Unutulmuş bir fısıltı gibi, teknolojinin ve gürültünün arasında kaybolan o sanat, bugün yeniden nefes alıyor. Sessiz sinema, kelimelerle değil, bakışlarla, jestlerle ve suskunlukla en derin hikâyeleri anlatıyor. Belki de hayatın en güzel filmi, hiç konuşulmayan sahnelerde saklıdır.
Sinemanın İlk Sessizliği
Sinema tarihi, insanlığın hikâye arayışlarının da tarihidir. Mağara duvarlarından beyazperdenin büyüsüne uzanan yolculuk, 20. yüzyılın başında sesi olmayan ama ruhu alabildiğine güçlü bir dil buldu: sessiz sinema.
Charlie Chaplin’in tek bir mimikle bütün insanlığı güldürmesi, bir göz kırpışıyla koca bir kuşağın kalbine hüzün bırakması tesadüf değildi. “Modern Zamanlar”da dişliler arasında sıkışan Chaplin, kelimelere gerek kalmadan modern insanın trajedisini anlatmıştır.
Anadolu’nun Sessiz Perdeleri
Batı kadar Anadolu da bu sanatın izlerini taşıyor. Türkiye’de sinema tarihinin ilk döneminde Fuat Uzkınay’ın Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı (1914) ile başlayan yolculuk, Sedat Simavi’nin Pençe ve İstanbul’da Bir Facia-i Aşk (1922) filmleriyle sürdü.
O yıllarda sessiz filmlere salonda piyanistler eşlik ederdi. Çaldıkları her nota, oyuncunun bakışına anlam, izleyicinin kalbine derinlik katardı. İstanbul gecelerinde, siyah beyaz görüntüler ve piyano sesi eşliğinde seyirci hem kendi hikâyesini izler, hem de sessizliğin anlattığını duyardı.
Kelimelerden Daha Gürültülü
Bugün biz de aynı sessizliğe muhtacız. Bir annenin evladına bakışı, genç bir kızın ilk utangaç tebessümü, yaşlı bir adamın gözlerindeki anılar… Sözcüklere dökülse eksik kalacak bu sahneler, sessiz sinemanın evrensel dilinde tamamlanıyor.
Geçtiğimiz yıl bir festivalde izlediğim kısa film hâlâ hafızamda: Genç bir kadın, boş bir İstanbul otobüsünde camdan dışarı bakıyordu. Ne bir diyalog, ne bir müzik. Sadece gözler ve şehir ışıkları. O sahne, kendi yalnızlık anılarımı perdeye taşıdı.
İşte sessiz sinemanın büyüsü: Yönetmen bir çerçeve sunar, seyirci ise kendi duygularıyla doldurur.
Hepimiz Birer Sessiz Film Oyuncusuyuz
Kendi hayatımıza baktığımızda, aslında her birimiz birer sessiz film oyuncusuyuz. Söyleyemediklerimiz, bakışlarda gizlenen cümlelerimiz, içimizde yankılanan ama dışarı çıkamayan çığlıklarımız…
Belki de en derin hikâyeler, hiç konuşamadıklarımızda saklıdır. Sessiz sinemanın yeniden gündeme gelişi, sadece nostaljik bir dönüş değil. Kalabalıkların ve kelimelerin ortasında unuttuğumuz bir gerçeği hatırlatıyor: Sessizlik de bir dil.
Bazen tek bir sahne, sayfalar dolusu diyalogdan daha çok şey söyler.
Bugün siz hangi sessiz filmin içindesiniz? Perdenin kapanmasını bekleyen bir trajedide mi, yoksa yeni bir sahnenin açılacağı umutlu bir başlangıçta mı?
Unutmayın, sessizlik bazen en gürültülü çığlıktır. Ve sinema, susturulan hikâyeleri yeniden fısıldamak için sessizliğe sarılıyor.
Belki de insan, en çok sessizliğin içinde kendi hikâyesiyle yüzleşir.