Birini sadece görünüşüne bakarak sevmemek… ya da hiç tanımadığımız birine karşı içten içe temkinli olmak. Çoğumuz bunu “sezgi” sanırız ama aslında bu, korkunun kılık değiştirmiş hâlidir. Çünkü zihin, korktuğu şeyi anlamak yerine ondan uzak durmayı tercih eder. İşte tam da bu anda önyargı doğar.
Psikologlar uzun zamandır biliyor: korku, insanın algı sisteminde bir kısayol yaratır.
Tehlikeyi fark ettiğimiz anda beynimiz “düşünme, koru kendini!” moduna geçer (Beck & Clark, 1997). Bu refleks, vahşi doğada işe yarar — ama modern hayatta insan ilişkilerinde görünmez duvarlar örer.
Carl Gustav Jung, korkunun bu karanlık tarafını “gölge arketipi” olarak tanımlar.
Gölge, bastırdığımız, görmek istemediğimiz yönlerimizdir. Jung’a göre “kendi gölgesini tanımayan, onu başkalarının üzerinde görür” (Jung, 1959, s. 284). Yani bizdeki eksik parçayı başkalarında tehdit olarak algılarız.
Örneğin; çok özgüvenli birini “ukala” bulmak ya da sessiz birini “soğuk” görmek…
Belki de bu sıfatlar, bizim içimizdeki eksik cesareti ya da bastırılmış çekingenliği yansıtıyor. Korkumuz, bizden taşarak başkalarına biçim değiştiriyor.
Korku Evrimsel, Önyargı Sosyal
Bu eğilim, insanın evrimsel geçmişine dayanır. Binlerce yıl önce bilinmeyen bir kabile ya da farklı renkte bir hayvan, potansiyel tehlike anlamına gelirdi. Bu yüzden beyin, “tanıdık güvenlidir, yabancı tehlikelidir” şeklinde koşullanmıştır (Öhman & Mineka, 2001).
Bugün bu refleks, ofislerde, sosyal medyada ya da aile sofralarında çalışıyor. “Bizim gibi olmayan” insanlara karşı içsel bir mesafe koyuyoruz. Amigdala, yani beynin tehdit radarı, belirsiz olan her şeyi riskli sayıyor (Phelps et al., 2000). Korku, bazen ırkçılıkta, bazen toplumsal cinsiyet yargılarında, bazen de “yeniye karşı direnç” şeklinde kendini gösteriyor.
Bir düşünün:
Toplantıda farklı bir fikir ortaya atan biri hemen “aykırı” ya da “uyumsuz” olarak etiketlendiğinde, aslında devreye giren şey tam olarak korku — tanıdık olanın konforu bozuluyor.
Kıskançlık da Bir Tür Korkudur
Jung, kıskançlığı “kaybetme korkusunun maskesi” olarak görür (Jung, 1953). Birinin başarısı ya da sevgilisi, bizdeki eksikliği yansıttığında içsel bir alarm çalar. Bu duygu kolayca önyargıya dönüşür: “O kadın çok yapmacık” ya da “o adamın işi torpilden.”
Oysa kıskanılan kişiye değil, kendi gölgemize öfkeliyizdir. Jung’un diliyle: Kıskançlık, korkunun kıyafet değiştirmiş hâlidir. Bu yüzden önyargılar, çoğu zaman korktuğumuz yanlarımızın sessiz yankısıdır.
Toplumsal Korkuların Anatomisi
Sosyal psikolog Gordon Allport (1954), önyargıyı “deneyimle test edilmemiş yanlış genelleme” olarak tanımlar. Ama asıl mesele sadece yanlış düşünmek değil, yanlış hissetmektir. Bir toplumda korku yayıldığında, önyargı sistematikleşir.
Kültür, din, cinsiyet, politik görüş fark etmez — insan, tehdit algıladığı her şeyi kategorize etmek ister. Bu, bilinçli bir kötülük değil; kontrol ihtiyacının duygusal biçimidir.
Jung’un dediği gibi:
“Karanlıkla yüzleşmeyen, ışığın sahibini sandığı kişiye tapar.” (Jung, 1933, s. 112)
Modern çağda korku, yalnızca bireysel değil, politik bir araç haline gelmiştir. “Biz” ve “onlar” ayrımı, insanların zihinsel güvenlik duvarıdır. Toplumun kendi gölgesi, genellikle “öteki”ne yansıtılır (Tajfel & Turner, 1979).
Peki, Çözüm Nerede?
Korku kötü bir şey değildir; fark edilmediğinde yıkıcı hale gelir. Onu bastırmak yerine tanımak gerekir. Jung, “insan kendi karanlığıyla yüzleşmeden aydınlığa çıkamaz” der (Jung, 1933, s. 112). Bu yüzden farkındalık, korkunun panzehiridir.
Bilişsel davranışçı terapi, bu mekanizmayı somutlaştırır: Kişi korkuya dayalı otomatik düşüncelerini fark eder, sonra onları yeniden yapılandırır (Beck, 2011). “O insan bana zarar verebilir” yerine “Bu kişi sadece farklı davranıyor” diyebilmek, beynin yeniden öğrenmesidir.
Toplumsal düzeyde de çözüm benzerdir: temas. Allport’un (1954) “temas hipotezi” dediği gibi, önyargı ancak insanlar birbirini tanıdığında erir. Yabancı, yüz kazandığında tehdit olmaktan çıkar.
Belki de günlük hayatta ilk adım şu kadar basittir: Tanımadığın birine gülümsemek.
Zihin, korkuyu genellikle bilmediklerine yükler; oysa bilgi, korkunun panzehiridir.
Korkunun Işığa Dönüşü
Korku, bizi koruyan ama aynı zamanda bizi birbirimizden ayıran en eski içgüdümüzdür.
Onu bastırdıkça önyargıya, tanıdıkça anlayışa dönüşür. Jung’un söylediği gibi, gölgesini tanıyan insan özgürleşir.
Korkunun sesi, aslında içimizdeki karanlığın değil, dönüşüm potansiyelinin yankısıdır.
Kaynakça
Allport, G. W. (1954). The nature of prejudice. Addison-Wesley.
Beck, A. T. (2011). Cognitive therapy of anxiety disorders: Science and practice. Guilford Press.
Beck, A. T., & Clark, D. A. (1997). An information processing model of anxiety: Automatic and strategic processes. Behaviour Research and Therapy, 35(1), 49–58.
Jung, C. G. (1933). Modern man in search of a soul. Harcourt, Brace & World.
Jung, C. G. (1953). Collected Works of C.G. Jung, Volume 7: Two Essays on Analytical Psychology. Princeton University Press.
Jung, C. G. (1959). Aion: Researches into the phenomenology of the self. Princeton University Press.
Öhman, A., & Mineka, S. (2001). Fears, phobias, and preparedness: Toward an evolved module of fear and fear learning. Psychological Review, 108(3), 483–522.
Phelps, E. A., O’Connor, K. J., Cunningham, W. A., Funayama, E. S., Gatenby, J. C., Gore, J. C., & Banaji, M. R. (2000). Performance on indirect measures of race evaluation predicts amygdala activation. Journal of Cognitive Neuroscience, 12(5), 729–738.
Tajfel, H., & Turner, J. C. (1979). An integrative theory of intergroup conflict. In W. G. Austin & S. Worchel (Eds.), The social psychology of intergroup relations (pp. 33–47). Brooks/Cole.


