Size “Görünmezlik iksiri bulundu!” deseler, ne hissedersiniz? Bir kahraman gibi gizli görevlerde mi kullanmak istersiniz bu gücü, yoksa içinizde acı bir gülümsemeyle “Ben zaten görünmezdim ki…” mi dersiniz? İkinci yanıt kulağa şaka gibi gelse de, çoğu zaman içsel bir çığlığın dışa vurumudur. Çünkü görünmez hissetmek, özellikle çocuklukta yaşanan duygusal ihmalin en acı yansımalarından biridir.
Duygusal ihmal, çocuğun fiziksel ihtiyaçları karşılanıyor olsa bile, duygusal anlamda görülmediği, duyulmadığı, fark edilmediği bir ortamda büyümesi demektir. Sevgi, ilgi, anlayış gibi görünmeyen ama hissedilen şeyler eksik olduğunda çocuk, kendi duygularının önemli olmadığını düşünmeye başlar. Ağladığında sakinleştirilmez, mutlu olduğunda paylaşılmazsa, çocuk bu duygularını bastırmayı öğrenir. Ve zamanla şöyle der: “Ben yokum.”
Bu yokluk fiziksel bir yokluk değil, duygusal bir silinmedir. Tony Humphreys’in de belirttiği gibi, bir ailede ilgi yoksa çocuk ne yaparsa yapsın, görülmemeye mahkûmdur. Ne kadar uyumlu, başarılı ya da yardımsever olursa olsun fark edilmez. Hatta bazen tam tersine, ne kadar “az sorun çıkarırsa” o kadar az dikkat çeker. Böylece çocuk, “Ne kadar az görünürsem, o kadar az canım yanar.” gibi bilinçdışı bir inanç geliştirir.
Duygusal ihmalin kökeninde genellikle ebeveynlerin kendi duygusal yetersizlikleri, stresleri veya geçmiş travmaları bulunur. Bu durum, aile içinde sevgi ve şefkatin yetersiz kalmasına neden olur. Çocuk ise bu boşlukta kendi varlığını sorgulamaya başlar: “Ben neden sevilmiyorum?”, “Benim hissettiklerim önemli değil mi?”
Bu çocuklar büyür. Bedenleri gelişir, hayatları değişir. Ama içlerinde o görünmeyen çocuk hep aynı kalır. Sessiz, çekingen, dikkat çekmemeye çalışan… Ya da bazen tam tersi olur: Sürekli onay arayan, herkes tarafından sevilmeye çalışan bir yetişkine dönüşürler. Çünkü içlerinde eksik kalan o “fark edilme” ihtiyacı, büyümesine rağmen hiç kaybolmamıştır.
Görünmezlik hissi, özellikle yakın ilişkilerde kendini gösterir. Sevildiğini anlamakta zorlanır bu insanlar. Çünkü çocukken kimse onlara gerçekten sevdiğini göstermemiştir. Sevgiyi hak etmek için sürekli bir şeyler yapmak zorunda hissetmişlerdir. Bu yüzden yetişkinlikte biri onları gerçekten sevdiğinde bile şüphe duyarlar. İçlerinden bir ses sürekli şöyle der: “Ya sahteyse? Ya yine görülmezsem?”
Bu durum, kişilerde güven sorunları ve bağlanma problemleri yaratır. Yakın ilişkilerde mesafe koyma, duygusal olarak kapanma ya da aşırı bağımlılık gibi davranışlar görülebilir. İlişkilerde yaşanan bu zorluklar, çocuklukta yaşanan duygusal ihmalin yetişkin hayatına yansımasıdır.
Şema terapiye göre bu bireyler, “duygusal yoksunluk” ve “değersizlik” şemalarıyla yaşar. Bu şemalar, çocuklukta temelleri atılmış inanç sistemleridir. Kişi, fark edilmediği ilişkiler kurarak bu inançları doğrulamaya çalışır. Çünkü tanıdık olan, acı bile olsa güven verir. Sevildiğini ispatlamak için çabalamak ya da duygularını tamamen bastırmak, aslında görünmezliğe verilen iki farklı tepkidir.
Peki Çözüm Nedir?
Görünür olmak sihirli bir iksirle gelmez. Bu bir süreçtir. Ve bu süreç dışarıdan değil, içeriden başlar. İlk adım, kendi içimizde yıllardır sessizce bekleyen o çocuğu görmekle olur.
“Ben seni fark ettim. Artık yalnız değilsin.” demekle başlar. O çocuğa alan tanımak, onun duygularını duyabilmek, yıllarca bastırılmış o “Ben de önemliyim.” ihtiyacını kabul etmekle başlar.
Gerçek görünürlük, fiziksel olarak orada olmaktan çok daha fazlasıdır. Bir bakış, bir kelime, bir sarılma bile insanın varlığını onaylayan çok güçlü araçlardır. “Seni görüyorum.” cümlesi, bazen yüzlerce kelimenin söyleyemeyeceği kadar derin bir iyileştirme gücüne sahiptir.
Ve bunu ilk önce kendi iç sesimizden duymamız gerekir.
Başkaları bizi görsün diye çırpınmak yerine, önce kendimize dönmemiz gerekir. Kendimizi fark etmek, ihtiyaçlarımızı tanımak, utandığımız yönlerimizi kabul etmek… Tüm bunlar, duygusal olarak görünür olmanın temelleridir. Çünkü görünmezlik sadece başkalarının bakışlarından değil, bizim kendimize bakamayışımızdan da doğar.
Bu yolculukta terapi, destek grupları ve samimi paylaşımlar önemli araçlardır. Psikoterapi sayesinde kişi, çocuklukta yaşadığı duygusal ihmalin yarattığı kalıpları fark eder, yeni deneyimler yaşar ve kendini yeniden keşfeder. Bu süreç, görünmezlik hissinden görünürlüğe geçişin en somut adımıdır.
Ve bir gün biri gelir. Bize bakar ve hiçbir şey söylemeden “Sen varsın.” der. Bu bakış, yıllarca duyulmamış bir çocuğun kalbine dokunur. O an, görünmezlik yerini görünür olmaya bırakır. Artık o çocuk sadece hayatta kalmıyor, yaşamaya başlıyordur.
Unutma:
Görünür olmak bir hak ve bir ihtiyaçtır.
Bunu sadece başkalarından beklemek yerine, önce kendine bu alanı açman gerekir.
İçindeki görünmeyen çocuğun elini tut ve şöyle söyle:
“Buradasın. Değerlisin. Seni görüyorum.”
Belki de en büyülü iksir budur. Gerçek iyileşme, görünmeyenden görünene uzanan bu sessiz yolculukta başlar.