Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

20’li Yaşlarda Zamanla Yarışmak ve Kaçırma Hissi

Quarter Life Crisis: Hayatım başlamış da ben geç kalmışım gibi

“20’li yaşlar hayatın en güzel dönemi” diye adlandırılır. Oysa bu yıllar, birçok genç insan için yalnızca özgürlüğün ve eğlencenin tadına vardıkları bir dönem değil; aynı zamanda öncelikleri belirlemenin zorlaştığı, kafa karışıklığının, belirsizliğin ve içsel sorgulamaların yoğunlaştığı bir evredir. Kişiler, kendilerini sık sık şu soruların cevaplarını ararken bulur:
“Ben ne yapıyorum?”
“Ne yapmak istiyorum?”
“Ne yapmalıyım, neyi yapmamalıyım?”

Dışarıdan bakıldığında 20’li yaşlar, arkada özgür, enerjik ama hafif melankolik bir müzik melodisi çalıyormuş gibi görünür. Sanki bir klipte herkes bir yerlere gidiyordur, zaman akıyordur, her şey daha parlak ve yaratıcıdır. Ama o melodinin içinde, sadece kişinin kendisinin duyabildiği hafif bir tedirginlik hissi de vardır.

Bu dönemde birey, bir yandan kendine uygun bir iş bulmaya çalışır, bir yandan da bir şehre, bir ülkeye, bir ilişkiye ya da bir gruba ait hissetmenin yollarını arar. Fakat aynı anda, hiçbir yere tam anlamıyla ait olmak istemediğini de fark edebilir. Çünkü henüz kendi sınırlarının ve özgürlük kavramının nerede başlayıp nerede bittiğinin tam olarak farkında değildir.

Hayattaki büyük kararları vermek zorlayıcıdır. Denemek istediği çok şey vardır; ancak hangisinin şu anki koşullarda doğru olduğunu kestiremiyordur.

Yine de bu deneyimlerin “tam zamanında” yaşanması gerektiğine inanır ve o trene vaktinde binme sorumluluğunu kendi omuzlarında hisseder.

Günümüzde bu kriz, gençler tarafından çok daha derin yaşanıyor. Çünkü artık yalnızca kendi yolunu değil, başkalarının yolunu da görüyorsun. Hatta çoğu zaman, sen kendi yolunu ararken diğerleri sanki yollarını çoktan bulmuş gibi hissediliyor.

Sosyal medya her gün başka bir hayat, başka bir başarı hikayesi gösteriyor. Birileri bir şeyleri başarmış gibi görünürken, sen olduğun yerde kalmış gibi hissediyorsun. Ve hayat, başlamış da sen biraz geç kalmışsın gibi.

Oysa kimse yarışta değil, herkes kendi yolunda, kendi hayatını deneyimliyor…

FOMO: Her Yerde Olmalıydım Hissi

Bir anın içindesin, ama gözün diğer olmadığın yerlerde, kişilerde, durumlarda hatta duygularda oluyor bazen. Telefonun ekranından başkalarının hayatlarını kaydırıyorsun; başka şehirler, kahkahalar, acılar, kutlamalar, savaşlar…

İçinden bir ses “Sen neden o an orada bir şey yapmadın? Neden oraya gitmedin?” gibi şeyler söylüyor. İşte bu, literatürde fear of missing out (FOMO) olarak adlandırılan; modern dünyada hepimizin hayatının belli anlarında veya anında hissettiği bir durumdur.

Cambridge Dictionary’e göre FOMO, “kişilerin sosyal platformlarda arkadaşları tarafından paylaşılan eğlenceli ve heyecan verici etkinliklerden haberdar olmamalarından kaynaklanan bir kaygı durumu” olarak tanımlanmaktadır (aktaran: Tanhan, Özok & Tayiz, 2022).

Bu düşünce akışına kendimizi kaptırdığımızda, zihnimizden daha çok deneyim yaşamamız, daha çok şey başarmamız, daha fazla yerde bulunmamız, anı biriktirmemiz gerektiği hissi doğar; bazen bunu biriktirdiğimizi başkalarına göstermeye bile çalışırız.

Aksi takdirde kişi kendini eksik kalmış, boş yere zaman geçirmiş gibi hisseder. Sosyal medya bu hissi her gün yeniden besler: Bir şey gelir, gider ve biz onu yakalayamamışız hissi oluşur.

Ancak gerçekçi ve eleştirel bir şekilde değerlendirdiğimizde, her yerde ve her zaman olamayacağımızı anlarız. Belki de kaçırdığımızı sandığımız durum, yer veya kişi aslında hiç bizim olmadı.

FOMO ve Quarter Life Crisis: Hep Bir Şey Eksik Gibi

Hayatın başladığını ve bir yandan geçtiğini fark etmeyi unuttuğun ama sürekli bir şeylere başlamak için geç kaldığını düşündüğün o his…

Sanki herkes çoktan kararlarını vermiş, yollarını çizmiş, hayatlarını bir yerinden yakalamış gibi. Sen ise hâlâ ne istediğini tam olarak bilmiyorsun. Ve tam o sırada devreye giriyor o tanıdık düşünce:
“Bir şeyler kaçırıyor muyum acaba?”

Quarter life crisis diye adlandırdığımız bu belirsizlik, beklentiler ve isteklerin iç içe geçmesi, FOMO (Fear of Missing Out) ile birleşince kişi yavaş yavaş kendisi olmaktan uzaklaşmaya başlıyor.

Çünkü artık nasıl ve ne yaşamamız gerektiğini sosyal medya söylüyor gibi. Başkalarının neyi, nerede, kimlerle, nasıl deneyimlediğini gördükçe; kendi deneyimlerin eksik, sıradan ya da yetersiz görünmeye başlıyor.

Oysa eksik olan belki de deneyimlerin sayısı değil; o deneyimlerin içinde gerçekten olamamak.

Çoğu zaman bir anın içindeyken bile, onu yaşamak yerine onu kaçırıyor muyum diye düşünmeye başlıyorsun.

Zihinsel olarak bir tür “meta-düşünceye” geçiyorsun ve yaşadığın şeyin kendisinden çok, onu nasıl yaşadığınla ilgili düşünmeye başlıyorsun. Sonra da bu düşüncenin seni ne hale getirdiğini sorguluyorsun.

Bu da seni gerçek andan koparıp zihinsel kara deliğe dönüşüyor.

Zihnin Yorulursa, Sen de Yorulursun

İçinde hep bir yerlere yetişmeye çalışan, acele eden biri var. Sürekli bir şeyleri tamamlaman, kendini geliştirmen, hayatı yakalaman, eksik ya da ertelenmiş olanları toparlaman gerekiyormuş gibi hissediyorsun.

Bu telaşın içinde zihnin susmuyor. Sürekli koştururken, sadece durmak ve olduğun yerde kalmak bile bir yük gibi hissettirmeye başlıyor.

Rahatlamak istediğin anlarda bile huzursuzluk duyuyorsun. Geceleri ya uyuyamıyorsun ya da uyusan bile dinlenmiş hissetmiyorsun.

Sosyal medyada “sadece beş dakika” diye girip saatler harcadığın oluyor. Bu farkındalık seni suçluluk hissine sürüklüyor. Ve bu da odaklanmanı daha da zorlaştırıyor.

Sonunda, hiçbir şeye tam olarak odaklanamayan, yorgun ama neden yorgun olduğunu bile tam anlayamayan bir halin içinde buluyorsun kendini.

Yetişme isteği, zamanla hiçbir şeye yetişemiyormuş gibi hissettiren bir döngüye dönüşüyor. İçten içe bunun seni tükettiğini ve sürdürülebilir olmadığını bilsen de, çoğu zaman devam ediyorsun.

Çünkü ne kadar “verimli” olmaya çalışırsan çalış, zihnin sürekli başka yerlerdeyse, aslında tükettiğin kişi sen oluyorsun.

Gerçeklik bulanıklaşıyor, istekler karışıyor. Ve bir noktadan sonra zihninde hep aynı cümle dönmeye başlıyor:
“Bir şeyler eksik… Galiba daha fazlasını yapmalıydım.”

Sonuç: “Belki de Hiçbir Yere Geç Kalmadık”

Soul filminde geçen, “Ben hayatım boyunca bu anı bekledim… Farklı olur sanmıştım,” cümlesi, 20’li yaşların içinde bulunduğu karmaşayı özetliyor gibi.

Hepimiz hayatımızın bu döneminde büyük umutlarla, beklentilerle doluyuz; para kazanmak, sevmek, dünyayı görmek, bir yere ve birine ait olmak istiyoruz.

Ama bir yandan da sınırlarımıza, özgürlüğümüze tutunuyoruz.

Sosyal medyanın yarattığı “her yerde, her zaman olmalıyım” baskısıyla, bu beklentiler daha da karmaşıklaşıyor.

Başkalarının hayatlarını izlerken, kendi yolumuzda olup olmadığımızı sorguluyor, anı yaşamak yerine “bir şeyleri kaçırıyor muyum?” diye düşünüyoruz.

Bu karmaşa içinde ne tam oradayız ne de tamamen uzakta; zihnimiz sürekli başka bir yerde.

Aslında büyüttüğümüz beklentiler, yaşadığımız gerçeklerle çoğu zaman örtüşmüyor ve bu da kendimizi eksik, yetersiz hissetmemize yol açıyor.

Ama belki de asıl mesele, mükemmel anları aramak değil; kendi yolumuzda, kendi zamanımızda ilerlemek.

Koştuğumuz yolun nereye gittiğini bilmeden hızla ilerlemek yerine, ara sıra durup nefes almak, o anı gerçekten yaşamak gerekiyor.

Kelimelerimiz, düşüncelerimiz ve duygularımız bu yolculukta bize rehberlik ediyor. Onları yumuşattığımızda, daha az yargılayıp daha çok kabul ettiğimizde, hayatın bizden beklediklerinin gölgesinden çıkabilir, kendimizle barışabiliriz.

Böylece, belki de “farklı olmasını” değil, sadece “olmasını” kabul etmekle daha dingin, daha anlamlı bir hayat kurabiliriz.

Kaynakça:

Tanhan, F., Özok, H. I., & Tayiz, V. (2022). Fear of missing out (FoMO): A current review. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 14(1), 74-85.

Zeynep Yeşilçöllü
Zeynep Yeşilçöllü
Zeynep Yeşilçöllü, 2024 yılında Yeditepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun olmuştur. Lisans eğitimi süresince çeşitli özel kliniklerde ve hastanelerde staj yaparak klinik gözlem ve uygulama deneyimi kazanmıştır. Mezuniyetinin sonrasında pozitif psikoloji ve mindfulness alanlarında eğitimler almış olup, şu anda bilişsel davranışçı terapi (BDT) eğitimi sürecine devam etmektedir. Mesleki gelişimini devam ettirmek amacıyla bir hastanede gönüllü olarak çalışmakta ve çocuklarla yürütülen iki farklı sosyal sorumluluk projesinde aktif rol almaktadır. Özellikle mindfulness, toplumsal olayların bireyler üzerindeki psikolojik yansımaları ve sanatın (film, müzik) insan psikolojisi üzerindeki etkileri üzerine çalışmalar yapmaktadır. Yazılarında, psikolojinin farklı disiplinlerle kesişimini ele alarak bilimsel temelli çalışmalara odaklanarak psikoloji alanında bilgilerini sunmayı amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar