Cumartesi, Ekim 25, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Tahammülsüzlük Çağı: Acıdan Kaçan İnsanlar

Psikoloji bize acının bir düşman değil, bir uyaran olduğunu söyler. Acı, sınırlarımızı gösterir; neye değer verdiğimizi, nerede incindiğimizi anlatır, aynılığı yok eder. Fakat duygusal dayanıklılığın yerine anlık hazzı koyduğumuzda bu sinyalleri duyamayız. Çünkü duygular bastırıldığında değil, yaşandığında düzenlenir.

Eskiden acı, insanın olgunlaşma sürecinin bir parçasıydı. Yas tutmak, kaybetmek, düşmek ve yeniden kalkmak… bunlar hayatın doğal ritmine aitti. Günümüzde ise acı, sanki “bozuk bir ürün” gibi iade edilmek isteniyor. Çünkü çağımızın mottosu:

“İyi hissetmek zorundasın.”

Byung-Chul Han ve Palyatif Toplum Eleştirisi

Byung-Chul Han, Palyatif Toplum: Günümüzde Acı kitabında tam da bu noktaya parmak basar: Modern insan artık acıyı bastırıyor, problemle yüzleşmek yerine onu uyuşturuyor. Ağrı kesiciler yalnızca fiziksel değil, duygusal hale geliyor.

Dijital ekranlar, eğlence içerikleri, hızlı tüketilen ilişkiler, “kendine iyi bak” reçeteleri… Hepsi birer pansuman; ama yaranın kendisi hâlâ orada. Günümüzün “palyatif” insanı, kendine anestezi uygular. Hissetmek yerine analiz eder, acı çekmek yerine üretir, yavaşlamak yerine devam eder.

Duygusal acı bir arıza gibidir; hemen bir çözüm, bir “iyileşme kiti” bulunmalıdır.

Tüketim Kültürü ve Duyguların Bastırılması

Bugünün tüketim kültürü, sürekli “iyi hissetmelisin” mesajı veriyor.
Sosyal medyada paylaşılan mutluluklar, parlatılmış bedenler, mükemmel ilişkiler, bitmeyen başarı öyküleri… Hepsi birer duygusal filtre olarak kullanılıyor.

Sosyal medyadaki “like” butonu bir tür palyatif ilaç gibi işliyor: Bastığın anda onaylanıyor, acı anında bastırılıyor.
Kimse hüzünlü bir yüz, karmaşık bir duygu görmek istemiyor.

Dijital çağ, acıyı bile hızla tüketilebilir bir deneyime dönüştürdü. Birinin yasını, birkaç saniyelik bir hikâyede görüyor, sonra diğer içeriğe geçiyoruz.

Bir kaybın ardından paylaşılan siyah-beyaz bir fotoğraf, bir anda yüzlerce beğeni alabiliyor.
Fakat o an, acının değil, görünürlüğün anı oluyor.

Gerçek acı sessizdir; oysa biz artık sessizliğe tahammül edemiyoruz.

Tüketim kültürü, “acıya değmez” mottosunu normalleştiriyor:

İşten mi sıkıldın? Başka bir kariyer dene.
Canın mı yandı? “Kendini şımart.”

Oysa psikolojik büyüme, tam da o dayanamadığımız anlarda başlar. Yas tutmadan kabullenme, acımadan sevgi olmaz.

Algofobi: Acıdan Korkan Toplum

Byung-Chul Han, acının artık bastırılan, toplumsal olarak yasaklı görülen bir duyguya dönüştüğünü söyler.
Ona göre modern insan, “algofobi”ye yani acıdan korkuya yakalanmıştır.

Her türlü sancı, hemen giderilmesi gereken bir arızadır artık. Bu yüzden çağımız, gerçek bir iyileşme değil, yalnızca rahatlama peşindedir.

Han’ın ifadesiyle:

“Palyatif toplum, acının kendisini değil, hissini ortadan kaldırmak ister.”

Oysa acının yokluğu, yalnızca yüzeysel bir huzur getirir; derinlik ve anlam kaybı ise sessizce büyür.

Acının Toplumsal Yüzü: Bastırılmış Duyguların Bedeli

Acıya yer açmak yalnızca bireysel bir süreç değildir. Acıyı bastıran toplumlar, duygularını da bastırır.
Günümüzde insanların pozitif görünmek zorunda olduğu olgusu yer ettiğinden, bu zorunluluk duyguların doğallığını yok ediyor.

Oysa duygular bir bütündür:
Acı olmadan sevinç, kayıp olmadan değer, yas olmadan bağlılık olmaz.

Psikoloji bize duygusal bütünlüğün, ancak her duygunun tanınmasıyla mümkün olduğunu öğretir.
Acıya temas etmek, insanın hem kendini hem başkasını tanımasının en derin yollarından biridir.

Her acı, bir yavaşlama çağrısıdır — durmaya, anlamaya, yeniden şekillenmeye davettir.

Palyatif toplumun panzehiri, sürekli mutlu olmaya çalışmak değil; acının da yaşamın dili olduğunu hatırlamaktır.
Çünkü acıya tahammül edemeyen bir toplum, kendine de tahammül edemez.

Pandemi ve Yakınlık Krizi

Acıdan ve Ötekinden Korunma Refleksi

Pandemi dönemi, kısaca “acıdan ve ötekiden korunma” refleksinin toplumsal bir norm haline geldiği dönemdir.
Pandemi, Palyatif Toplum’da Han’ın “yakınlık krizi” olarak adlandırdığı bir kırılma noktasıdır.

Modern dünyanın zaten mesafeli ilişkileri, salgınla birlikte resmiyet kazanmıştır.
Dokunmak, bulaşmakla eşdeğer hale gelmiştir; insan teması, biyolojik bir tehdit olarak algılanmıştır.

Han’a göre bu yalnızca tıbbi bir zorunluluk değildi; çağın ruhuna uygun bir metafordu:

Acıya, ötekine, belirsizliğe temas etmekten korkan bir toplumun nihai sahnesi.

İnsanın Sayısallaşması ve Yalnızlaşma

Pandemi sürecinde “hasta” kelimesinin yerini “vaka” aldı.
“Hasta” sözcüğü bir özne taşır; hikâyesi, duygusu, acısı olan bir varlıktır.
“Vaka” ise yalnızca bir veri, istatistiksel bir girdidir.

Böylece acı, kişisel bir deneyim olmaktan çıkar, ölçülebilir bir şeye dönüşür.
Palyatif toplum, acıyı anlamak yerine yönetir; duyguyu yaşamak yerine sayısallaştırır.

İnsan bulaşmamak için yalnızlaşır, yalnızlaştıkça da kırılgan hale gelir.
Aynı mantık acı için de geçerlidir: Acıdan kaçtıkça ona daha duyarlı oluruz.

Pandemide koyulan mesafeler, aslında uzun süredir içimizde taşıdığımız duygusal mesafenin dışavurumudur.

Bu dönemde acı, izolasyon odalarına kapatıldı; yas dijital ekranlara taşındı.
Ölüm bile sessizleşti, görünmez hale geldi.

Pandemi Sonrası Duygusal Uzaklık

Bugün pandemi sona ermiş olsa da, onun bıraktığı mesafe hâlâ aramızdadır.
Maskeler çıktı ancak insanlar birbirine yaklaşmaktan, ilişkilenmekten, üzülmekten korkmaktadır.

“Palyatif toplum, yalnızca acıyı değil, yakınlığı da ortadan kaldırmıştır.”
(Han, 2021, s. 25)

Ve belki de en büyük kaybımız, artık ne acıyı ne de sevgiyi tam anlamıyla hissedemememizdir.
Çünkü her ikisi de temasa ihtiyaç duyar.

Acıyı bastıran, beğeniyle ölçen, temastan korkan bir dünya
Görünürde huzurlu, içte ise yankısı olmayan bir boşlukla doludur.

Kaynakça

Han, B.-C. (2021). Palyatif toplum: Günümüzde acı (E. Kılıç, Çev.). Metis Yayınları.

Elif Yağmur Şişman
Elif Yağmur Şişman
Yağmur Şişman, Kültür Üniversitesi’nde psikoloji lisans eğitimine devam etmektedir. Üniversite eğitimine paralel olarak farklı kurumlarda staj yaparak alana dair gözlemlerini çeşitlendirmekte ve mesleki deneyimini her geçen gün geliştirmektedir. İnsan zihninin karmaşıklığına, duyguların davranışlara etkisine ve bireysel dönüşüm süreçlerine duyduğu ilgi, onu psikolojinin farklı alanlarına yönlendirmektedir. Psikolojiyi yalnızca bilimsel bir disiplin değil, aynı zamanda insanı anlama, ona dokunma ve iç dünyasına eşlik etme gücüne sahip bir dil olarak görmekte; yazılarını bu anlayışla kaleme almaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar