“Ben kimim?” sorusu, insana dair en temel ve en kadim sorulardan biridir.
Bu soruya verilen cevap yalnızca bireysel bir içsel sorgulamayı değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel, biyolojik ve psikolojik bir bütünlüğü de içerir.
Özellikle kadın kimliği, bu çok katmanlı yapının en görünür alanlarından biridir.
Kadının biyolojisi, hormon döngüleri, içinde yaşadığı kültür, coğrafya, aile yapısı, toplumsal beklentiler ve deneyimlerle şekillenen psikolojisi; mizaç, kişilik ve karakter gelişimine doğrudan etki eder.
Biyolojik Katman: Hormonlar ve Döngüler
Kadın kimliğini anlamak için biyolojiden başlamak kaçınılmazdır.
Kadınların hayatları boyunca maruz kaldıkları hormonal değişimler, yalnızca bedensel değil, ruhsal süreçleri de etkiler.
Menstrüel döngü boyunca östrojen ve progesteron hormonlarındaki dalgalanmalar, duygu durumu, enerji seviyesi ve düşünce biçimlerini farklılaştırır (Epperson, Steiner & Hartlage, 2012).
Örneğin; östrojenin yüksek olduğu dönemde daha dışa dönük ve enerjik hissedilirken, progesteronun arttığı luteal fazda kaygı, yorgunluk ve içe kapanma daha sık görülür.
Bu biyolojik gerçeklik, kadınların günlük yaşamda verdikleri tepkilerden sosyal ilişkilerine kadar geniş bir alanı etkiler.
Ancak elbette biyoloji tek başına kader değildir; çevresel faktörler ve öğrenilmiş deneyimler, biyolojinin yönünü değiştirebilir ya da dengeleyebilir.
Kültür, Coğrafya ve Toplumsal Roller
Kadının kimliğini belirleyen bir diğer güçlü etken, yaşadığı kültür ve coğrafyadır.
Ataerkil toplumlarda kadının kimliği genellikle “eş, anne, bakım veren” rollerine sıkıştırılırken; daha eşitlikçi kültürlerde bireysel yönler, mesleki kimlik ve özgür seçimler ön plana çıkar.
Aynı biyolojiye sahip iki kadın, yalnızca farklı coğrafyalarda doğdukları için tamamen farklı kimlikler inşa edebilirler.
Türkiye özelinde yapılan araştırmalar, kırsalda büyüyen kadınların toplumsal rollerini daha çok aile ve çocuk bakımına endekslediğini, kentte büyüyen kadınlarınsa bireysel gelişim ve kariyer olanaklarını daha fazla önemsediklerini göstermektedir (Kandiyoti, 1987).
Eğitim düzeyi, ekonomik koşullar ve kültürel değerler; kadın kimliğinin şekillenmesinde belirleyici rol oynar.
Aile Yapısı ve Toplumsal Beklentiler
Kimlik gelişiminde aile, bireyin ilk aynasıdır.
Çocuğun hangi duygularının kabul gördüğü, hangi davranışlarının onaylandığı ya da bastırıldığı; ileride onun kimlik inşasında temel yapı taşlarını oluşturur.
Özellikle kız çocuklarının, aile içinde daha itaatkâr, uyumlu veya fedakâr olmaya teşvik edilmesi, onların benlik algısında derin izler bırakır.
Toplumsal beklentiler de bu süreci pekiştirir.
“İyi kız”, “iyi anne”, “fedakâr eş” gibi kalıplar, kadının kendini nasıl görmesi gerektiğini belirleyen görünmez bir çerçeve sunar.
Bu beklentiler, zaman zaman kadının kendi öz benliğini bastırmasına ve kimliğini “başkaları için var olma” üzerinden kurmasına yol açabilir.
İkiz Çalışmaları: Doğa mı, Yetiştirme mi?
Kadın kimliğinin şekillenmesinde doğa (genetik) ve yetiştirme (çevresel) faktörlerin nasıl bir denge oluşturduğunu anlamak için ikiz çalışmaları dikkat çekicidir.
Tek yumurta ikizleri, genetik olarak tamamen aynı olmalarına rağmen; farklı ailelerde, farklı kültürel ya da sosyoekonomik koşullarda büyüdüklerinde oldukça farklı kimlikler geliştirebilmektedirler (Plomin & Daniels, 2011).
Aynı ev içinde büyüyen ikizler dahi farklı deneyimlere, öğretmenlere, arkadaş çevrelerine, hatta ebeveynlerle farklı ilişkilere sahip olduklarından, birbirinden oldukça farklı kimlikler geliştirebilirler.
Bu bulgu bize şunu gösterir: kimlik yalnızca genetikten ibaret değildir, aynı zamanda deneyimlerin, öğrenmelerin ve içsel yorumların ürünüdür.
Deneyimler, Şemalar ve Psikolojik Katman
Bireyin yaşamı boyunca yaşadığı deneyimler, zihinde kalıcı izler bırakır. Bu izler bilişsel şemalar olarak adlandırılır.
Jeffrey Young’un Şema Terapi modelinde tanımladığı gibi; şemalar, çocuklukta yaşanan deneyimlerin bir sonucu olarak zihinde gelişen, kişinin kendini, diğerlerini ve dünyayı algılama biçimini belirleyen derin bilişsel yapılardır (Young, Klosko & Weishaar, 2003).
Örneğin; çocuklukta sürekli eleştirilen bir kız çocuğu, “yetersizlik şeması” geliştirebilir.
Bu şema, yetişkinlikte karşısına çıkan fırsatlarda kendini geri çekmesine, risk almaktan kaçınmasına ve “nasıl olsa başaramam” düşüncesiyle hareket etmesine yol açabilir.
Yine, duygusal ihtiyaçlarının görülmediği bir çocukta “terk edilme” ya da “duygusal yoksunluk” şemaları gelişebilir.
Şemalar yalnızca düşünceleri değil, duyguları ve davranışları da yönlendirir.
Kadınların günlük yaşamlarında tekrar eden ilişki problemleri, iş hayatında yaşadıkları doyumsuzluk ya da benlik algısındaki kırılganlıkların çoğu, bilinçdışında işleyen bu şemalarla ilişkilidir.
Şemalar değişebilir mi?
Evet. Farkındalık, psikoterapi, sağlıklı ilişkiler ve yeni deneyimler, şemaların dönüştürülmesinde kritik rol oynar.
Kadın kimliğinin gelişiminde de bu dönüşüm süreci oldukça önemlidir; çünkü kadın, kendi hikâyesini yeniden yazma gücüne sahiptir.
Mizaç, Kişilik ve Karakter
Tüm bu katmanlar — biyoloji, kültür, aile, toplumsal roller, deneyimler ve şemalar — birleşerek kadının mizacını, kişiliğini ve karakterini oluşturur.
Mizacın biyolojik temelli doğuştan gelen özellikler olduğu, kişiliğin çevresel etkilerle şekillendiği, karakterin ise seçimlerle ve değerlerle pekiştiği düşünüldüğünde; kadın kimliğinin sabit değil, dinamik ve dönüşebilir bir süreç olduğu anlaşılır.
Sonuç: Kadının Kendi Benliğini İnşa Etme Gücü
“Ben kimim?” sorusu, kadınlar için hiçbir zaman tek boyutlu bir cevapla sınırlanamaz.
Kadın kimliği; biyolojinin, hormonların, kültürün, coğrafyanın, aile yapısının, toplumsal beklentilerin, deneyimlerin ve zihinsel şemaların bir araya gelmesiyle inşa edilir.
Bu katmanlar arasındaki etkileşim, her kadının hikâyesini benzersiz kılar.
Kadın kimliği, kimi zaman rollerin gölgesinde, kimi zaman ise kendi öz benliğini bulma yolculuğunda şekillenir.
Önemli olan, kadının bu çok katmanlı yapıyı fark ederek kendi benliğini özgün bir biçimde inşa edebilmesi ve toplumun dayattığı sınırların ötesinde kendini tanımlayabilmesidir.
Kaynakça
-
Epperson, C. N., Steiner, M., & Hartlage, S. A. (2012). Premenstrual dysphoric disorder: evidence for a new category for DSM-5. American Journal of Psychiatry, 169(5), 465–475.
-
Kandiyoti, D. (1987). Emancipated but unliberated? Reflections on the Turkish case. Feminist Studies, 13(2), 317–338.
-
Plomin, R., & Daniels, D. (2011). Why are children in the same family so different from one another? International Journal of Epidemiology, 40(3), 563–582.
-
Young, J. E., Klosko, J. S., & Weishaar, M. E. (2003). Schema Therapy: A Practitioner’s Guide. New York: Guilford Press.
-
Dökmen, Z. Y. (2015). Toplumsal Cinsiyet: Sosyal Psikolojik Açıklamalar. İstanbul: Remzi Kitabevi.
-
Kağıtçıbaşı, Ç. (2007). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi: Kültürel Psikoloji. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.


