Anlaşılma ihtiyacı, insanın birey olarak var olma ve görünür olma ihtiyacından kaynaklanır. Pek az ihtiyaç, bu kadar temel ve derindir. Anlaşıldığımızı hissetmek, bizim için varlığımızın başlı başına anlamlı olduğunun kanıtıdır; kimliğimizin başkaları tarafından kabul gördüğünün ve onaylandığının ispatıdır. Anlaşılma ihtiyacı, bir yere ait olduğumuzu hissettirir; bu his, içsel güvenliğin temel taşlarından biridir.
Anlaşılma İhtiyacının Kökenleri
Bu ihtiyacın kökeni, yaşamın en erken evrelerine, bebeklik dönemine kadar uzanır. Bir bebek için duygu ve ihtiyaçlarının görülmesi hayati önem taşır. Bebek, açlığını, korkusunu ya da huzursuzluğunu ifade edemez; sadece ağlar, ses çıkarır. Bakım veren kişi bu sinyalleri duyduğunda ve uygun bir şekilde yanıtladığında, bebek yalnızca fiziksel ihtiyaçları karşılandığı için değil, duygusal olarak da ‘görülmüş’ ve ‘duyulmuş’ olduğu için güvende hisseder. Donald Winnicott’un (1965) tanımıyla “yeterince iyi” bir bakım veren, bebeğin duygularını ayna gibi yansıtarak onun kendilik algısının temellerini atar.
Eğer bebek duygularını ve ihtiyaçlarını duyuramaz, karşılık bulamazsa, hem dünyaya hem de diğer insanlara karşı temelde bir güvensizlik geliştirme eğiliminde olur. Ayrıca, zamanla kendi duygularının ve ihtiyaçlarının değersiz olduğuna, duyulmaya ve görülmeye layık olmadığına dair bir inanç geliştirebilir. Daniel Stern’in (1985) de vurguladığı gibi, erken yaşantılar, bireyin kendisi ve başkalarıyla kurduğu ilişki biçimlerinin temelini oluşturur. Anlaşılma ihtiyacını hisseden bir bebek, ileriki yaşam deneyimlerinde duygu ve ihtiyaçlarının farkında olmayı, onlara sahip çıkmayı ve ilişkilerinde bunları talep etmekten çekinmemeyi öğrenir. Buna karşılık, ihtiyaçları karşılanmamış bir bebek, ileriki yaşamında da tıpkı bebekliğinde hissettiği gibi, reddedilme ya da görülmeme tehdidini yoğun bir biçimde yaşamaya meyilli olacaktır.
Anlaşılma İhtiyacı ve İlişkilerdeki Yansımaları
Bu durum, ilişkilerde duyguların duyulmaması ya da görmezden gelinmesinin, kişinin temel güvenlik duygusunu nasıl zedelediğini açıklar. Anlaşılma ihtiyacını karşılayamayan bir birey, çoğu zaman reddedilme, terk edilme, dışlanma ya da sevilmeme korkusuyla ilişkilerinde temkinli, savunmacı, agresif veya aşırı uyumlu davranabilir. Oysa anlaşılma ihtiyacının karşılanması, kişiye yalnızca duygusal bir konfor sağlamaz; aynı zamanda dünyada var olmanın güvenli ve anlamlı bir deneyim olduğunu hissettirir.
Psikoterapide Anlaşılma İhtiyacı
Psikoterapi, işte bu temel ihtiyaçlara doğrudan temas eden bir süreçtir. Terapi odası, bireyin hikâyesinin, duygularının ve deneyimlerinin yargısızca dinlendiği ve anlaşıldığı bir alan sunar. Carl Rogers’ın (1957) belirttiği gibi, terapötik ilişkinin en iyileştirici unsurlarından biri, empatik dinlemedir. Empatik dinleme yapan bir terapist, danışanın yalnızca söylediklerini değil, söyleyemediklerini, hissettiklerini ama dile getiremediklerini de duymaya çalışır. Empatik dinleme, danışanın deneyimlerini, yargılamadan, değiştirmeye çalışmadan ve kendi çerçevemizden değil, onun çerçevesinden anlamaya çalışmayı gerektirir. Bu yaklaşım, bireyin terapötik süreç içinde iç dünyasına daha güvenle bakabilmesini sağlar. Bir kişi anlaşıldığında, kendisini daha net duymaya, anlamaya ve kabul etmeye başlar. Böylece kişi, duygularını ifade etmenin ve ihtiyaçlarını dile getirmenin hayati bir tehdit oluşturmadığını deneyimleyebilir.
Kendilik Algısının Yeniden İnşası
Psikoterapide anlaşılma ihtiyacının karşılanması, aynı zamanda bireyin kendilik algısını yeniden inşa etmesine zemin hazırlar. Danışan, geçmişte yarım kalmış, duyulmamış ya da farklı anlamlandırılmış deneyimlerini terapist aracılığıyla yeniden ele alır ve bu kez farklı bir deneyim yaşar: görülme ve kabul edilme. Bu yeni deneyim, zamanla bireyin hem kendisiyle hem de başkalarıyla kurduğu ilişkilerde daha sağlıklı sınırlar koymasına, ihtiyaçlarını daha açık ifade etmesine ve duygularını sahiplenmesine olanak tanır.
Terapötik süreçte, kişinin daha önce bastırdığı ya da yok saydığı duygularına ulaşması, bazen yoğun bir kaygı, suçluluk ya da utanç duygusunu da beraberinde getirebilir. Ancak bu duygular terapötik ilişki içerisinde şefkatle karşılandığında, kişi kendi içsel deneyimini şeffaf bir mercekten görme fırsatı bulur.
Sonuç
Anlaşılma ihtiyacı, insanın ruhsal gelişimi için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç, yaşamın en erken dönemlerinden itibaren bizimle beraber gelir ve hayat boyunca farklı şekillerde kendini gösterir. Psikoterapi, bu temel ihtiyacı karşılayan alanlardan biridir. Psikoterapi süreci, bireyin geçmişte yarım kalan, duyulmamış ya da görülmemiş duygularına yeniden temas etmesine ve bu ihtiyaçları daha sağlıklı bir biçimde karşılamayı öğrenmesine alan açar. Gerçek anlamda empatik dinlemeyle kurulan ilişki, bireyin yalnızca ruh sağlığını artırmakla kalmaz, aynı zamanda hayata, ilişkilere ve kendine bakışını kökten dönüştürebilir. Bir başka insan tarafından gerçekten anlaşılmak, insanın yalnızca ruh sağlığı için değil, varoluşsal bütünlüğü için de vazgeçilmez bir deneyimdir.
Kaynakça
- Rogers, C. R. (1957). The necessary and sufficient conditions of therapeutic personality change. Journal of Consulting Psychology, 21(2), 95–103.
- Stern, D. N. (1985). The Interpersonal World of the Infant. New York: Basic Books.
- Winnicott, D. W. (1965). The Maturational Processes and the Facilitating Environment. London: Hogarth Press.