Pazar, Ekim 12, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Hepimiz Prensesiz

Küçükken dinlemeyi ve okumayı çok sevdiğim masallar vardı. Özellikle prenseslerle ilgili olanlar çok hoşuma gidiyordu. Ama “Prenses ve Bezelye Tanesi” masalı bana ne anlamlı ne de eğlenceli geliyordu.

Masalda, oğluyla evlenmesi için gerçekten soylu, kibar bir prenses arayan bir kraliçe vardır. Kraliçe, bir gün fırtınaya yakalandığı için kapısına gelen ve prenses olduğunu söyleyen genç bir kızı sarayına alır. Onun gerçekten prenses olup olmadığını anlayabilmek için üst üste yirmi döşek ve yirmi tane minderden oluşan bir yatak hazırlatır, en altına da küçük bir bezelye tanesi yerleştirir. Kız tam da kraliçenin istediği gibi o küçücük bezelye tanesinden rahatsız olur ve tüm gece hiç uyuyamadığını söyler. Böylece gerçek bir prenses olduğu anlaşılmış olur.

Peki, prensesin kocaman güzel bir yatağın altındaki küçücük bir bezelye tanesine takılması gerçekten takdir edilmesi gereken bir şey midir?

Gerçek Dünyadaki Bezelyeler

Bu masalı çok da sevmememin sebebi, prensesin bezelyeden rahatsız olmasını ve bunu söylemesini garip bulmamdı. Üstelik kraliçenin beklediği de buydu. Fakat masalı sadece bir masal olarak değil, gerçek hayatla bağlantı kurarak okuyunca aslında bizim de gerçek hayattaki bezelyelere ne kadar çok takıldığımızı fark ettim.

Bu küçük konforsuzluklar bizi kimi zaman yalnızca şikâyet etmeye kimi zaman da kocaman rahat yatağı görmezden gelmeye itebiliyor. Bazen küçük konforsuzlukları deneyimlemeye zaman kalmadan onlara maruz kalma fikri bile bizi herhangi bir şey yapmaktan alıkoyabiliyor.

1907 yılında Robert Yerkes ve John Dodson yaptıkları deneye dayanarak bir yasa ortaya atıyor. Farelerin kullanıldığı bu deneyle anksiyete ve performans arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaçlıyorlar.

Farelere belli bir düzeye kadar elektrik şoku veriliyor ve önlerindeki labirenti tamamlamaları bekleniyor. Şokun yoğunluğu arttıkça performansın yükseldiğini gözlemliyorlar — ancak belli bir düzeye kadar. Yoğunluk bu sınırı aştığında bu sefer performansları gittikçe düşüyor.

Yerkes-Dodson Yasası da böylece ortaya çıkmış oluyor. Bu yasada uyarılma seviyesine göre üç farklı alan tanımlanıyor: sıkılma, kaygı ve panik. Sıkılma alanında uyarılma arttıkça ilgide artma, panik alanında ise uyarılma arttıkça başarıda düşme gözlemleniyor. En iyi düzey ise kaygı alanının tam ortası olarak tanımlanıyor (Page, 2020).

Buradan çıkarabileceğimiz sonuç, küçük konforsuzlukların her zaman olumsuz olmadığı, aksine onlardan duyduğumuz belli düzeydeki kaygının performansımızı yükseltmede etkili olduğudur.

Konfor Alanımız

Artık hepimiz konfor alanı kavramına aşinayız. Kısaca kendimizi rahat ve güvende hissettiğimiz, içinden çıkmaktan korktuğumuz bölge olarak tanımlayabiliriz. Bu, her zaman somut bir yer olmayabilir; bazen bazı hisler, alışkanlıklar da bizim konfor alanımızdır.

Özellikle hisler ve alışkanlıklar söz konusu olduğunda, bize hiçbir faydası olmasa hatta zarar bile verse sırf tanıdık geldiği için onları bırakamadığımız durumlar söz konusu olabilir.

Bilmediğimiz herhangi bir şeyin bizi korkutması doğaldır fakat yaşanacak küçük rahatsızlıklar yüzünden büyük gelişimleri bir kenara atmak bize her anlamda zarar verebilir.

Konfor alanı ve kişisel gelişim ilişkisinin temelinde, insanın güvenli alanından çıkma cesareti vardır. Konfor bölgesi ve oradan çıkınca karşımıza çıkacaklarla ilgili çok yaygın bir şema var.

Bu şemaya göre, konfor alanının ardından sırasıyla korku bölgesi, öğrenme bölgesi ve gelişim bölgesi bizi karşılıyor.

Yani, konfor alanımızdan ilk çıktığımızda endişe duymamız, bu yüzden de çıkmak istemememiz çok doğal. Bu bölgedeyken başkalarının düşüncelerinden etkilenebilir, bahaneler üretebilir ve özgüven eksikliği yaşayabiliriz.

Önemli olan bu bölgeden bir gün çıkacağımızın farkında olmak ve devam etmek. Çünkü sırada öğrenme bölgesi var. Kendimizi maruz bıraktığımız yenilik her neyse orada elbette zorluklarla karşılaşırız ama öğrenme bölgesindeyken bunlara çözüm üretmeyi ve yeni beceriler elde etmeyi öğreniriz.

Aynı zamanda bu bölgedeyken konfor alanımızın genişlemesi de mümkündür. Kısa bir süre önce size çok yeni ve korkutucu gelen o şey artık normaliniz ve rahat hissettiğiniz olabilir.

Son olarak belki de tüm zorluklara onun için katlandığımız gelişim bölgesi var. Buradayken artık amacınıza ulaşmış şekilde yeni hedefler koyabilir, kendinize yeni amaçlar bulabilirsiniz. Aynı zamanda başta çok korkutucu duran ama artık gerçekleşmiş hayallerinizin de tadını çıkarırsınız.

Sonuç: Kişisel Gelişim Cesaretle Başlar

Konfor alanından çıkmak, ilk adımı atmak dahi bazen çok zorlayıcı olabiliyor. Bunu yapmaya karar verdiğimizde ama korkarak geri durduğumuzda oradan çıkınca neler olacağını hatırlayıp gözden geçirmek ve o şekilde ilk adımı atmak etkili olabilir.

Bir de tabii benim gibi prensesin bezelye tanesinden bile rahatsız olmasını anlamsız buluyorsanız, o masalı hatırlamak.

Kaynakça

Page, O. (2020, November 4). How to Leave Your Comfort Zone and Enter Your ‘Growth Zone’. PositivePsychology.com. https://positivepsychology.com/comfort-zone/

Reyyan Ünaldı
Reyyan Ünaldı
Reyyan Ünaldı, Marmara Üniversitesi Psikoloji Bölümü 1. Sınıf öğrencisidir. Küçüklüğünden beri okumayı çok sever, okuduklarının ışığında da yazılar yazmaktan keyif alır. Daha önce birkaç kez farklı psikoloji dergilerine yazılar yazmıştır. Özellikle çok sevdiği edebiyat ve psikolojiyi birleştirebileceği iş ve uğraşlara ilgisi vardır. Psikolojinin çeşitli konularıyla ilgili araştırma yapmak ve yaptığı araştırmaları insanlara aktarmak, temel hedeflerinden bir tanesidir. Bunu yaparken de yalın ve özgün bir dil kullanmayı amaçlar.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar