Duygusal, romantik ilişkilerde çatışma kaçınılmazdır. İnsan olarak kusursuz yaratılmış varlıklar olmadığımıza göre kendimizle bile ara ara çatışırken, partnerle çatışma çok gerçekçi. İlişkilerin en büyük handikaplarından biri bu çatışmaya verdiğimiz tepkiler, düşünceler ve eylemler üzerine kurulu zaten. Kitaplar, kuramlar, podcastler, terapiler daha çok çatışma üzerine de ilerler aslında. Ya da çatışmaları yumuşatma, olası ‘’fazlalık’’ çatışmaları azaltma, diğer tarafa yönelme ve birbirini görme isteği üzerine ilerler. Bilimsel ya da değil, bu konuda hepimizin kafasında birçok soru ve karmaşa var. Benim şu anda özellikle tutunmak istediğim yer ise iletişimsizlik meselesi.
İletişimsizlik nedir?
İletişimsizlik, bireyler arasında bilgi, duygu ya da ihtiyaç aktarımının sağlıklı biçimde gerçekleşmemesi durumudur. Bu yalnızca “konuşmamak” değil; konuşurken de anlamın bozulması, duygunun taşınmaması veya yanlış yorumlanması anlamına gelir.
Niyet okuma döngüsü
Düşünün ki partnerinizle problem yaşadınız, o değer verdiğiniz biri, birlikte olmayı sürdürmek istediğiniz, bu çıkmazı onunla yaşamak istemediğiniz biri. Ancak gerginlik sırasında iletişim kurmadığınız için koptunuz ya da artık o kişi birlikte olmayı sürdürmek istemediğiniz bir haline dönüştü. Ya da iletişim haliniz çok sert ve yargılayıcı. Ve yine düşünün ki eğer konuşabilseydiniz birbirinizin aklını okumak, itham etmek yerine elinizde bir gerçeklik var olurdu.
İletişimi açık ve net kurmamanın en kötü yanlarından biri ‘’niyet okuma’’ dediğimiz şeye dönüşmesidir meselenin:
“Bu yüzden böyle yaptı.”
“Böyle düşündüğü için böyle davrandı.”
“Kesin artık umursamıyor.”
‘’Yarın da aynı, sonraki günlerde aynı, bunu hep yapacaksın sen.’’
‘’Böyle durup durup öfke kusan bir tipsin sen.’’
Derinden kırıldık değil mi? Öfke de eşlikçisi. İlişkiyi söndüren tam olarak budur. Çünkü biz “o kesin böyle düşündü” derken, çoğu zaman yalnızca karşımızdakinin eylemlerine değil, kendi güvensizliklerimize, yaralarımıza, gölgelerimize dayanırız. Aslında onu değil, kendimizi okuruz. O niyet, onun değil; bizim çıplak yanımızın yansımasıdır. Hatta karşımızdakinin eylemlerini gözlemlediğimiz için bunları düşündüğümüzü, söylediğimizi sanarız. Ama işin aslı bunun çok payı yoktur.
Yani sorun çözümlenecek kadar iletişim kurmadığımız için bu döngüye düşeriz. Sonra eylemler buna göre şekillenir, her şey daha kötüye giderken, okuduğumuz o “niyet” bizim hâlâ fark etmediğimiz bir yaramızı besler. Bu da acı ve öfke yaratır. Böylece kişi, kendi yarasından gelen anlamı “doğru” sanarak kendini onaylar. Yani kendi kendimi doğruluyorum aslında bu da bana acı veriyor, öfke hissettiriyor. Vardığım kanıyla içimi rahatlamaya çalışıyorum.
Görülmemek ve duyulmamak
Bir taraf duygularını, neye kırıldığını, neye üzüldüğünü paylaşmak isterken; diğer taraf bunu “tripli”, “saçma” ya da “aşırı” bulduğunda, arada görünmez bir duvar yükselir. Mesele artık özünden uzaklaşır ve belki de “birbirimize iyi gelmiyoruz” gibi, üzerinde hiç çalışılmamış bir cümle beliriverir.
Bu cümle kendine çok rahat yer edinmiş çünkü iki kişi için kendi gölgeleri farklı ve biri gölgesinin arkasına saklanmak isterken diğeri ona meydan okuyor gibi biraz. Carl Gustav Jung’un sözleriyle, “Gölge, kişinin bilincine kabul etmediği yönlerinin toplamıdır.”
Kendi korkularımızı, reddedilmiş yanlarımızı, çocuklukta duyulmamış seslerimizi… Bu nedenle iletişim kurmak sadece bir ilişki becerisi değil, aynı zamanda kendini fark etme cesaretidir.
Bir taraf sert, yargılayıcı ya da görmezden geldiğinde karşı tarafta tetiklendiği gibi derinden de incinir. Diğer taraf da görülmemezlik, duyulmamazlıkla ilgili yaraları varsa tetiklenebilir ve dürtüsel davranıp kestirip atmasına neden olabilir. Bunların hiçbiri olmasa bile iletişimle ilgili başka bir problem doğması kaçınılmazdır.
Sessizlik ve ilişki dinamikleri
Açık olan bir şey varsa o da başta dediğim gibi hepimizin yanında bir şeyler getirdiği ve zaman zaman bu farklılıkların çakışacağı gerçeği. John Gottman da uzun yıllar süren araştırmalarında aynı noktaya parmak basar: “Bir ilişkiyi bitiren şey tartışma değildir; sessizliktir.”
Sessizlik, görünmez bir duvar gibi iki insanı birbirinden uzaklaştırır. Halbuki konuşmak, birbirine yeniden yaklaşmanın en basit ama en güçlü yoludur. Çünkü iletişim, sadece “söylemek” değil, “duyulmayı istemektir.”
Kontrol ve empoze ihtiyacı
Kontrol altında tutma ve kendi iradesini ve görüşlerini karşıya empoze etme ihtiyacı, ona yakın olanı yabancılaştırır, mesafe koymasına yol açar. Sonunda onunla kişisel ilişki yaratmak isteyen partneri yabancılaştırdığı için bu, kendisi için yarattığı kişisel kabusun köşe taşlarından biri olur.
Açık iletişim ve paylaşım
Açık iletişim her zaman, her an olmak zorunda değildir. Her zaman karşımızdakiyle bir sempozyumda gibi de konuşmak zorunda değiliz. Taşkınlıklar, ağır tartışmalar, konuşmamazlık tabii ki de olacaktır. Bu da ilişkilerin doğalıdır.
Değinmek istediğim en önemli şey, karşılıklı kendi paylarımızı alıp konuşabilmektir. Suçlayıcı değil, kendi paylarımızı bilerek konuştuğumuzda, birbirimizin gölgelerini görebilir, kişiliğine ve duygularına saygı duymayı öğrenebiliriz. Akışın rahatlıkla bir parçası haline gelir.
Amacımız kimseyi kendimize benzetmek, kimse gibi olmak ya da hep huzurlu kalmak değildir. En hassas anlarda bile konuşabilmek, en belirleyici yerlerde buna açık olmaktır. Hayatın kendisinde olduğu gibi, ilişkilerin diğer yüzü vardır.
Bağlanma stilleri ve zorluklar
Şöyle bir kendi flörtlerinizi, ilişkilerinizi düşünürseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Sorun genellikle burada başlıyor; bir taraf için konuşmak kolayken, diğer taraf için bu çok daha zor olabiliyor.
Çünkü geçmişten getirdiğimiz bağlanma stilleri, büyüdüğümüz aile, kültür ve şemalarımız hep bir paket halinde geliyor ilişkilere. Bu yüzden kolay olmuyor her zaman. Ama tam da bu nedenle, karşılıklı olarak birbirimizin çıplaklığına saygı duymak, dinlemek ve birlikte dönüşebilmek çok önemli.
Ağır bir kalbi daha da ağırlaştırmamak… Dinleme ve aktarım becerisini de geliştirmek.
İletişim becerisinin dönüştürücü gücü
Açık iletişim, yalnızca ilişkiyi değil, bizi de dönüştürür. Bu beceri geliştikçe, farklılıkların ortasında buluşmak kolaylaşır; içsel huzur artar ve eski çatışma döngüleri yavaşça kırılır.
John Gottman’ın sözleriyle: “Gerçek sevgi, anlaşmazlıkları ortadan kaldırmakla değil, onların içinde birbirini anlayabilmekle büyür.”
Unutmayalım ki, ilişkileri belirli durumlardan çok, yanlış iletişim ve birikmiş sessizlikler de uçuruma sürükler. İlişkiler savaş yeri, güç gösterileri ve kendimizi kaybetmemiz gereken yerler değildir.
Kelimelerinizin hâlâ söylenmesi mümkünse, üzerine bir düşünün derim.
Gottman’dan iletişim önerileri
Yumuşak başlangıç
Gottman’a göre bir tartışmanın sonucunu genellikle onun nasıl başladığı belirler. Cümleye “Sen hep böylesin” yerine “Ben, senin o davranışın olduğunda kendimi değersiz hissediyorum” gibi ben diliyle başlamak, savunma tepkilerini azaltır.
➤ Yumuşak başlangıç, karşı tarafı suçlamadan duyguyu ifade etmektir.
Fizyolojik aşırı uyarılmayı fark etmek
Tartışma sırasında kalp atış hızınız çok yükseldiyse, artık yapıcı iletişim mümkün değildir. Bu durumda kısa bir ara vermek (örneğin 20 dakika), sinir sisteminin yatışmasına izin verir.
➤ Gottman buna “self-soothing” yani “kendini yatıştırma” der. Bu mola kaçış değil, duygusal regülasyon sürecidir.
Duygusal onarım denemeleri
Küçük şakalar, dokunma, “Bir dakika, seni duymaya çalışıyorum” gibi ifadeler; tartışmanın yönünü olumluya çevirebilir. Her başarılı ilişkide, taraflardan biri bu tür onarım girişimlerinde bulunur. Önemli olan karşı tarafın da bu girişimleri fark edebilmesidir.
Eleştiri yerine istek bildirimi
“Artık hiç ilgilenmiyorsun” demek yerine “Birlikte daha çok vakit geçirmek isterim” demek, iletişimi tıkanmadan sürdürür.
➤ Bu, karşı tarafı savunmaya geçirmeden ihtiyaç bildirme biçimidir.
Duygusal yakınlık için günlük mikro bağlantılar
İletişim sadece kriz anlarında değil, gündelik küçük anlarda da kurulur. Sabah kahvesi, gün içinde atılan bir mesaj, minik bir teşekkür… Bunlar “ilişki bankası”na yapılan küçük ama anlamlı yatırımlardır.


