Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Yan Yana ama Uzak: Aşk, Evlilik ve Yalnızlık

Bazen sadece ‘geç kaldım, özür dilerim’ cümlesini duymak yeterlidir. Ama evlilikte en çok eksilen şeylerden biri de tam olarak budur: duyulmak. Bu ay yazımı, kendini duyamayan, anlatamayan ya da anlatmaktan yorulmuş evli kalplere adıyorum…

Aşk ne büyülü bir duygu değil mi? Ayaklarınız yerden kesilir, kalbinize yıldız tozları dökülür ve siz sanki kelebek kadar hafif hissedersiniz. Sonra yıllardır beklediğiniz an gelir, evlilik teklifinizi alırsınız. Sizden mutlusu yoktur, evlenirsiniz. İlk yıllar öyle şahanedir ki sanki siz bu dünyaya ait değilsinizdir. Fakat birkaç yıl sonra bazı şeyler normalleşmeye, sıradanlaşmaya ve değersizleşmeye başlar. İşte o an sanki karnınıza bir yumruk yemiş gibi olursunuz, maçın son düdüğü çalmamıştır ama sizin toparlanabilecek gücünüz kalmış mıdır bilinmez.

Bir peri masalı gibi başlayan evlilikler ne olur da bir anda ayaklarınızı yere basmanızı hatırlatır hem de sizi bir gökdelenin tepesinden aşağıya atarak? Zaman zaman ikinize ait yükler, köken aile problemleri ve farklı bakış açıları etkili olur bu çakılmada. Hayat telaşı içinde birbirinize ayırdığınız anlar azaldıkça aranızdaki mesafe artmaya başlar. Neye uğradığınızı anlamazsınız. Bundan şikayet eden tek taraf sizseniz işiniz daha zordur. Bazen karşı taraf, aşkın sevgiye evriliş halini rahatlıkla kabul eder. Onun için değişen, zorlaşan bir şey yoktur. Öte yandan diğer eş, bunu kabullenmekte güçlük çekebilir. Özellikle çocuk sahibi olmayı düşündüğünüz anda böyle bir duruma düştüyseniz.

Yalnız hissediyorsunuz, geleceğe dair bir umudunuz yok. Genelde bunu anlayamaz erkek, kadının ufak tefek sorunlar çıkardığını düşünür. Fakat kadın duyulmak ister, görülmek, anlaşılmak… Kadın yemek hazırlar, giyinir, süslenir, saatlerce eşini bekler. Adam çok geç bir saatte eve döner ve hiçbir şey olmamışçasına normal yaşantılarına devam etmek ister. Fakat kadının o ana kadar kaç hayali yerle bir olmuştur, o kadın kaç umutsuzluk denizinin açığında boğulmuştur bilmez adam. Çünkü mesele, sadece o saatte eve gelmek değildir. Mesele hamileliğinde de kadının yalnız kalma, çocuğunu yalnız büyütme ve en önemlisi de şimdiden bu kadar açılan aralarının çocuk gelince iyice açılacak olması korkusudur… Çünkü çocuk, dünyanın en muhteşem şeyi olsa da evlilikleri kökünden sallar. Birbirinize ayırdığınız vakitten enerjinize kadar en büyük kısmı çocuğunuza vermek zorundasınızdır. Hayat telaşı içinde zaten bana yeterince vakit ayıramayan bu adam çocuk olunca nasıl vakit ayıracak diye sorgulamaya başlar kadın.

En zor kısmı da budur aslında. Yıllarca düşünülüp verilmiş bir kararla çiftimiz çocuk sahibi olma yolunda ilerlerken kadın hiç olmadığı kadar yalnız hissediyordur ilişkide. Kadın önce öfkelenir, sonra üzülür, günün sonunda tek başına olduğunu kabullenmeye başlar. En tehlikeli kısım da budur. Çünkü, yalnız başına da bir şeylerin yürüdüğünü gören kadın ilişkisine eskiden olduğu gibi bakamaz hale gelir. Yıldız tozları söner, kelebekler uçup gider ve ayaklar yere basar. Gerçek dünyaya hoş geldiniz. Aşkın büyüsü, tarihin tozlu sayfalarına karışır…

İşte burası bir dönüm noktasıdır. Ya erkek kadının hissettiklerini anlayıp ilişkilerini eski haline döndürmek için bir adım atacak ya da aşkları karanlık bir dehlizde kaybolmaya mahkum olacak. Burada seçim sizindir. Aslında yıllarca yürüyen pek çok sağlıklı evliliğin ve bitmeyen aşkın sırrı da buradadır. Bu ilişkilerde kavga, tartışma, fikir ayrılığı yok mudur? Elbette vardır. Fakat bu çiftler duygularını örtmeyen, bu tartışmalardan sağlıkla çıkabilen, affedebilen, geçmişe takılı kalmayan ve evliliklerini ya da ilişkilerini toparlamak için var gücüyle çaba harcayan kişilerden oluşur. Aynı duyguları kendisi hissetmese bile eşini anlayabilen ve onun duygusal ihtiyaçlarını gidermek için çabalayabilen kişilerden. Elbette onların da hayatlarında yükler, aksayan taraflar vardır. Fakat ne olursa olsun hayatlarının merkezine ilişkilerini koymayı başarırlar. Bunu başaramadıkları geçici dönemlerde de telafi etmek için var güçleriyle uğraşırlar.

Yukarıdaki senaryoda da erkek bir adım attığında kadın zaten koşarak gidecektir eşine. Bu adım bazen tatlı bir söz, bazen bir çiçek, bazen bir seyahat ya da tatil olabilir. Bazen sen seversin diye alınan bir çikolata, bazen sevgiyle bakan bir çift göz de olabilir aslında. Temel mesele kadının tekrar görünür hissedebilmesidir. Beklenen özürlerin zamanında dilenmesi, konuşmayıp içine atmak yerine duyguların sözcüklerde can bulmasıdır. Bunlar gerçekleştiğinde ilişki yeniden eski haline ve alışılmış aşk rutinine dönecektir. Gerçek aşklarda aslında aşk yok olup gitmez; sadece arada tozunun alınması gerekir, hepsi bu. En iyi toz alıcı da birbirlerine gösterdikleri ilgi, ayırdıkları vakit ve sevgidir.

Aşkın günlük hayatta yıpranışı elbette kaçınılmazdır. Sevgiliyken birbirlerinin en iyi halleriyle ve genelde en sorunsuz anlarda görüşen çiftimiz evlendikten sonra birbirlerini hayatın her anında ve her halleriyle görmeye başlar. Yapılması gereken ev işleri, ödenmesi gereken faturalar ve mali yük, birbirlerine ayrılan zamanın belki nicelik olarak artması ama oransal olarak azalması… Bu liste uzar gider. Fakat uzun yıllar süren evliliklerin ve sağlıklı ilişkilerin sırrı tüm bu yıpranmaya rağmen ilişkide kalmaya niyet etmektedir. Yıpranmayı en aza indirebilmek için en ufak anlarda bile eşlerin birbirleriyle flört etmesinden ve birbirine vakit ayırabilmekten geçer. Böylece ilişkide emek ve heves karşılık bulur; rutinler içinde romantizme yer açılır. Kırgınlıklar büyümeden bir cümleyle onarılabilir hale gelir.

Tüm bunları değerlendirdiğimizde çiftlere son söz olarak bazı önerilerim olacak. Yaratılışsal bazı farklar olduğunu da göz önünde bulundurarak kadınların duygusal taşıyıcılığına, özellikle erkeklerin özen göstermesi gerekmektedir. Ailede görünmeyen duygusal emeği sıklıkla kadınlar daha fazla taşır. Hormonal durumlardan ötürü de zaman zaman yalnızlık ve suçluluk ikileminde boğulmaları daha olasıdır. “Ben mi fazla hassasım?” hissine kapılan eşinize “Sen de her şeye alınıyorsun!” şeklinde yaptığınız çıkış, bırakın sorunu çözmeyi, işleri daha kötü hale getirecektir. Ağlayarak bile sizi seven ama yetememe korkusu taşıyan eşinizi daha fazla suçlu hissettirmek yerine, ona sarılıp şefkat gösterin, duygusunu anlayın. Bazen “Seni anlıyorum, yalnız kalmış hissettin, özür dilerim.” demek bile işlerin çözülmesini sağlayabilir. Çözmese bile kolaylaştıracağından emin olabilirsiniz. O zaman dilemeniz gereken bir özür, ifade etmeniz gereken bir duygu, sarılmanız gereken bir eş, en önemlisi de vakit ayırmanız gereken bir evliliğiniz varsa, buyrun sahne sizin…

Gizem Bolluk Uğur
Gizem Bolluk Uğur
Gizem BOLLUK UĞUR, klinik psikoloji alanında tezli yüksek lisans derecesine sahip, psikoloji lisans eğitimini %100 burslu tamamlamış bir uzman klinik psikologtur. Klinik psikoloji alanında çocuk, ergen, yetişkin, çift ve aile terapileri yürütmekte olup, özellikle BDT ve mindfulness temelli terapilerde uzmanlaşmıştır. Ulusal ve uluslararası Q2 kategorisindeki dergilerde yayımlanmış akademik yayınları bulunmakta; hakemlik yapmaktadır. Dijital mecralarda kişisel gelişim, psikoloji ve çocuk gelişimi üzerine yazılar kaleme almakta, psikolojiye dair her şeyi herkes için erişilebilir kılmayı hedeflemektedir. Mindfulness, evlilik uyumu ve ebeveyn tutumları üzerine odaklanan çalışmalar yürütmekte ve gönüllü olarak çocuklarla özel projeler gerçekleştirmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar