Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

“İyi Hissetmek” Zorunluluğu: Duygusal Pozitiflik Tuzağı

Bazı kelimeler hafif gibi görünür ama içlerinde büyük bir yük taşır. “İyiyim” demek, çoğu zaman sadece nazik bir cevap değildir; duygusal gerçekliklerimizi örtmenin, hissettiklerimizi bastırmanın alışılmış bir yoludur. Ne hissettiğimizi anlatmak yerine, karşımızdakini üzmemek, sosyal dengeyi bozmamak adına otomatik bir yanıt veririz. Bazen kendi iç sesimizi bile bastırırız, sadece “iyi” hissetmemiz gerekiyormuş gibi… İşte burada, duygusal pozitiflik tuzağına adım atarız. Bu tuzak; zor duygulara yer bırakmayan, acıya tahammülsüz, daima gülümsemeyi teşvik eden bir zihinsel ortam yaratır.

Günümüz dünyasında “iyi hissetmek” bir standart haline geldi. Sosyal medyada mutlu anlar paylaşılır, reklamlar hep neşeli yüzlerle doludur, kişisel gelişim dahi bazen sürekli pozitif kalmayı telkin eder. Bu atmosferde, kötü hissetmek neredeyse ayıplanan, düzeltilmesi gereken bir durummuş gibi görünür. Oysa duygular sadece “iyi” ve “kötü” olarak ayrılmaz; hepsi, insan olmanın doğal bir parçasıdır. Üstelik araştırmalar da duyguların bastırılmasının bedensel ve ruhsal sağlığı olumsuz etkilediğini ortaya koyuyor.

Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, olumsuz duyguları bastıran bireylerin uzun vadede daha yüksek stres düzeylerine sahip olduğu gözlemlenmiştir. Aynı zamanda bu kişilerin empati kurma ve ilişkilerde derin bağlar geliştirme konusunda daha fazla zorluk yaşadığı da belirtilmiştir. Bir başka çalışmada, sürekli pozitif düşünmeye zorlanan bireylerde anksiyete belirtilerinin arttığı tespit edilmiştir. Yani sürekli “iyi hissetmeye” çalışmak, zihinsel yükü azaltmaz; aksine, gerçeklikle bağlantıyı zayıflatabilir.

Yale Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde yapılan bir araştırma, bireylerin olumlu duyguları sürekli deneyimlemek zorunda hissettiğinde duygusal tükenmişliğe daha yatkın hale geldiğini ortaya koymuştur. Araştırmaya göre, duygusal pozitifliği zorunluluk haline getiren kültürel baskılar, kişinin içsel deneyimlerine yabancılaşmasına neden olabilir. Bu durum uzun vadede bireyin kendi duygusal ihtiyaçlarını fark etmesini zorlaştırır ve içsel dengeyi bozar (Tamir & Ford, 2012). Benzer şekilde, APA tarafından yayınlanan bir çalışmada, olumsuz duyguları kabul etmenin ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkileri vurgulanmıştır. Katılımcıların kendi duygularını bastırmadan kabul etmesinin, düşük depresyon ve kaygı düzeyleriyle bağlantılı olduğu tespit edilmiştir (Shallcross, Troy, Boland & Mauss, 2010). Bu çalışmalar, duygusal farkındalık ve kabullenişin zihinsel esenlik için temel olduğunu gösteriyor.

Çocukluğumuzdan itibaren bize sıkça “üzülme”, “ağlama”, “bunda kızacak ne var?” gibi cümleler kurulur. Bu tür söylemler, duygularımızın bazılarını bastırmamıza ve yalnızca “iyi” olanları göstermemize neden olur. Ancak bastırılan her duygu, bir yerlerde kendine başka bir çıkış yolu bulur. Kimi zaman bedensel rahatsızlıklar, kimi zaman ise içten içe hissedilen bir yorgunluk olarak.

Duygusal pozitiflik, kendimizi sürekli iyi hissetmeye zorlamakla kalmaz, çevremizdekilerin de acılarını görmekte zorlanmamıza neden olabilir. Gerçek empati, karşısındakini “iyileştirme” çabasından önce, onu olduğu hâliyle görebilmekle başlar. Bir dostun omzuna başını yaslayıp “Bugün kötü hissediyorum” diyebilmek, ilişkiyi daha sahici kılar. Kırılganlık, sanıldığının aksine bir zayıflık değil, bağ kurmanın en insani yollarından biridir.

Pozitiflik tuzağına düşmemek için öncelikle duygularımızı iyi-kötü diye sınıflandırmayı bırakmamız gerekir. Üzgün olmak, yalnız hissetmek, kaygılı olmak… Bunlar da tıpkı neşe ve umut gibi geçici ziyaretçilerdir. Bu duyguların içinden geçerken, onlara yargısızca alan açmak; kendimize karşı dürüst ve şefkatli olmanın ilk adımıdır. Ayrıca çevremizdeki insanların da her zaman iyi hissetmesini beklemek yerine, onların zor duygularına da eşlik edebilmeyi öğrenmemiz gerekir. Böylece hem kendimize hem başkalarına daha gerçek bir alan sunarız.

Psikolog Susan David’in “duygusal çeviklik” (emotional agility) kavramı da bu noktada yol gösterici olabilir. David’e göre duygusal sağlık, sürekli olumlu düşünmekten değil, duygularla esnek ve bilinçli bir ilişki kurabilmekten geçer. Yani amaç, kendimizi zorla iyi hissettirmek değil, hissettiklerimize dürüstçe yaklaşabilmektir. Bu yaklaşım, uzun vadede ruh sağlığımızı daha sağlam temellere oturtur.

Kendimize ve başkalarına sadece “iyi” duygularla yaklaşma zorunluluğu koyduğumuzda, duygusal dünyamızın yarısını inkâr etmiş oluruz. Oysa şefkat; sadece güneşli günlerde değil, fırtınalı anlarda da yanımızda olabilen bir yoldaş gibidir. İçsel sessizliğimizde beliren o hüzün, öfke ya da kırgınlık; görülmeyi, duyulmayı, anlaşılmayı bekler.

Unutmayalım: İyi hissetmek bir hak olabilir ama kötü hissetmek de bir suç değildir. Duygular gelir geçer; onları yargılamadan tanımak, hayatla daha gerçek bir bağ kurmanın kapısını aralar. Kendimize sormamız gereken belki de şu:

“İyi hissetmeye çalışmak yerine, şimdi neye ihtiyacım var?”

Kaynakça

  • David, S. (2016). Emotional Agility: Get Unstuck, Embrace Change, and Thrive in Work and Life. Avery Publishing.
  • Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes: Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), 348–362.
  • Shallcross, A. J., Troy, A. S., Boland, M., & Mauss, I. B. (2010). Let it be: Accepting negative emotional experiences predicts decreased negative affect and depressive symptoms. Behaviour Research and Therapy, 48(11), 921–929.
  • Tamir, M., & Ford, B. Q. (2012). Should people pursue feelings that feel good or feelings that do good? Emotional preferences and well-being. Emotion, 12(5), 1061–1070.
Zeynep Kübra Bozyol Aksu
Zeynep Kübra Bozyol Aksu
Zeynep Kübra Bozyol Aksu, 2018’de Bahçeşehir Koleji’nden, 2022 yılında ise Lefke Avrupa Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden onur derecesiyle mezun olmuştur. Psikolog, aile danışmanı ve yazar olarak; bilişsel davranışçı terapi, mindfulness ve pozitif psikoloji alanlarında çalışmalar yürütmektedir. Psikoloji alanındaki akademik birikimini ve sahadaki deneyimini, bireylerin ruh sağlığını destekleyen içeriklere dönüştürmektedir. Yazılarında; modern hayatın telaşı içinde kaybolan zihinleri, farkındalık ve şefkatle yeniden buluşturmayı amaçlar. Stres, kaygı ve depresyon gibi duyguların bastırılmadan, bilinçle ve anlayışla yaşanabileceği bir içsel alan yaratmayı hedefler. Kalemini; şefkatin, farkındalığın ve insan ruhuna dokunmanın incelikli dili olarak kullanır—her satırında okuruna içsel bir nefes, yavaşlamaya davet ve kendine uzanan bir el sunar.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar