Çarşamba, Kasım 19, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Fahrelnissa Zeid ve Resmin Sessiz Dili

Sanat bazen kelimelerin taşıyamadığı bir acıyı anlatmanın tek yoludur. Bazı sanatçılar için üretmek bir seçim değil, bir hayatta kalma biçimidir. Fahrünnisa Zeid’in hayatına baktığımızda, onun için sanatın tam da böyle bir yer tuttuğunu görürüz. Renkleri, biçimleri ve devasa tuvallerinin ardında, bir kadının kendini yeniden kurma çabası saklıdır.

1901’de İstanbul’da doğan Zeid, erken yaşta Avrupa’daki sanat akımlarıyla tanıştı ama hiçbirine tamamen ait olamadı. Ne doğuya ne batıya tam olarak sığabiliyordu; bu yüzden ikisinin arasında, kendine özgü bir dil yarattı. O dil, çoğu zaman karmaşık duyguların, bastırılmış öfkenin ve varoluş arayışının diliydi. Bu eşsiz üslup, onun hem kişisel hem de kültürel dünyasının bir yansıması oldu.

Zeid’in tablolarına baktığınızda, önce renklerin canlılığı sizi içine çeker. Fakat biraz durup baktığınızda, bu renklerin bir düzen değil, bir içsel karmaşayı anlatmaya çalıştığını hissedersiniz. Renkler çatışır, formlar birbirine girer. Her şey sanki bir şeyin dağılma ve yeniden toparlanma hâlidir.

O dönemin eleştirmenleri için Zeid’in soyut çalışmaları sadece modern resmin bir denemesi gibi görünmüş olabilir ama onun için bu, duygusal bir hayatta kalma alanıydı. Yaşadığı savaşlar, kayıplar ve sürgün duygusu, resimlerinde başka bir biçim buldu. Sanat, Zeid’in iç dünyasını düzenlemeye çalıştığı bir alan haline geldi.

Bilinçdışının Tuvale Yansıması

“Gökkuşağında İki Kuşak” belgeselinde Zeid, kız kardeşi Aliye Berger’in ölümünden sonra yaşadığı süreci anlatıyor. Günlük yaşama dönebilmek için kendini çizim egzersizlerine adadığını söylüyor. Bu egzersizlerden birinde, kendini resmetmeye karar veriyor. Ancak çizim tamamlandığında fark ediyor ki, resmettiği kişi kendisi değil, kardeşi. Yeşil çizdiğini sandığı gözlerin aslında mavi olduğunu fark ediyor ve buna “resmin büyüsü” diyor.

Bu küçük detay, Zeid’in sanatını anlamak için çok şey söylüyor. Yasla baş etmek için yaptığı bir çizim, bilinçdışının kendi yolunu bulduğu bir an haline geliyor. Bastırdığı duygular, çizgi ve renklerle yüzeye çıkıyor. Bu sahne, sanatın yalnızca bir ifade değil, bir dönüşüm alanı olduğunu gösteriyor.

Zeid’in hikâyesi aynı zamanda bir insan olarak kendini bulma mücadelesidir. Özellikle erkek egemen bir sanat dünyasında, kendini sadece “kadın sanatçı” olarak sınırlamak istemedi. Bunun yerine, unvanların ve beklentilerin ötesinde, sadece sanatçının bakış açısını ve yaratım sürecini ön plana çıkarmayı seçti. Kadın kimliği, onun resimlerinde bir tema değil; kendi varlığını ve düşüncelerini ifade etmenin bir biçimiydi. Bu yaklaşım, eserlerini zamansız kılıyor ve onu yalnızca bir dönem ressamı olarak değil, insan ruhunun evrensel bir temsilcisi hâline getiriyor.

Renklerle Konuşmak: Sessiz Bir İç Yolculuk

Bugün sanat terapisi, duyguları anlamlandırmak ve travmaları dönüştürmek için yaratıcı sürecin ne kadar güçlü bir araç olduğunu gösteriyor. Zeid’in hayatı, bunun yaşayan bir örneğidir. Devasa tuvallerinde kendi evrenini kurarken, kontrol edemediği hayatını bir düzene sokuyordu. Her fırça darbesi, bir duygunun dışarı çıkmasına izin veriyordu.

Onun için resim yapmak bir konuşma biçimiydi; sözcüklerle değil, renklerle. O renklerin içinde hem kayıplarının acısı hem de yeniden doğma isteği vardı. Sürgün hissi, kültürel aidiyetin yarattığı yabancılık ve hayatın belirsizlikleri, tüm bu renklerde bir denge arayışına dönüşüyordu.

Fahrünnisa Zeid’in sanatı, yalnızca bir dönemin modernizm hikâyesi değil; insanın kendini yeniden bulma çabasının da hikâyesidir. Renkleri bazen sığınak, bazen yüzleşme alanı oldu. Onun “resmin büyüsü” dediği şey, belki de zihnin kendini iyileştirme biçimiydi. Çünkü bazen insan, farkında olmadan kendini değil, en çok özlediğini resmeder.

Ve belki de Zeid’in resimlerinde en etkileyici olan, her izleyenin kendi duygusunu içine katabilmesidir. Her fırça darbesi, bir kaybı, bir özlemi, bir yeniden doğuşu anlatırken, bize de sessizce kendi hikâyemizi hatırlatır. Onun renkleri, gözlerimizin göremediği bir yerde, kelimelerle tarif edilemeyen bir acıyı konuşur. Ve biz, bu sessiz dille kendi içimizde yankı bulan bir sohbetin parçası oluruz.

Şevval Elçi Omanovic
Şevval Elçi Omanovic
Şevval Elçi Omanovic, psikolog ve yazar olarak psikoloji alanında çeşitli konular üzerine çalışmalar yapmaktadır. Lisans eğitimini psikoloji üzerine tamamlamış olup, insan zihni, duygular ve davranışlar üzerine araştırmalarını sürdürmektedir. Eğitimi süresince çeşitli kurumlarda staj yaparak psikolojik değerlendirme, bireysel danışmanlık süreçleri ve saha çalışmalarında deneyim kazanmıştır. Özellikle psikolojinin günlük yaşamdaki etkileri, ruh sağlığı ve bireysel gelişim konularına odaklanmaktadır. Psychology Times’ta, psikolojiyi herkes için anlaşılır hale getirmeyi amaçlayan yazılar kaleme almaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar