Perşembe, Ekim 2, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

“Ben Böyleyim” Diyen Kişiliğin İçinde Hapsolmuş Benlikler

“Ben böyleyim.” İnsan ilişkilerinde sıkça duyulan bu ifade, çoğu zaman kararlılık, özgüven veya kendi kimliğini sahiplenme biçimi gibi algılanır. Fakat bu cümlenin ardında her zaman bir özgürleşme hali yoktur. Aksine, kimi zaman benliğin gelişim sürecinde donup kaldığı, değişime direnç gösterdiği ve kendi potansiyelini sınırlandırdığı bir kapanma halini de barındırır.

İnsan, doğası gereği değişebilen, gelişebilen ve esneyebilen bir varlıktır. Ancak bazı kişilik yapıları, yaşanmışlıklar ve öğrenilmiş kalıplar, bireyi bu doğal akıştan koparıp katı bir “ben böyleyim” duvarının içine hapsedebilir. Bu yazı, o duvarın ardında sıkışıp kalmış benlikleri, psikolojik açıdan anlamaya ve görünür kılmaya odaklanmaktadır.

Kişilik Gelişimi ve Erken Deneyimler

Kişiliğin oluşum sürecinde erken dönem deneyimler kritik bir rol oynar. Çocuklukta yaşanan travmalar, ebeveyn tutumları ve çevresel koşullar, bireyin kendini nasıl tanımlayacağını şekillendirir. Örneğin, sürekli eleştirilen bir çocuk, ilerleyen yaşlarda “Ben soğuk biriyim” diyerek aslında bir savunma mekanizmasını kişiliğinin değişmez bir özelliği gibi sunabilir.

Bu durumda, “ben böyleyim” ifadesi, çoğu kez bir tercihten ziyade, geçmişte gelişen zorunlu bir uyum biçiminin bugünkü yankısıdır. Psikanalitik açıdan bakıldığında, bu durum benlik savunmaları içerisinde değerlendirilebilir. Kişi, kendi kırılganlığını gizlemek için sabit bir kimlik maskesi yaratır ve zamanla bu maskeyi kendi özüyle karıştırır.

Sosyal Kimlik ve Değişime Direnç

Sosyal psikoloji literatürü de bu durumu destekler niteliktedir. İnsan, kimlik algısını sosyal ilişkilerde sürekli yeniden üretir. Sosyal kimlik kuramına göre (Tajfel & Turner, 1986), birey grup aidiyetleri ve çevresinden aldığı geri bildirimlerle benliğini şekillendirir.

Ancak “ben böyleyim” diyen kişilerde, bu etkileşim süreci büyük ölçüde donmuş görünür. Çevreye uyum sağlamak ya da yeni deneyimler kazanmak yerine, kendini değişime kapatmak ön plandadır. Buradaki temel sorun, değişimin bir tehdit olarak algılanmasıdır. Çünkü değişmek, geçmişteki yaraların yeniden açılmasına ve bilinçdışı korkuların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Klinik Örnekler ve Modern Terapi Yaklaşımları

Klinik uygulamalarda sıklıkla karşılaşılan örneklerden biri, danışanların kendi davranış kalıplarını “değişmez” gibi sunmalarıdır. Örneğin, öfkesini kontrol edemeyen bir birey, “Ben sinirliyim, yapım böyle” diyerek sorumluluğu kişiliğin içine sabitleyebilir. Bu noktada kişi, kendi gelişim sürecini askıya alır. Çünkü “ben böyleyim” cümlesi, aynı zamanda “ben değişmem” anlamına gelir.

Modern psikoterapi yaklaşımları –özellikle bilişsel davranışçı terapi (Beck, 1979) ve şema terapisi (Young, 2003)– bireyin davranış ve düşünce kalıplarını yeniden yapılandırabileceğini vurgular. Dolayısıyla kişiliğin belirli yönleri sabit gibi görünse de, psikolojik esneklik sayesinde yeni başa çıkma yolları öğrenmek mümkündür.

Öğrenilmiş Çaresizlik ve Kültürel Etkiler

“Ben böyleyim” ifadesinin arkasındaki en güçlü psikodinamik, çoğu zaman öğrenilmiş çaresizliktir. Martin Seligman’ın (1975) ortaya koyduğu bu kavram, bireyin geçmiş deneyimlerinde etkisiz hissetmesi sonucu, gelecekte de değişim için çaba göstermemesini açıklar.

Toplumsal kültürün de bu süreçte önemli bir rolü vardır. Özellikle kolektivist toplumlarda bireyler kimliklerini aile ve çevrenin beklentilerine göre şekillendirir. Bu durum, kişiliğin esnek yönlerini törpüler. “Bizim aile böyledir”, “Bizim mahallede herkes böyledir” gibi kültürel kalıplar, bireyi kendi kimlik keşfinden uzaklaştırarak katı bir “ben böyleyim” anlayışına hapseder.

Oysa benlik, sadece kalıtsal eğilimlerin veya kültürel baskıların ürünü değildir; aynı zamanda bireyin seçimleri, deneyimleri ve içsel gelişimiyle sürekli yeniden şekillenen bir süreçtir.

Psikolojik Esneklik ve Özgürleşme

Psikolojik esneklik kavramı bu noktada kritik bir anahtar sunar. Esneklik, bireyin değerleri doğrultusunda hareket edebilmesi, yeni deneyimlere açık kalabilmesi ve zorlayıcı durumlarda farklı yollar geliştirebilmesidir (Hayes, Strosahl & Wilson, 1999).

“Ben böyleyim” duvarı, esnekliği ortadan kaldırdığı için bireyi adeta kendi içinde hapseder. Örneğin, sosyal ilişkilerde içine kapanık biri, “Ben böyleyim” diyerek yeni sosyal deneyimlere kapılarını kapatabilir. Halbuki esnek bir yaklaşım, “Şu an zorlanıyorum ama küçük adımlarla daha farklı davranmayı deneyebilirim” düşüncesini mümkün kılar.

İlişki Sorunları ve Bilimsel Perspektif

Danışanlarla yapılan klinik gözlemlerde, bu katı kimlik tanımlarının en çok ilişki sorunlarında kendini gösterdiği görülür. Eşler arasında sıkça duyulan “O hep böyledir, değişmez” cümlesi, aslında karşı tarafın dönüşme kapasitesini yok saymaktır.

Oysa insan doğası gereği dinamiktir. Beynin nöroplastisite özelliği, yeni deneyimlerin sinaptik bağlantılar oluşturduğunu ve kişiliğin esneyebileceğini gösterir. Yani bilimsel açıdan da “ben böyleyim” mutlak bir gerçek değil, öğrenilmiş bir yanılsamadır.

Derin Anlaşılma İhtiyacı

Kendi benliklerini “ben böyleyim” kalıbına hapseden kişiler, çoğu zaman derin bir anlaşılma ihtiyacı taşırlar. Bu ifade, kimi zaman “beni olduğum gibi kabul et” çağrısıdır. Ancak paradoksal bir biçimde, değişime direnç gösterdikçe kendilerini ve çevrelerini kısıtlarlar.

Gerçek kabul, değişime kapalı bir yerde değil, esnek ve özgür bir alanda mümkün olur. İnsan, hem kendi kırılganlıklarını sahiplenip hem de yeni yönlerini keşfetmeye açık olduğunda bütüncül bir kabul yaşar.

Sonuç

“Ben böyleyim” cümlesi her zaman bir özgüven ifadesi değildir; çoğu zaman geçmişin yarattığı kalıpların bugünkü yansımasıdır. İnsan, değişime direnerek değil, değişimi kucaklayarak özgürleşir. Kişilik, sabit bir taş değil, akan bir nehir gibidir. Katı bir “ben böyleyim” tutumu, o nehri dondurur; akış durur.

Yaşamın kendisi değişimle var olur. Kendini “ben böyleyim” diyerek sınırlayan bireyler için asıl özgürleşme, bu cümlenin ötesine geçebilmekle başlar. Çünkü insan sadece olduğu değil, aynı zamanda olabileceği şeydir.

Kaynakça

  • Aron, E. N., & Aron, A. (1997). Sensory-processing sensitivity and its relation to introversion and emotionality. Journal of Personality and Social Psychology, 73(2), 345–368.

  • Beck, A. T. (1979). Cognitive therapy of depression. Guilford Press.

  • Hayes, S. C., Strosahl, K. D., & Wilson, K. G. (1999). Acceptance and commitment therapy: An experiential approach to behavior change. Guilford Press.

  • Seligman, M. E. P. (1975). Helplessness: On depression, development, and death. Freeman.

  • Tajfel, H., & Turner, J. C. (1986). The social identity theory of intergroup behavior. In S. Worchel & W. G. Austin (Eds.), Psychology of intergroup relations (pp. 7–24). Nelson-Hall.

  • Young, J. E., Klosko, J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: A practitioner’s guide. Guilford Press.

Mustafa Nevzat Modanlar
Mustafa Nevzat Modanlar
Mustafa Nevzat Modanlar, İstanbul Esenyurt Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunudur. Bireysel yetişkin, aile, çocuk ve ergen danışmanlığı alanlarında çalışmakta; travma, ilişki dinamikleri ve kişisel gelişim konularına odaklanmaktadır. Terapi yaklaşımında Bilişsel Davranışçı Terapi, Çözüm Odaklı Terapi ve NLP tekniklerini eklektik bir bakış açısıyla harmanlamaktadır. Akademik yazıları Blogger’da yayımlanan Modanlar, Instagram, YouTube ve dijital mecralarda psikolojik farkındalık içerikleri üretmeye devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar