Ebeveynlik süreci, yalnızca bebeğin değil, ilişkinin de yeniden doğduğu bir dönemdir. Hamilelik, çoğu zaman heyecan ve mutlulukla hatırlanan bir süreçtir. Ancak bu dönem sadece bebeğin gelişine hazırlanmakla sınırlı değildir. Çiftlerin birbirine bakışı, sorumlulukları ve ilişkilerinin dengesi de bu süreçte yeniden şekillenir. Kısacası, hamilelik ve ebeveynliğe geçiş yalnızca bebeğin değil, ilişkinin de doğumudur.
Ebeveynliğe geçiş, yaşamda yeni bir dönemin başlangıcını işaret eder. Bu süreçte en önemli hatırlatmamız gereken şey, öncesinde var olan çift ilişkimiz ve ilişkiden aldığımız doyumu unutmamak ve birbirimize bunu hatırlatmaktır. Yaşanan iniş çıkışlar tamamen doğaldır. Önemli olan, bu değişimlere birlikte nasıl yanıt verdiğimizdir. Hamilelikten ebeveynliğe geçiş, ilişkide zorlayıcı olabileceği kadar, bağları güçlendirmek için de büyük bir fırsat sunar.
Hayaller ve Gerçekler
Hamilelik döneminde çiftlerin aklında genellikle pembe tablolar vardır: “Birlikte her şeyin üstesinden geliriz.” Fakat doğum sonrası uykusuz geceler, artan sorumluluklar ve ekonomik kaygılarla gerçek hayat devreye girer.
Örneğin bir anne yaşadığı süreci şöyle anlatıyor:
“Gece bebek ağladığında ben kalkıp emziriyorum, eşim ise uykusunda dönüyor. Sabah olunca ben yorgunluktan zor ayakta duruyorum, o işe gitmek için hazırlanıyor. Ona kızmıyorum ama içimde ‘biz gerçekten aynı yükü mü taşıyoruz?’ sorusu büyüyor.”
Bu küçük örnek bile, beklentiyle gerçek arasındaki farkın nasıl çatışmalara yol açabileceğini gösteriyor. Bu dönemde belirleyici olan en önemli şey, çiftlerin birbirleriyle iletişim kurmasıdır. Açık konuşabilen, birbirini dinleyen ve empati gösterebilen çiftler süreci çok daha sağlıklı atlatabilir. İçe kapanık, duygularını konuşmayan ve paylaşımdan uzak çiftler ise bu dönemi daha mutsuz ve huzursuz geçirebilir.
Toplumsal Roller Devreye Giriyor
Ebeveynliğe geçişte dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu, toplumun bizden beklentileridir. Türkiye’de ve pek çok kültürde ebeveynlik, toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız yürümüyor. Anneden sürekli fedakâr olması, her detayı bilmesi ve çocuğuyla yoğun şekilde ilgilenmesi beklenir. Buna karşılık babaya genellikle “geçim sağlayıcı” rolü yüklenir ve evdeki sorumluluklar ikincil görülür.
Bu roller çoğu zaman çiftler farkında olmasa bile ilişkiyi etkiler. Anne, tüm sorumlulukları üstlenmek zorunda hissedince yorgunluk ve tükenmişlik artar. Baba ise yeterince katkı sağlayamadığını düşündüğünde suçluluk veya çaresizlik hissedebilir. Sonuç olarak, eşler arasındaki iletişim zayıflayabilir ve günlük yaşamda gerilimler ortaya çıkabilir. Bu nedenle ebeveynlik sürecinde toplumsal kalıpların farkında olmak, görev paylaşımını yeniden değerlendirmek ve karşılıklı desteklemek büyük önem taşır.
Örneğin bir baba şunları söylüyor:
“İşten gelince eşim bana bebekle ilgilenmem için sorumluluk veriyor ama ben de gün boyu çalışıp yoruluyorum. Onun yorgunluğunu görüyorum, kendi yorgunluğumu da hissediyorum. Bazen birbirimizi anlamakta zorlanıyoruz.”
Bu sözler, ebeveynliğe geçişte karşılıklı beklentilerin nasıl çakışabileceğini gösteriyor. Kadının evde olması, onun iş yükünün olmadığı anlamına gelmez. Çiftlerin bu algılarının farkında olması ve bunu çözme eğiliminde olmaları, çakışmaları çatışma yerine çözüme dönüştürür.
İlişkiyi Güçlü Tutabilecek Küçük Adımlar Atın
Ebeveynliğe geçişte zorlanmalar normaldir. Ama küçük adımlar bile çift ilişkisi dayanıklılığını artırabilir:
-
Adil iş bölümü: Ev işlerini ve bebek bakımını toplumsal kalıplara göre değil, çiftin imkanlarına göre paylaşmak.
-
Duyguları ifade etmek: Yorgunluğu, öfkeyi ya da kaygıyı saklamadan paylaşabilmek.
-
Birlikte zaman yaratmak: Her gün beş dakikalık da olsa yalnızca “biz”e ayrılan bir an yaratmak.
-
Destek istemek: Aileden, arkadaşlardan ya da profesyonel danışmanlardan yardım almaktan çekinmemek.
Gerektiğinde Danışmanlık Hizmeti Alın
Aile danışmanlığında sık karşılaşılan konulardan biri, tam da bu geçiş sürecidir. Danışmanlıkta çiftlere beklentilerini dile getirmeleri, görev paylaşımı hakkında konuşmaları ve iletişim becerilerini geliştirmeleri konusunda rehberlik edilir. Küçük egzersizler dahi büyük fark yaratır.
Örneğin, haftada bir gün “ilişki saati” belirleyip bu süreyi yalnızca birbirini dinlemeye ayırmak, çiftlerin yeniden bağ kurmasına yardımcı olur. Basit ama etkili bir soru şudur:
“Çocuğunuz size bakarken yalnızca anne ya da baba mı görüyor, yoksa birbirini seven iki partneri de mi?” Bu soru, ebeveynliğin ilişkiyi gölgelemeden, tam tersine besleyici bir süreç olabileceğini hatırlatır.
Hamilelikten ebeveynliğe geçiş, kolay olmayan ama çok değerli bir süreçtir. İlişkinin bu dönemde zorlanması olağandır. Ancak iletişim, adil iş bölümü ve karşılıklı destek sayesinde bu dönem, ilişkiyi güçlendiren bir fırsata dönüşebilir. Unutmayalım ki sağlam bir ebeveynlik, sağlam bir çift ilişkisinden beslenir.