Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Sürü Psikolojisi: Kalabalığın Uğultusunda Kaybolan İnsan

Görsel Bir Sahne: Koyun ve Kalabalık

Bir belgesel sahnesi gözümün önüne gelir: Bir koyun uçurumun kenarına yaklaşır, tereddütsüz atlar. Ardından diğeri, öteki ve yüzlercesi. Biz izlerken gülümseriz; kendimizi onlardan üstün sanır, “bizim aklımız var” deriz.

Ama gerçek şu ki çoğu kez, “benim kararım” dediğimiz şey yalnızca kalabalığın ritmine uyarlanmış bir adımdan ibarettir. İnsan, sandığı kadar bağımsız değildir; sürü psikolojisi işte tam da burada başlar: Birey kendi sesini duymaktan korktuğunda, kalabalığın uğultusuna sığınır. Ve işin ironisi şudur ki, o uğultunun içinde kendini kaybederken, “özgürlük” diye savunduğu şey yalnızca bir yankıdır.


Kalabalığın Hipnozu: Kendi Aklının Üşümesi

Kalabalık içinde yüzler birbirine benzer, sesler birbirine karışır. İnsan, kendi aklını değil, kalabalığın duygusunu taşır. Freud’un Kitle Psikolojisinde dediği gibi, birey sürüye katıldığında süper egosunu askıya alır; akıl geri çekilir, duygular öne çıkar. Gustave Le Bon ise sürü psikolojisinin zekâyı düşürdüğünü, tutkuyu yükselttiğini söyler. Ama bunlar sadece teoriler değildir; her gün şahit olduğumuz çıplak gerçeklerdir.

Tek başına düşünmek cesaret ister. Çünkü kendi sesini dinlemek, insanı çıplak bırakır. Kalabalığın uğultusuysa kalın bir battaniye gibidir: sıcak, güvenli, ama ağır. İçinde boğulursun. Sürüye uyduğunda, hatan bile hafifler; çünkü yalnızca senin değildir. İnsan, kendi aklının üşümesine razı olur, yeter ki kalabalığın sıcaklığında donmadığını sansın.

Modern Sürü: Dijital Meydanlar

Bugün kalabalık meydanlarda değil, ekranların ışığında toplanıyor. Bir tweet’in altına binlerce kişinin aynı anda saldırması, sürü psikolojisinin güncel versiyonudur. Linç kültürü, bireyin değil, kitlenin kararını kutsar.

Moda ve tüketim de aynı oyunun parçasıdır: Herkes aynı kahveyi içer, aynı kupayla fotoğraf paylaşır, aynı marka ayakkabıyı giyer. Çünkü kalabalıktan onay almak, kendini onaylamaktan daha kolaydır.

Siyasette de durum değişmez: Çoğunluğun sesi hakikati bastırır. Farklı düşünen ya hain, ya marjinal, ya da “öteki”dir. Sürü psikolojisi, insanın yalnızca aklını değil, vicdanını da ödünç vermesiyle kalıplar oluşturur: “Herkes böyle düşünüyor, sen mi farklısın?” Oysa farklı olmak suç değildir; suç gibi gösterilen bir özgürlüktür.

Yalnızlığın Çilesi ve Özgürlüğü

Ne var ki, yalnızlık kolay nefes almaz. Kalabalık, yalnız kalanı suçlu gibi görür. Dışlanmış, eksik, hatta tehlikeli. Birey, kalabalığın dışında yürüdüğünde üstüne görünmez bir damga yapıştırılır: “O bizden değil.” Yalnızlık, toplumun gözünde bir tür asi, hatta kusurlu sayılır.

Ama ironik olan budur: O dışlanan kişi, hayatın ağırlığını da hafifliğini de en gerçek hâliyle hisseder. Çünkü onun adımı sürünün ritmine değil, kendi kalbine ayarlıdır. Onun yalnızlık hissi bir eksiklik değil, bir bilgeliktir. Kalabalığın dayattığı kalıplar yanlıştır; çünkü insanın özünü susturur. Oysa yalnızlık içinde olan, hayatı en çıplak hâliyle yaşamaktadır.

Camus’nün absürd yalnızlık tarif etmesi boşuna değildir; yalnız kalan insan, yaşamın anlamsızlığıyla yüzleşir ama aynı zamanda onun tek gerçek anlamını da kavrar. Kafka’nın kahramanları ise sürünün içinde kaybolur; bir dosya numarasına, yüzsüz bir gölgeye dönüşür. İşte fark burada yatar: Yalnız kalan, kim olduğunu hatırlar; sürüde kalan, kim olduğunu unutur.

Ölümün Sessizliği: Uğultunun Sonu

Bir gün, herkes tek başına ölecek. Ölüm anında kalabalığın uğultusu susar. Kimse senin yerine gözlerini kapatmaz, kimse senin adına son nefesi vermez. İşte o anda anlaşılacaktır: sürünün güvenliği yalnızca bir yanılsamaydı.

Kalabalığa sığınarak yaşayanlar, hayatı hiç kendi sesleriyle duymadan göçüp gidecekler. Onlar için hayat, başkalarının sesinden ibaret kalacak. Oysa yalnızlığı göze alanlar, bedeli ağır olsa da, gerçekten yaşamış olacak. Çünkü onlar kendi yankılarını duyabilenlerdir. Ölürken kalabalıkın onayı değil, kendi sesinin doğruluğu teselli eder insanı.

Sonuç: Kendi Sesine Sadakat

Sürü psikolojisi insana güven verir; ama bu güven, aslında zincirlerle örülmüş bir yanılsamadır. Kalabalık, yalnızlığı bir suç gibi gösterir. Oysa yalnızlık, hayatın en saf hâlidir. Kalabalık seni dışlayabilir, sana suçlu gibi davranabilir, yalnızlığını utanç gibi gösterebilir. Ama asıl hayat, o yalnızlığın içinde saklıdır.

Kalıplar yanlış. Çünkü kalabalık, farklı olanı daima hatalı gösterir. Ama gerçekte doğru olan, kendi yolunu yürüyendir. Yalnız kalan, sürüden ayrıldığı için değil; kendi sesine sadık kaldığı için değerlidir.

Belki de en büyük soru şudur: Kalabalığın alkışına mı razı olacağız, yoksa kendi sesimizi duymayı mı göze alacağız? Çünkü eninde sonunda hepimiz, tek başımıza sessiz bir odada son nefesimizi verirken, kalabalıkların değil, kendi sesimizin yankısını duyacağız. Ve belki de asıl övünç budur: Hayatı, kalabalığın değil, kendi kalbinin ritmine göre yaşamış olmak.

Hazal Yıldırım
Hazal Yıldırım
Psikoloji alanında eğitimine devam eden, analitik düşünme ve araştırma becerileri güçlü bir sağlık profesyoneli. Sağlık, eğitim ve tarih alanlarında çeşitli akademik deneyimlere sahip olup, mindfulness ve meditasyon alanında uzmanlaşmakta. Aynı zamanda yazarlıkla ilgilenmekte, kitap ve senaryo çalışmaları yapmaktadır. Sanata, edebiyata ve psikolojiye duyduğu ilgiyi içerik üretimiyle birleştirmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar