Hayal edin: Zihniniz bir labirent. Her koridor, her dönemeç, sizin bir düşünceniz, bir duygunuz, bir anınız. Bir cümleyi hatırlamak için girersiniz bu labirente ve fark edersiniz ki çıkışı yok. Söylediğiniz bir söz, sessiz kaldığınız anlar, dudak arkasından geçen küçük düşünceler; hepsi sizi tekrar tekrar aynı noktaya getirir.
“O an farklı mı davranmalıydım?”
“Acaba yanlış bir şey söyledim mi?”
“Herkes ne düşünüyor acaba?”.
Bu sorular, zihnin koridorlarında yankılanır, ne kadar kaçarsanız kaçın, sizi hep geri çağırır. İşte bu, psikoloji alanında öz-farkındalık olarak tanımlanan ve çoğu zaman yararlı olan becerinin aşırıya kaçtığı noktadır.
Öz-farkındalık: Pusula mı, Labirent mi?
Öz-farkındalık, doğru dozda kişiyi güçlendirir. Kendini anlamak, duyguları tanımak ve davranışlarını yönlendirmek için bir pusula gibidir (Duval & Wicklund, 1972). Ama aşırıya vardığında kişi, labirentin içinde kaybolur, her adımı ölçer, her duyguyu tartar ve kendi gözünde yetersizlikten başka bir şey göremez.
Zihin, artık bir rehber değil, bir hapishane bekçisi haline gelir.
Psikoloji Araştırmaları Ne Söylüyor?
Araştırmalar da bunu doğruluyor. Nolen-Hoeksema (2000), olumsuz deneyimler üzerine tekrarlayan düşüncelerin (ruminasyon) kaygı ve depresyon riskini artırdığını gösteriyor. Mor ve Winquist’in (2002) meta-analizi, sürekli kendine dönük dikkatin olumsuz duygulanımı beslediğini ortaya koyuyor.
Yani labirentte dolaşırken, kişi kendi kendini bir deneye tabi tutuyor ve çıkışı olmayan bir döngüye hapsoluyor.
Günlük Hayatta Labirentin İzleri
Bu durum günlük hayatımızda tanıdık bir şekilde karşımıza çıkar:
-
Topluluk önünde konuştuktan sonra günlerce “Sesim titredi mi? Yanlış bir şey söyledim mi?” diye düşünmek.
-
Arkadaşlarla yapılan bir sohbetin her cümlesini zihinde tekrar tekrar oynatmak.
-
Bir öfke ya da üzüntü hissini fark ettiğinde, “Bunu hissetmem normal mi, bende bir sorun mu var?” kaygısına saplanmak…
Küçük anlar gibi görünse de biriktikçe zihnin labirentinde kaybolmuş hissi yaratır.
Öz-Şefkat: Labirentten Çıkışın Anahtarı
Burada kritik olan, öz-farkındalık tek başına yeterli değildir. Kristin Neff’in (2003) çalışmalarına göre, öz-farkındalık öz-şefkat ile birleştiğinde koruyucu bir etkiye dönüşür.
Kendimize gözlemlerken anlayış ve şefkat gösterebildiğimizde, hatalar ve kusurlar yük olmaktan çıkar; onlar, insan olmanın doğal parçaları haline gelir.
Zihinsel Labirentten Çıkmak İçin Küçük Adımlar
Birkaç küçük adım, labirentte kaybolmuş zihni rahatlatabilir:
-
Düşüncelerimizi ve duygularımızı gelip geçen dalgalar gibi gözlemlemek,
-
Zor bir an yaşadığımızda kendimize değil de hayali bir dostumuza ne söyleyeceğimizi hayal etmek,
-
Dikkatimizi dış dünyaya yönlendiren etkinliklerle meşgul olmak (spor, sanat, doğa yürüyüşleri).
Hepsi aynadan ve labirentten bir anlık uzaklaşmanın yollarıdır.
Sonuç: Zihin Bir Hapishane Değil, Büyüme Alanı
Öz-farkındalık, doğru dozda insanı olgunlaştırır, fazlası ise zihinsel bir labirentte sıkışmış yolcuyu yaratır. Ama unutulmamalıdır ki insan, kusurları ve dalgalanmalarıyla değerli bir bütündür.
Kendimize merhamet gösterdiğimizde, zihin artık bir hapishane değil, büyüme ve derinleşme alanı hâline gelir.
Kaynaklar
-
Duval, S., & Wicklund, R. A. (1972). A theory of objective self-awareness. Academic Press.
-
Nolen-Hoeksema, S. (2000). The role of rumination in depressive disorders and mixed anxiety/depressive symptoms. Journal of Abnormal Psychology, 109(3), 504–511.
-
Mor, N., & Winquist, J. (2002). Self-focused attention and negative affect: A meta-analysis. Psychological Bulletin, 128(4), 638–662.
-
Neff, K. D. (2003). Self-compassion: An alternative conceptualization of a healthy attitude toward oneself. Self and Identity, 2(2), 85–101.
-
Kabat-Zinn, J. (1990). Full catastrophe living. New York: Delacorte.