21. yüzyılın mottosu neredeyse şuna dönüştü: “Daha iyi ol, daha hızlı ol, daha verimli ol.”
Sabah 5’te uyanmayı, “biohacking” yöntemleriyle zihni yeniden programlamayı ya da günün her dakikasını verimlilik uygulamalarıyla takip etmeyi normalleştiren bir kültürün içindeyiz.
Sosyal medyada gözümüze sokulan “ideal benlik” imgeleri, kişisel gelişim endüstrisinin sürekli yeni reçeteler sunması ve “her an daha iyi versiyonunu” üretme baskısı, modern insanı hiç bitmeyen bir güncelleme döngüsüne sokmuş durumda.
Peki, insan gerçekten yazılım gibi sürekli güncellenmesi gereken bir varlık mı? Yoksa bu optimizasyon takıntısı bizi kendi özümüzden uzaklaştıran görünmez bir tuzak mı?
Sonsuz Güncelleme Döngüsü
Kendini optimize etme arzusu aslında insanın gelişim ihtiyacının bozulmuş bir versiyonu. Öğrenmek, keşfetmek, ilerlemek elbette doğamızda var. Fakat mesele, bu ilerlemenin sonsuz bir “yetersizlik duygusu” üzerine inşa edilmesi.
-
Daha çok kitap okumalıyım.
-
Daha hızlı koşmalıyım.
-
Daha fazla network kurmalıyım.
-
Daha az yorulmalıyım.
Her “güncelleme”nin ardından kısa süreli bir tatmin gelse de, ardından hemen yeni bir eksiklik algısı beliriyor. Bu da kişiyi, hiç bitmeyen bir koşu bandında hızını artırmaya çalışan biri gibi sürekli yorgun ve tatminsiz bırakıyor.
Psikolojide bu durum, perfeksiyonizm ve öz-değerin dışsal ölçütlere bağlanmasıyla yakından ilişkilidir. Birey, değerini kim olduğu üzerinden değil, ne kadar ürettiği, ne kadar verimli olduğu üzerinden tanımlamaya başladığında, içsel denge bozulur.
Modern Narsisizmin İnce Çizgisi
Kendini optimize etme çabası, bazen modern narsisizmin en zarif maskelerinden biri hâline gelir.
-
Daha fit bir beden,
-
Daha düzenli bir hayat,
-
Daha “mindful” bir zihin…
Bunlar ilk bakışta sağlıklı hedefler gibi görünür. Ancak altındaki motivasyon çoğu zaman “kendini kabul etmeme”dir. Yani birey, mevcut hâlini asla yeterli bulmaz ve sürekli bir “üst-benlik” peşinde koşar.
Psikanalitik açıdan bu, ideal benlik ile gerçek benlik arasındaki uçurumun büyümesidir. Uçurum büyüdükçe, kişi kendine yabancılaşır.
Sosyal Medyanın Rolü: ‘Benim Versiyonum Seninkinden İyi’
Instagram, TikTok ve LinkedIn gibi platformlar bu tuzağın en büyük besleyicileridir.
-
“Sabah 4’te kalkıp 10 km koştum.”
-
“Bir haftada 5 kitap bitirdim.”
-
“Yeni işime girdim, daha yüksek maaş aldım.”
Paylaşılan her başarı hikâyesi, görünmez bir karşılaştırma yarışı doğurur. Sosyal karşılaştırma teorisine göre, insanlar kendi değerlerini başkalarının görünür başarılarıyla kıyaslama eğilimindedir. Bunun sonucunda FOMO (fear of missing out) ve başarı anksiyetesi artar.
Artık mesele sadece “kendi gelişimim” olmaktan çıkar; “başkasından geri kalmamak” hâline gelir.
Optimizasyonun Bedeli: Tükenmişlik ve Öz-Şefkat Eksikliği
Sürekli kendini güncelleme baskısı, bireyde şu psikolojik sonuçlara yol açar:
-
Tükenmişlik (burnout): Sürekli kendini aşma çabası, duygusal ve fiziksel enerjiyi tüketir.
-
Anksiyete: “Ya daha iyi olamazsam?” kaygısı, başarıdan çok başarısızlık korkusunu besler.
-
Depresif belirtiler: Kendi hâlini kabul edememe, kronik tatminsizlik yaratır.
-
Öz-şefkat eksikliği: İnsan, kendini bir proje gibi gördüğünde, insani kırılganlıklarına tahammül edemez.
İnsanın Yazılım Olmayan Doğası
Burada kritik nokta şu: İnsan bir yazılım değil. Yazılımda her güncelleme hataları giderir ve sistem daha güçlü hâle gelir. Fakat insanda her “güncelleme” aynı zamanda yeni bir kırılganlık yaratır. Çünkü insani deneyim eksiklikleriyle anlamlıdır.
Psikoloji ve psikoterapi literatürü, gelişimin “eksikleri kabullenme” üzerinden mümkün olduğunu söyler. Özellikle öz-şefkat yaklaşımı, bireyin kendini sürekli optimize etme yerine mevcut hâlini kabul etmesinin iyileştirici gücünü vurgular.
Çıkış Yolu: Kendini Kabul Etmek
Kendini optimize etme tuzağından çıkmak, “hiçbir şey yapma” anlamına gelmez. Aksine, insanın kendi sınırlarını, kırılganlıklarını ve kusurlarını kabul ederek ilerlemesi anlamına gelir.
-
Kendine daha çok “ne eksik?” değil, “ben neyim?” sorusunu sormak,
-
Öz-şefkat geliştirmek,
-
Dinlenmeye alan açmak,
-
Sosyal medyada görülen başarı hikâyelerinin yalnızca bir “vitrin” olduğunu fark etmek,
bu döngüyü kırmada önemli adımlardır.
Sonuç
Modern çağın en büyük paradokslarından biri şudur: Daha iyi bir hayat peşinde koşarken, aslında hayatın kendisini kaçırıyoruz.
Kendini optimizasyon tuzağı, insana sürekli güncellenmesi gereken bir yazılım gibi davranıyor. Oysa insan, kırılganlıklarıyla, eksiklikleriyle ve tamamlanmamış hâliyle değerlidir.
Gerçek gelişim, daha fazla güncelleme yüklemekten değil; mevcut sürümüyle barışmaktan geçer.