Bu konuyu seçerken en büyük temennim, sevgili okurlarımın içinde ağır bir yük olarak taşıdığı, yok saydığı ya da sayamadığı; kalbine batan, nefes aldırmayan ve bazen evin bile dar geldiği o ‘yokmuş gibi’ ama aslında oldukça var olan duygularını tanımasıdır. Dolayısıyla duygularınızı şefkatle kabul etmenizi ve güçlü görünmek zorunda olmadığınızı fark etmenizi isterim. Güçlü görünmek zorunda değilsiniz diyorum çünkü yaşam çoğu zaman ambivalans duygularla geçer. Sevincin tadını çıkarırız; ama aynı anda hüznü, kaygıyı ve öfkeyi de hissederiz. Bu duygular, birbirine zıt gibi görünse de hayatın bütünlüğünün bir parçasıdır. Bizimdirler, başkasının değil. Yaşadığımız her sevinç kadar, hissettiğimiz her hüzün de bize aittir. Onları reddetmek ya da yok saymak, hayatın bu doğal ritmini görmezden gelmek demektir. Oysa her iki duygu da kendimizi ve dünyayı daha bütün hâliyle deneyimlememize izin verir.
Gelin, hep birlikte yok saydığımız ama aklımıza geldiğinde boğazımızda yumru gibi hissettiğimiz duyguları konuşalım. Konuşalım diyorum çünkü bu yazının sohbet havasında olmasını istiyorum. Bir psikoloji öğrencisini evinize kahveye davet etmişsiniz gibi düşünebilirsiniz.
Ben bu yazıyı yazarken herhangi bir hissin adını vermeyeceğim, çünkü ‘çok derin yerlere dokunan ama yok saydığınız hisler’ dediğim andan itibaren, hepinizin kendi hissini — hatta o hissi yaşatanı — aklınızdan ve kalbinizden geçirdiğini biliyorum. Eskiden her iç çekişte kalbin bir damla kan kaybettiğine inanılırmış, duymuşsunuzdur. Acıyı iliklerine kadar yaşamayan insan için fazla soyut ve anlamsız bir cümle. Anlamak için kalbin bir damla da olsa kan kaybetmesi gerekiyor belki de. Ah etmeye, iç çekmeye, göğsünüzdeki o sıkışmışlık hissine ister kalbimden kan damladı deyin ister kalbim kırıldı demekle yetinin. Hissinizin ifadesi her nasıl olursa olsun bilmenizi istiyorum ki; göğsünüz yara aldığınız yerden iyileşecek. Evet, belki izi kalacak ama iyileşecek. Hayat, acılarla yüzleşinceye kadar insanlar için dümdüz bir yol sunuyor. Acıyı yaşadığınız an yol ikiye ayrılıyor. Çünkü bu noktada asla eskisi gibi olamayacaksınız. Acı bir yerde sizi olgunlaştıracak, farkındalık kazandıracak ve kimliğinizi oluşturacak. Sizi ya zalim biri yapacak ya da acının insanları zalim biri yapmak zorunda olmadığının kanıtı olarak yaşama sunacak. Yol sizin, acı sizin, yol ayrımları sizin, karar sizin.
Psikolojide metafor tekniğini çok seviyorum. Bununla birlikte Allah’ın her şeyi zıtlıklarla birlikte yaratmasını kulunun ders alması açısından sunduğunu da düşünüyorum. Kışın kahverengi ve kupkuru olan dallardan bahar gelince çiçekler çıkıyor. Yağmur yağıyorsa mutlaka güneş de açıyor. Bir yerde kötülük varsa karşısında iyiliği savunan taraf da oluyor. Hastalıklar gün geliyor şifa buluyor. Ölüm insana en kötü hal değil mi? Ölünün bile tekrar dirileceği gün var. Bunları size ifade ederken anneannemin yaşarken sıklıkla kullandığı ‘Her darlığın sonu ferahlıktır.’ cümlesini bana bir miras olarak bırakmış gibi dudaklarımdan döktüm. Bu cümle içinizde bir bahar serinliği olsun.
Doğan Cüceloğlu, Var Mısın? adlı kitabında duyguların içimizdeki rehberin elçileri olduğunu söyler. Ona göre öfke, hüzün, telaş, mutluluk, hayal kırıklığı, özlem; hepsi birer elçidir ve bize önemli mesajlar vermeye çalışırlar. Sizler o mesajları almayı reddedip dışarıya güçlü göründüğünüzde ya da duygularınızı tam olarak yaşayamadığınızda, alan tanınmayan duygular kendini ifade etmenin bir yolunu mutlaka bulur. Bu duyguları gereksiz harcamalar yaparak, aşırı yemek yiyerek veya hiç yemeyerek yaşayabilirsiniz. Ya da bir gün egzama, kaşıntı, sivilceler, saç dökülmeleri, somatik ağrılar, hatta kanser olarak bedeninize sunulabilir. Bastırdığınız ve yaşamadığınız her duygu sizi çevreniz tarafından “Son zamanlarda çok agresif ve asabisin” eleştirilerine maruz bırakabilir. Hüznünüzü belki ağlayarak ifade etmezsiniz ama mide bulantıları yaşayabilirsiniz. Bedeninizde beliren her belirti, içinizde sıkışıp kalmış bir duygunun ‘ben buradayım’ demesidir. Ona kulak verdiğinizde, hem ruhunuz hem de bedeniniz şifa bulmaya başlar.
Kendimize ve Duygularımıza Şefkatle Yaklaşmak
Şimdi belki aklınıza şu soru geliyor: “Peki acıyı nasıl kabul edeceğiz?”
Ben de tam bu noktada size küçük ipuçları vermek istiyorum.
Öncelikle, hissettiğiniz duyguyu adlandırın. “Evet, şu an çok kırgınım” ya da “Şu an içim sıkışıyor.” Bunu yaparken lütfen kendinize kızmayın. Duygunuzu isimlendirmek, onu bir nebze olsun hafifletir. Ardından, o duyguya biraz yer açmayı deneyin. Onu bastırmaya çalışmak yerine, sadece var olmasına izin verin. Derin bir nefes alın, birkaç dakika gözlerinizi kapatıp içinizden “Bu his de benim bir parçam” deyin. Duygularınızı ifade etmek de çok önemlidir. Bunu konuşarak, resim çizerek, yürüyüşe çıkarak yapabilirsiniz. Ama bana sorarsanız en kolay yollarından biri yazmaktır. Kelimeler bazen terapi gibidir; zihnimizde dönen o karmaşayı kâğıda bıraktığımızda, içimizde daha çok yer açılır. Başka yollarla da duygularınıza alan açabilirsiniz. Örneğin Boş Sandalye Tekniği çok etkili bir yöntemdir. Karşınıza bir sandalye koyun ve o sandalyeyi duygularınızı veya sorun yaşadığınız kişiyi temsil etmesi için kullanın. Ona seslenin, konuşun, ne hissettiğinizi dile getirin. Bu, karşılıklı konuşma gibi hissettirir ve bastırılmış duyguların dışa vurulmasını sağlar.
Bu yöntemlerin ortak noktası, duyguların görünmez dünyadan görünür dünyaya taşınmasıdır. Yazmak gibi, boş sandalye tekniği de hisleri fark etmenize ve onlarla barışmanıza yardımcı olur.
Terapi yöntemlerinde de bu çok kıymetlidir. Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) bize “duygularını yok etmeye çalışma, onlarla birlikte yaşamayı öğren” der. Bilişsel Davranışçı Terapi ise zihnimizin bize oynadığı küçük oyunları fark etmemizi sağlar. Duygusal Odaklı Terapi, bastırılmış hisleri güvenli bir ortamda yaşatır. Yani hangi yolu seçerseniz seçin, mesele duygunuzu yok etmek değil; onunla birlikte yaşamayı öğrenmektir.
Ve son bir şey daha söylemek isterim: Kendinize şefkatli davranın. Acı çektiğinizde “Bunda yanlış bir şey yok. İnsan olmanın en doğal hâlini yaşıyorum” diyebilin. Çünkü her duygunun sonunda, anneannemin de dediği gibi, mutlaka bir ferahlık vardır.