Sürekli olarak sınırlarınızın ihlal edildiğini ve herkesin hayatınızda söz sahibi olduğunu düşündüğünüz oluyor mu? Neden hep aynı türden davranışlara maruz bırakılıyor olabilirsiniz? Veya bunu hayatınızda ilk olarak nerede öğrenmiş olabilirsiniz?
Günlük hayatında birçok kişi kendisini bu sorulara cevap ararken buluyor. Ve genellikle bu sorulara çağımızın en büyük sorun alanlarından birisi olan hayır diyememek eşlik ediyor.
Peki neden bu kadar boyun eğici davranmaktayız? Çünkü korkuyoruz. Ama neden?
Hayatımızda birçok farklı ilişki türü bulunmaktadır. Romantik ilişkiler, iş ilişkileri, aile ilişkileri, arkadaşlık ilişkileri… liste bu şekilde uzayıp gitmekte. Bu konuda kendinden şikayetçi olan insanlara dikkat ettiğinizde aslında fark ettiklerinin aksine gündelik yaşantıda birden fazla ilişki türünde aynı şekilde hayır diyemeyen ve sürekli verici olan tarafta olduğunu fark edeceksiniz. Bunun temelinde çoğunlukla yalnızlık ve terk edilme korkusu bulunmaktadır.
Bu tarz korkuları olan bireylerin çocukluklarına baktığımızda ebeveynleri tarafından sevilmenin hep bir alma-verme dengesinin merkezine kurulu olduğunu görürüz. Ne kadar uyumlu olurlarsa, ne kadar takdir edilecek davranışlar sergilerlerse ve ne kadar çok “evet” derlerse, o kadar çok sevildiklerine ve değer gördüklerine şahit olmuşlardır.
Zaman geçtikçe ve bu şekilde hep koşullu-şartlı sevilmeye alıştırılan çocuklar, yetişkinlik çağına adım attıklarında da aynı rutini sürdürürler. Zaman geçtikçe hep aynı cümleyi kurarlar:
“Ben hayır diyemiyorum.”
Peki, sevilmek ve kabul görmek için gerçekten gerekli veya yeterli midir bu?
Kesinlikle hayır. Sanılanın aksine bu davranış ilişkiler ilerledikçe daha çok değersizlik ve yetersizlik duygularının hissedilmesine neden olmaktadır. Bunun nedeni, kişinin bu davranışı sonucunda kendisini suistimale ve dış müdahaleye açık hale getirmesidir.
Hayır diyemedikçe değersizleşmek. İlk etapta kulağa pek de alakası yok gibi gelebilir. Ancak hayır diyemediğiniz ilişkilerinizi düşünün. Gerçekten bu ilişkilerin ne kadarında varsınız? Sürekli olarak karşıdaki kişiye göre eylemlerinizi şekillendirmek, bir süre sonra beraberinde benliğinize yabancılaşmayı getirecektir. Ardından yavaş yavaş kendinizi, arzularınızı, beklentilerinizi yok saymaya başlayacaksınız.
“Biz Bir Elmanın İki Yarısıyız” Yanılgısı
Özellikle romantik ilişkilere dair çok sık söylenen bir cümle vardır:
“Biz bir elmanın iki yarısı gibiyiz.”
Hayır. Siz aynı daldaki iki farklı elmasınız. İkinizin de ayrı iç dünyaları, yaşanmışlıkları, travmaları var.
Bu şekilde ifade etmek aslında taraflardan birini tamamen yok saymak anlamına gelir. Buradan da anlıyoruz ki ilişki kavramına dair değiştirilmesi gereken ve uzun süredir ısrarla inanılmaya devam edilen bazı yanılgılar söz konusudur.
Örneğin bir sevgiliniz var. Ama sürekli olarak taraflardan birisinin istedikleri yapılıyor, onun istediği yerlere gidiliyor ve onun istediği gibi yaşanıyor.
Sonuç nedir peki?
- Alma-verme dengesinde ciddi bir sapma
- İlişkide denge sorunu
- Taraflardan birinin zaman içinde çığ gibi büyüyen öfkesi
- Çatışma
Sonuç olarak sürekli kabul etmek ve boyun eğici bir tarafta durmak size karşı tarafı daha çok kazandırmaz. Zaman içerisinde hem onu hem de kendinizi kaybetmenize sebep olur.
Ve günün sonunda onu kaybetmemek için çıktığınız bu yol, aslında sadece size onu ve onunla olan ilişkinizin doğasını kaybettirmekten başka bir sonuç vermez.
Bir yerde sürekli evet cevabı varsa, orada bilin ki korkuları olan bir insan vardır.
Değişim Nerede Başlar?
Bu noktada değişimin öncüsü, fark etmek ve yüzleşmek olacaktır. Tıpkı bir terapi odasında yaşadığınız farkındalıklar gibi.
Fark etmediğiniz hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.
Asıl değişim, o yöne bakmaya cesaret etmekle başlar.
Korku ve cesaret kavramlarını bir arada kullanıyor olmak kulağa şu an biraz garip geliyor olabilir. Ama hayat içinde kaybedilen çoğu şey aslında korkularınızla attığınız adımlardan dolayı olur.
Sağlıklı bir ilişkiyi size sadece düşündüklerinizi ve hissettiklerinizi özgürce ifade etmek sunabilir.
Karşılıklı şekilde partnerlerin birbirine açıklıkla yaklaşabilmesi, bir ilişkideki en önemli noktalardandır.
Bırakın, biraz da insanlar sizin için bir şeyler yapsın.
Anlaşılmak için öncelikle karşı tarafa sizi anlaması için alan bırakılması gerekmektedir.
Sürekli sizin anlamak için çabaladığınız ve sürekli sanki anlaşılıyormuşsunuz gibi davranmak sadece kendinize haksızlık değildir. Aynı zamanda karşınızdaki kişiye de yalan söylemek demektir.
Bu şekilde davranmak sadece ona olan öfkenizi arttırmanızı sağlar.
Her geçen gün ona karşı biraz daha öfke duymak, ilerleyen zamanlarda ilişkiniz için en büyük tehdidin zeminini hazırlar.
Peki süreç bu şekilde ilerledikçe duyduğunuz öfke, ilişki içinde olduğunuz kişiye midir?
Yoksa kendinize mi?
Bence bunu bir düşünün…