Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Agresyon’un Şiddete Dönüşümü

Agresyon günlük hayatta kişilerarası iletişimlerde sıkça karşılaştığımız bir durumdur. Agresif davranış hayatın bir parçasıdır. Bununla birlikte agresyon toplum içinde yıkıcı bir şekle bürünerek şiddete dönüşebilmekte ve ciddi güvenlik sorunları da yaratabilmektedir. Bu yazıda agresif dürtünün işlevine ve agresyonun neden şiddete dönüştüğüne odaklanacağım. Şiddeti, agresyondan farklı olarak bedeni içeren bir davranış olarak tanımlıyoruz (Glasser, 1978). Bir kişinin başka bir kişiye fiziksel zarar vermesi, beden sınırını ihlal etmesi ve fiziksel yaralanmanın meydana gelme potansiyeline sahip olması, şiddetin gerçek tanımıdır (Yakaley & Meloy, 2012). Bu bedensel zarar eylemi, bilinçli ya da bilinçdışı güdülerle gerçekleştirilebilir. Ancak, bu eylemler genellikle şiddet eylemini gerçekleştiren kişinin zihni için erişilemez durumdadır. Bununla birlikte, şiddetin sembolik bir anlam taşımadığı durumlar da vardır: anlamsızdır, yalnızca bedensel bir coşku ya da başka birine yönelik fiziksel şiddetin verdiği bedensel zevk ile sınırlıdır. Bu kadar şiddetli bir düşünce yoktur. Böyle durumlara farklı patolojilerde rastlanabilmektedir. 

Freud’a göre agresif dürtü doğuştan gelir. Bireyin arzuları doyuma ulaşmadığında agresif dürtü ortaya çıkar. Örneğin, bir bebek süte istediği zaman ulaşamadığında, onu rahatsız eden durumlar anne veya bakım veren tarafından giderilmediğinde, agresyon bebekte artar. Agresyon ebeveynler tarafından doğru tepkilerle karşılandığında daha yapıcı bir hal alır. Bion bu durumu kapsama kavramı üzerinden açıklar. Bion’a göre, şiddet eğilimli bireylerin bebekliğinde annelerinden duygusal olarak yeterince kabul görmedikleri ve yıkıcı dürtüleriyle arzularının yeterince temsil edilemediği görülür. Bu nedenle, bu dürtüler ilkel ve tehlikeli hale gelir. Eğer ebeveynlerin kapsayıcı işlevi düşükse, bebek veya çocuğun duyusal ve duygusal ihtiyaçları doğru bir şekilde karşılanmazsa, doğru sınırlar çizilmezse çocuğun simgeleştirme yeteneği gelişmez ve çocuk agresif dürtüyü doğru bir şekilde işleyemeyerek dışarı vurur. Bu da şiddet içeren davranışlara yol açar. 

Ayrıca bireyler çocukluk döneminde anneden ayrışma olmadan önce gerçeklikte de mutlak bir doyum olduğunu düşünürler. Fakat, büyüdükçe ve anneden ayrıştıkça, araya üçüncü bir kişi (baba) girdikçe sürekli bir doyum olmayacağı gerçeğiyle bir yüzleşme yaşarlar. Çocuk, anneden ayrıştıkça toplumun kurallarını kabullenmeyi öğrenmelidir. Nesneden sağlayabildiği ideali ve sürekli doyumu istediği zaman elde edemeyeceği için bu onda bir agresyon yaratır. Fakat, sembolizasyon yeteneği gelişmiş, kapsayıcı işlevi yüksek ailelerin çocukları bu arzuladıkları doyumları ruhsallıklarında tekrar işlerler ve söz aracılığıyla tekrar tasarlayarak ifade etmeyi öğrenirler. Agresyonun ruhsallığın işleyişini zorladığı anlarda libido (yaşam dürtüsü) tekrar tasarıma bağlayıp ruhsallığı toparlamaktadır (Soysal, 2007-08). 

Her bireyin agresyona karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları vardır. Sembolizasyon yeteneği yüksek olan bireylerde genellikle süblimasyon gibi daha adaptif savunma mekanizmaları kullanılır. Fakat, şiddet eyleminde ilkel savunmalar, özellikle de yansıtma ve yansıtmalı özdeşimin kullanılır. Bu savunmalar, kişinin ilişkileri, hayalleri ve dürtüleriyle birlikte çalışarak psikolojik sorunlara yol açan savunma mekanizmalarını oluşturur. Bu mekanizmalar, kişinin yaşadığı yoğun psikolojik acıları ve zorlayıcı düşünceleri uzak tutmayı amaçlamaktadır. Bununla birlikte, bunun bir sonucu olarak kişilik parçalanır ve temel zihinsel imgeler ve şiddetle bağlantılı duygular gelişmeden ve izole olur (Yakaley & Meloy, 2012).

Klein (1946)’a göre doğuştan gelen kıskançlık ve yıkıcılık, agresif dürtünün yansımasıdır ve erken çocuklukta baskındır. Bu da savunmalar, kaygılar, bilinçdışı fanteziler ve anormal üstbenlik gelişimine neden olur. Bu nedenle, bazı analistler, şiddet uygulayan kişilerin zihinlerinde egonun savunma işlevlerinin bozulduğunu ve ölüm, yıkım ve yok olma gibi bilinçdışı fantezilerin hakim olduğunu iddia ediyorlar. Hyatt-Williams (1998), 1960 ve 70’li yıllarda Birleşik Krallık hapishanelerinde tutuklularla yaptığı kapsamlı çalışmalarda, bu tutukluların zihinlerinde kabul edilemez zarar görme kaygılarının baskın olduğunu söylüyor. Bu bireylerin, bu endişelerden kurtulmak için yansıtmalı özdeşim yöntemini kullandıklarını belirtiyorlar. Bununla birlikte, bu savunma yaklaşımı başarısız olur çünkü yansıtıldıktan sonra kurban, yansıtmayı gerçekleştiren kişiye saldırgan bir şekilde tepki verebilir, bu da şiddetli bir saldırıyı başlatabilir. Hyatt-Williams’a göre, öldürmenin temel özelliği sembolik düşünmenin çöküşüdür. Bu çöküş, daha önce akılda var olmayan ölüm deneyimlerini serbest bırakır. Bu deneyimler zihni kaplar ve dışa vurarak ya da içe yönelerek intihara yol açar (Yakaley & Meloy, 2012).

Karl Menninger, çocukken bilinçdışı öldürme fantezilerinin olduğunu kabul eder. Stresli bir ortamda benliğin, saldırgan bir dürtüyü çevreye yönlendirerek kendini korumaya çalıştığını iddia eder. Glover, “tepkisel saldırganlık” ile “birincil ya da değiştirilmemiş saldırganlık” arasında fark olduğunu belirtir. Doğrudan saldırganlık, birincil saldırganlık türü olup libidinal enerjiyle bağlantılıdır. Buna karşılık, tepkisel saldırganlık, kaygı, nefret, hayal kırıklığı ve diğer psikolojik tehditlerin tetiklediği bir davranıştır. Glover, antisosyal davranışların bebeklik döneminde gözlemlendiğini ve bu davranışların hem doğuştan gelen özellikler hem de çevresel etkilerden (örneğin, travmatik deneyimler ve bozuk aile yapısı) kaynaklandığını vurgular (Yakaley & Meloy, 2012). Yansıtmalı özdeşimin ve yansıtmanın kullanılması küçüklüğünde şiddete maruz kalan veya aile içi şiddeti yaşamış olan çocukların, bireyleşme süreçlerinde benliklerinin çökmemesi için kendisinin de agresyonu dışa vurarak şiddet göstermesine yol açabilmektedir. Günümüzdeki karşılaştığımız çoğu şiddet olayı, çocukluk çağında şiddete maruz kalan ve bu zayıflığı yansıtarak benlikte rahatlama sağlamaya çalışan kişiler yüzünden olmaktadır.

Kaynaklar

Soysal, Ö. 2007-2008. Psikanalitik Bir Deneme Şiddet: Öteki’nin Yıkımı. Doğu Batı Düşünce Dergisi 

https://www.ozgesoysal.com/uploads/dosya/1505226446bbce-siddet,_oteki’nin_yikimi.pdf

Yakeley, J., & Meloy, J. R. (2012). Understanding violence: Does psychoanalytic thinking matter?. Aggression and Violent Behavior17(3), 229-239.

https://doi.org/10.1016/j.avb.2012.02.006

 

Selin Türkay
Selin Türkay
Selin Türkay, 2024 yılında psikoloji lisans eğitimini tamamlamış olup, hâlen ağırlıklı olarak psikodinamik terapi yönelimli klinik psikoloji yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Kriz ve yas danışmanlığı sertifikasına sahiptir. Lisans eğitiminin bir dönemini Almanya'da, Bielefeld Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Lisans eğitimi süresince, çocuk terapisi ağırlıklı çalışan özel bir klinikte staj yapmıştır. Genellikle travma, çocuk ruhsallığı, bağlanma, ruh sağlığı, psikopatoloji, bilinçdışı ve psikanaliz gibi konular üzerine yazılar yazmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar