Salı, Ağustos 5, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Sessizliğin En Ağır Yükü: “Yalnızlık”

Modern Dostluklarda Görünmeyen Kayboluşlar Üzerine

Belki de bu çağın en büyük yalnızlığı, “kalabalıkken terk edilmek.”
Herkesin story’lerinde yanında olduğu ama gerçekte kimsenin senin tarafında olmadığı bir yalnızlık.
Bu yazı, sessizlikle şekillenen görünmez ihanet biçimlerini, “abartıyorsun” denilerek yalnızlaştırılan insanın iç dünyasını ve çağın en konforlu kaçış yollarını psikolojik bir mercekten inceliyor.

Haklı Olmak Yetmiyor, Kalabalıkta Olmak Gerek

Bazen bir kişi sana açıkça haksızlık eder ama üç kişi onun yanındadır.
Ve dışarıdan bakanlar şöyle düşünür:
“Demek ki sende de bir şey var…”

Toplumda bir şey ne kadar çok kişi tarafından savunulursa, o kadar meşru görünür.
Bu, tehlikeli bir konfor alanı yaratır.

Çünkü haklı olanı savunmak risklidir;
çoğunlukta kalmaksa güvenli ve sessizdir.

Ama senin için yalnızlığın başlangıcıdır bu an.
Çünkü artık sadece kırılmamışsındır;
bir de üzerine abartmakla suçlanmışsındır.

Sessiz Kalmak: En Konforlu İhanet

Bugünün modern dostluklarında artık kimse açıkça zarar vermiyor.
Ama olan bitene sessizce göz yumuluyor.

Üstelik bu tutum, “tarafsızlık” gibi sunuluyor.
Halbuki susmak da bir pozisyondur.

“Ben karışmadım.”
“O işlerin böyle büyüyeceğini bilemedim.”

Bu tür cümleler çoğu zaman bir savunma mekanizmasıdır.
Kişi suçluluk hissetmemek için kendini olaydan sıyırır.
Görür ama görmemiş gibi yapar.

Çünkü görüp susmak, konuşmaktan daha kolaydır.
Ve bazen sessizlik, en yüksek sesli eylemdir.

Yalnızlığın Çifte Yüzü

Yalnızlığın bir değil, iki yüzü vardır:
Birincisi terk edilmenin yalnızlığıdır.
İkincisi, terk edildikten sonra hâlâ
“Abartıyorsun ama…”
denilmesinin yalnızlığı.

Bu ikinci yalnızlık daha da yıkıcıdır.
Çünkü burada sadece ilişkini değil, kendi gerçekliğini de sorgulamak zorunda kalırsın.

Bir vakada danışanım şöyle demişti:
“Arkadaşlarımın hepsi empati kurduğunu söyledi, ama kimse gözümün içine bakıp ‘Sana haksızlık yapıldı’ demedi.”

Bu cümle bir travmadır.
Çünkü orada yalnızlık değil, haklılık bile yalnız kalmıştır.

İlişkisel Kimlik: Sessizce Yıkılan Bir Bütünlük

Psikolojide “ilişkisel kimlik“, kişinin kendini başkalarıyla kurduğu bağlar üzerinden tanımlamasıdır.
Yani kişi sadece “ben” değildir;
“onun dostuyum,” “o bana güvenir,” “biz bir ekibiz” gibi tanımlarla da var olur.

Bu ilişkiler yalnızca duygusal bağlılık sağlamaz;
kişinin sosyal çevresindeki itibarını, aidiyet duygusunu ve kendi değerini de besler.

Bu kimlikler yıkıldığında, sadece bir ilişki değil,
kişiye dair bir parça da çöker.
Güvende hissettiğin, değerli hissettiğin yer birden boşluğa dönüşür.
Kendilik sınırların sarsılır.

Klinik psikolog Dr. Susan Johnson şöyle der:
“Duygusal yakınlık, kişisel kimliğin duvarlarını ayakta tutar.
Yıkıldığında kişi sadece ilişkisini değil, içsel bütünlüğünü de kaybetmiş gibi hisseder.” [1]

Gerçek Dostluk PR Değildir

Bugün “herkesle iyi geçinmek” dostluk zannediliyor.
Ama gerçek dostluk, kalabalığın karşısında biri için tek başına durabilmektir.
Gerçek dostluk, kahve içmek değil; gerektiğinde birlikte utanmak ve birinin arkasında değil, yanında durmak demektir.

Birinin sana yapılan haksızlık karşısında sessiz kalması, sadece pasif bir tutum değildir.
Bu, aktif bir tercihtir: Seni yalnız bırakmayı seçmiştir.
Çünkü o ilişki, o empati, onun konforundan daha öncelikli değildir.

Peki Karşı Taraf Nasıl Bu Kadar Duyarsız Kalabiliyor?

Bazı insanlar bağ kurmaz.
Kuramaz ya da istemez.

Bunun psikolojik nedenleri olabilir:
Kaçıngan bağlanma, empati eksikliği, duygusal yükten kaçma…

Ama daha basit bir ihtimal daha vardır:
Kişi dümdüz duyarsızdır.

Bu senin fazla duygusal olman değil.
Bu onun, duygusal hiçbir sorumluluk almamayı tercih etmesidir.

Bilimsel Kanıt: Yalnızlık Gerçekten Can Yakar

University of Virginia’da yapılan bir çalışmada, sosyal dışlanma sırasında beynin fiziksel acı merkezlerinin aktive olduğu gösterilmiştir.
Yani dışlanmak, susturulmak, yalnız bırakılmak; beden tarafından gerçek bir yaralanma gibi algılanır. [2]

Senin canın boşuna yanmıyor.
Çünkü bu bir duygusal hayal kırıklığı değil;
beynin acı olarak kaydettiği bir yalnızlaştırma.

Son Söz: İnsan Gibi Sevmek Fazla Değil, Gerekli Olandır

“Bu kadar da ne var?” diyenler olacak.
Ama belki de bu yazının en ağır sorusu şu:
“Belki de sadece ben fazla anlam yüklüyorum…?”

Hayır.
Sen hâlâ yanındakinin gözünün içine bakarak dürüst yaşamak istiyorsun.
Sen sadece yanında olduklarının da senin yanında olmasını bekliyorsun.

Bu çok şey değil.
Bu, olması gereken.

Ama ne yazık ki bu dünyada,
olması gereken artık “fazla gelen” bir şeye dönüştü.

Kaynakça

  1. Johnson, S. M. (2013). Love Sense: The Revolutionary New Science of Romantic Relationships. Little, Brown Spark.

  2. Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2015). Attachment in Adulthood: Structure, Dynamics, and Change. Guilford Press.

  3. Baumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). The need to belong: Desire for interpersonal attachments as a fundamental human motivation. Psychological Bulletin, 117(3), 497–529.

Pınar Akpulat
Pınar Akpulat
Psikolog ve aile danışmanı olarak kadın ruh sağlığı, toplumsal travmalar ve gelişimsel farklılıklar üzerine çalışıyorum. Klinik bilgilerimi etik bir çerçevede, insana dair derinlikli bir bakışla birleştirmeyi önemsiyorum. Psikolojik dayanıklılığı artıran içerikler üretmek ve bilimsel bilgiyi herkes için erişilebilir kılmak, yazarlık yolculuğumdaki temel motivasyonum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar