlar. “Dikkatli ol, hata yapma”, “Ne biçim konuşuyorsun?”, “Ayıp, sus!” gibi iyi niyetle söylenmiş ama yüreğe sert oturmuş cümleler, zihnimizin ilk kutularını oluşturuyor.
Çocuklukta sürekli eleştirilen, kıyaslanan ya da onay peşinde koşturulan bir zihin, büyüdüğünde kendini sürekli sorgulayan, hep eksik hisseden bir yetişkine dönüşebiliyor. Çünkü o küçük zihin, “yanlış yaparsam sevilmem” kuralını öğrenmiş oluyor.

Peki, Neden Olumsuzlar Daha Kalıcı?

İnsan beyni, evrimsel olarak olumsuz olanı fark etmeye daha yatkındır. Tehlikeyi önceden fark etmek, hayatta kalmak için gereklidir. Ancak günümüz koşullarında bu alarm sistemi, duygusal tehditlerde de devreye giriyor. Artık bir kaplan saldırısından değil, bir mesajın geç gelmesinden, bir bakışın değişmesinden tehdit algılıyoruz.
Ve ne yazık ki; olumlu deneyimler kısa sürede zihnimizden silinirken, olumsuz olanlar kazınır gibi hafızamıza yerleşiyor. Bir gün içinde on güzel cümle duyarız ama sadece o tek eleştiriye takılı kalırız. Çünkü zihin, “Hata yapma, dışlanma, reddedilme” korkusuyla bu eleştiriyi büyütüp depoya ekliyor.

Olumsuzluklara Sarılmak: Garip Bir Güvenlik Alanı

Zihnin olumsuz olanı bu kadar sık tutmasının tek nedeni öğrenilmişlik değil. Bir yandan da bu olumsuz düşünceler, biz fark etmesek de bir “güvenlik alanı” haline gelebiliyor. Çünkü kötüye hazırlıklı olmak, belirsizlikten daha kolay geliyor insana.
“İyi gidiyor ama kesin bozulacak.”
“Beni seviyor ama yakında biter.”
“Beni över ama mutlaka bir eksiğimi de görüyordur.”
Bu cümleler, aslında incinmekten korkan bir zihnin kalkanları. Ama ne yazık ki bu kalkanlar, güzel olanı da içeri almıyor.

Zihni Durduramamak Değil, Yönlendirememek

Zihin hep çalışır. Onun görevi düşünmektir. Ama bazen bu düşünceler öyle yoğun, öyle kendiliğinden ve öyle eleştirel olur ki insan kendini yorgun hisseder.
“Düşünmekten kendimi durduramıyorum,” deriz. Ama aslında sorun düşünmekte değil, düşünceleri yönlendirememekte.
Zihni tamamen susturmak mümkün değil, ama ona “şimdi başka bir şey düşünmeyi seçiyorum” diyebilmek mümkün. Zihnimiz bir radyo gibi — sesi kapatamayız belki ama kanalını değiştirmeyi öğrenebiliriz.

Bedende Depolanan Zihinsel Yükler

Zihinsel yük sadece kafamızda kalmıyor. Beden de bu yükten nasibini alıyor.
Bir düşünce, göğüste baskı yaratıyor.
Bir hatıra, mideyi sıkıştırıyor.
Bir cümle, enseye ağrı olarak yerleşiyor.
Sadece zihnimiz değil, vücudumuz da konuşuyor aslında. Ve çoğu zaman, zihinsel deponun dolduğunun ilk habercisi beden oluyor.

Depoyu Boşaltmak Değil, Yeniden Düzenlemek

Bu noktada çoğu kişi zihnindeki olumsuzlukları tamamen yok etmek ister. Oysaki amaç bu değil. Zihni bir “temizle-sil” yeri gibi görmek, doğasına aykırıdır. Çünkü her duygu, her düşünce bir bağlamda doğar ve bize bir şey anlatır.
Mesele; o depoyu tamamen boşaltmak değil, onun düzenini değiştirmektir. Hangi düşünceyi hangi rafa koyacağımızı, hangisinin artık işimize yaramadığını fark etmektir. “Artık bana iyi gelmeyen bu düşünceyi bırakabilirim,” diyebilme gücünü kazanmaktır.

Kendimize Nasıl Yardımcı Olabiliriz?

  • Fark Et: Olumsuz bir düşünce geldiğinde onu hemen bastırmak yerine, “Bu düşünce bana ne söylüyor? Nereden geliyor?” diye sor.

  • Sorgula: “Gerçekten böyle mi?”, “Bu düşünceye inanmak bana nasıl hissettiriyor?”, “Başka bir bakış açısı olabilir mi?” gibi sorular zihinsel esnekliğini artırır.

  • Adlandır: Duyguları isimlendirmek güçlendiricidir. “Şu an yetersizlik hissediyorum.” demek, o duygunun kontrolünü bir nebze ele almak demektir.

  • Güçlü bir iç ses geliştir: İç konuşmalar, zihnimizin yol haritasını belirler. Kendinle konuşurken kullandığın dili fark et. Eleştiren bir öğretmen gibi mi, yoksa destekleyici bir rehber gibi mi konuşuyorsun?

Kendine Anlayışla Yaklaş

Unutma ki; zihinsel depo senin düşmanın değil. O, yıllar boyunca seni korumaya çalışan bir sistem. Ama şimdi büyüdün, değiştin ve bu sistemin her zaman işe yaramadığını fark ettin.
Artık daha bilinçli seçimler yapabilirsin. Yeni düşünceler, yeni anlamlar, yeni yollar üretebilirsin. Ve evet, bu bazen profesyonel destekle daha kolay olur.
Yani… Zihnin bir depo olabilir, ama onun hangi rafını açacağın sana bağlı. Bazı kutular artık tozlu kalabilir. Bazıları yeniden düzenlenebilir. Ve zamanla, o depo; sadece karanlık düşüncelerin değil, ışığı taşıyan anıların da evi haline gelebilir.

Sonuç olarak:

Zihnimizin içi tıpkı yaşadığımız ev gibidir. Dağınık, tozlu, bazen iç karartıcı olabilir. Ama bir gün pencereyi açmaya, rafları düzenlemeye ve artık ihtiyacımız olmayan kutuları kaldırmaya karar veririz.
O zaman zihnimiz sadece bir “olumsuzluk deposu” olmaktan çıkar. Hafifler, derinleşir ve belki de yeni şeylere yer açar.
Kendinle konuşurken kullandığın sesi değiştir. Ona yumuşaklık kat. Eleştiren değil, anlayan bir iç ses geliştirmeye başla. Çünkü zihninde neyin kalacağına, neyin artık gidebileceğine sen karar verebilirsin.

Ayşegül Gökhüseyinoğlu
Ayşegül Gökhüseyinoğlu
Uzm. Psk. Ayşegül Semerci, Psikoloji Bölümü’nden mezun olup, “Genel Psikoloji” yüksek lisansını gelişim ve sosyal psikoloji alanlarında tamamlamıştır. Klinik deneyimleri kapsamında çeşitli psikolojik danışmanlık merkezleri, hastaneler ve özel eğitim kurumlarında görev almıştır. Bilişsel Davranışçı Terapi, Oyun Terapisi, Masal Terapisi, Aile-Çift Terapisi, EMDR ve Sanat Terapisi alanlarında uzmanlaşmış ve Psikodrama eğitimine devam etmektedir. Aynı zamanda yaratıcı drama eğitmenidir. Çocuk, ergen ve yetişkin danışanlarla çalışmakta; güncel psikolojik terimler ve literatür odaklıdır. Psikoloji yazılarıyla bireylerin psikolojik iyi oluşlarını desteklemeyi, terapi süreçlerini anlaşılır kılmayı ve güncel psikoloji konularına bilimsel bir perspektifle ışık tutmayı amaçlamaktadır. Sosyal mecralarda da psikoloji alanındaki yenilikleri ve önemli kavramları paylaşarak, psikolojik farkındalığın artmasına katkı sağlamayı misyon edinmiştir.Ayrıca, aktif psikoloji gruplarında yer almakta ve okuma gruplarına katılarak mesleki gelişimini sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar