Salı, Eylül 30, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Zamana Rağmen

Bir kadını dinliyordum… Sesinde ince bir titreme, kelimelerinin arasında yılların yorgunluğu vardı. “Evet, eşimi seviyorum” dedi, “ama geçmişte yaşadıklarımı hâlâ unutamıyorum.” O an gözlerinde, o çok tanıdık bakışı gördüm: içimde kaldı. Zaman geçmiş, mevsimler değişmiş, yeni hayatlar kurulmuştu; ama onun kalbinde bir yerde, o eski yara hâlâ tazeydi. Ve ne zaman bu konuyu açsa, karşısına aynı cümle çıkıyordu: “Boşver, geçmiş geçti.”

Oysa insan zihni zamanı bizim gibi ölçmez. Psikolojide “duygusal hafıza” dediğimiz bir mekanizma vardır; özellikle yoğun acı ya da değersizlik hissi taşıyan anılar, beynin raflarında hep kolay ulaşılır yerde durur. Aradan yıllar geçse de, aynı sahne gözünün önüne gelir, aynı söz kulakta çınlar, aynı duygular kalpte yeniden canlanır. Hele ki o olay, kişinin görülme ve değer görme ihtiyacına dokunduysa, zaman sadece takvimi değiştirir, acının rengini değil.

Ne yazık ki bizim kültürümüzde, kırgınlıkların üzerine konuşmak yerine “büyütme”, “takma kafana” ya da “geçmiş geçmişte kaldı” denilerek kapatılması alışkanlık hâline gelmiştir. Bu cümleler iyi niyetle söylense de, aslında farkında olmadan yeni bir yara açar. Çünkü hislerini ifade eden biri, en çok duymak istediği şeyin reddedildiğini hisseder.

Psikolojide buna “duygusal geçersizleştirme” denir. Bu durum, kişinin benlik algısına sessizce zarar verir. Hislerini sürekli bastırmak zorunda kalan insan, zamanla sessizleşir. Dışarıdan bu sessizlik olgunluk gibi görünebilir, ama içeride biriken yük hafiflemez; aksine ağırlaşır, derinleşir.

Bu nedenle değersizlik duygusu kolayca büyür. Üstelik bu duygu, yalnızca geçmişin gölgesinde kalmaz; bugünkü ilişkilere de sızar. Kişi, farkında bile olmadan kendini sürekli tetikte hisseder: “Bir gün yine duygularım görmezden gelinecek.” Bu beklenti, yakınlığı zorlaştırır, güveni törpüler, mesafeleri artırır. İlişkideki samimiyet, karşı tarafın duygusal varlığını onaylamasıyla güçlenir. O onay eksikse, sevgi bile bazen yetmez.

“Zaman her şeyin ilacıdır” deriz ya… Hayır. Zaman, üzerine konuşulmamış, görülmemiş, onaylanmamış yaraları iyileştirmez. Zaman sadece olayların tarihini değiştirir; ama yaşanan duygunun izini silmez. Gerçek iyileşme, duygunun tanınmasıyla başlar. Kimi zaman bu tanıma, tek bir cümleyle mümkün olabilir: “O zaman zorlandığını biliyorum.” ya da “Sana yapılan haksızdı.” Bu kadar basit. Çoğu insanın ihtiyacı çözüm değil; sadece empati edilmesidir.

Bu anlaşılma ihtiyacı çocuklukta başlar. Çocukken üzüldüğümüzde, kızdığımızda ya da kırıldığımızda, bize “abartma”, “sus”, “büyütme” denildiyse; yetişkin olduğumuzda duygularımızı ifade etmek zorlaşır. Çünkü zihnimiz, duyguyu paylaşmanın işe yaramayacağını çoktan öğrenmiştir. Bu öğrenme biçimi, bir savunma mekanizması hâline gelir. Yıllar sonra biri bizi dinlemese bile, artık şaşırmayız. Ama işte tam da bu noktada kırılganlık derinleşir.

Zamana rağmen unutulmayan duygular vardır. Bir kokuyla, bir şarkıyla, bir cümleyle aniden geri dönerler. Bizi, yıllar öncesinin o haline, o çaresiz bakışa, o susturulmuş sese geri götürürler. Ve çoğu zaman fark edilmez: O an karşımızdaki kişiyle değil, geçmişteki bir yarayla konuşuyoruzdur.

Peki sevdiğimiz insanların geçmiş yaralarını duymak bize neden bu kadar zor geliyor? Belki dinlemek, kendi yaralarımızı da hatırlatıyor. Belki de kültürel olarak, acının üzerine konuşmayı “zayıflık” olarak gördüğümüzden… Oysa empati, geçmişi değiştirmez ama bugünü iyileştirir. Karşımızdakine “seni duyuyorum” demek, onun yalnızca duygusunu değil, varlığını da onaylamaktır.

Hepimiz, kendi hayatımızın bir yerinde aynı eşiğe geliyoruz; kelimelere dökülememiş, zamanı aşmış bir duygunun önünde duruyoruz. Aradan yıllar geçse de, o his bir gölge gibi bizimle yürümeye devam ediyor. İşte bu yüzden bazen çözüm aramak yerine, sadece yan yana oturup birbirimizin sessizliğini duymak gerekir. Çünkü iyileşme, çoğu zaman söylenen sözlerden değil, hissedilen varlıktan doğar.

Ve bazen, bir ömrün yükünü hafifleten tek şey, duyulduğunu ve hislerinin gerçekten kıymetli olduğunu bilmektir.

Fatma Simla Yavuz
Fatma Simla Yavuz
Psikolog Fatma Simla Yavuz, Lefke Avrupa Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunudur. Çocuklar, ergenler, kadınlar, genç kızlar ve ailelerle yaptığı gözlemlerle insan psikolojisine dair güçlü bir bakış açısı geliştirmiştir. Sosyal psikolojiye ilgi duyan Yavuz, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınlar üzerindeki psikolojik etkilerini ele almaktadır. Kadınların sesi olmayı, görünmeyeni görünür kılmayı amaçlayan yazılarını Psychology Times Türkiye’de paylaşmakta; en çok da kadınlara ulaşmak için kalemini bir araç olarak görmektedir.

2 YORUMLAR

  1. Bu yazı, travmatik yaşantıların ve bastırılmış duyguların sadece bireysel bir mesele olmadığını, toplumsal ve ilişkisel boyutlarıyla da var olduğunu hatırlatıyor. En önemli mesajı şu: İyileşmenin yolu, duyguları susturmak değil; onları kabul etmek, duymak ve onaylamaktan geçer. Eline düşüncelerine sağlık

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar