Travmatik yaşam olayları, bireyin fiziksel veya psikolojik bütünlüğünü tehdit eden, yoğun korku, çaresizlik veya dehşet duygularına neden olan olaylardır. Sigmund Freud, travmayı “kişinin ruhsal yapısının başa çıkamayacağı yoğunlukta bir uyarımın ani bir şekilde içeri girmesi” olarak tanımlar. Travmanın bireyin psikolojik gelişimine olumlu ve olumsuz etkisi, yalnızca kısa vadeli stres tepkileriyle sınırlı kalmaz; uzun vadede kişilik özelliklerinde kalıcı değişimlere yol açabilir (Herman, 1992). İstismar ya da ihmal gibi çocukluk çağı travmalarının borderline kişilik yapılanmasıyla ilişkili olduğu gösterilmiştir (Fonagy et al., 2002). Travmanın sürekli olarak yaşanması ya da erken yaşlarda maruz kalınması, bireyin duygusal düzenleme becerilerini zayıflatabilir ve kişilerarası ilişkilerde istikrarsızlık oluşmasına neden olabilir.
Van der Kolk (2014), travmanın sadece zihinsel değil aynı zamanda bedensel bir deneyim olduğunu ve vücudun travmayı “hatırladığını” savunur. Bu durum travmatik yaşam olaylarının tepkilerimizde ve davranışlarımızda da kalıcı değişiklikler oluşturmasını açıklayıcıdır.
Klinik Gözlemler ve Teorik Yaklaşımlar
Klinik pratiğe yansıyan gözlemler, özellikle dissosiyatif kimlik bozukluğu, borderline kişilik bozukluğu ve kompleks travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylerde travmanın kişilik bütünlüğünü nasıl etkilediğini ortaya koymaktadır. Örneğin, kronik travma öyküsü olan bireylerde savunma mekanizmaları arasında disosiyasyon, idealleştirme–değersizleştirme döngüsü ve yoğun suçluluk duygusu sık görülmektedir.
- Bir danışanımın geçmişinde tekrarlayan fiziksel şiddet ve duygusal ihmal öyküsü bulunmakta olup, bu danışanım bağlanma figürleri olan anne ve babasını kutuplaştırıp birine karşı idealleştirme savunması geliştirirken diğerini öfke duygusunun tek kaynağı olarak tanımlamıştır. Bu danışanımda travmatik yaşam olayları obsesif kompülsiyon belirtileri ile kendini göstermişti.
- Bir başka danışanımda ise uzun süreli cinsel istismar ve duygusal ihmal yaşantılarının yoğun suçluluk ve değersizlik duygularına yol açtığını, ilişki kurmak için sürekli “veren taraf” olması gerektiğine inandığını ve sınır koyma becerilerini hiç geliştiremediğini gözlemledik.
- Yine cinsel istismar ve fiziksel istismar öyküsü olan birkaç danışanımda madde bağımlılığı ve kişilik bozukluğu tanılarının eş tanı olarak konulduğunu ve kişilerin kendine zarar veren riskli davranışları gerçekleştirme eğilimlerinin olduğunu gözlemledim.
Travma Sonrası Büyüme: Olumlu Bir Perspektif
Peki travmatik yaşam olayları öyküsü olan danışanların süreçleri hep bu kadar karamsar, travmanın bedeli hep bir patoloji mi? Dezavantajlı gruplar ile uzun süreli çalışmış bir psikolog olarak kendi klinik gözlemimde bunun böyle olmadığını defalarca gördüm. Travma öyküsü olan danışanlarımın duygusal duyarlılıklarının yüksek olduğunu, derin ilişkiler kurabildiklerini, iletişim becerilerinin ve duygusal farkındalıklarının daha iyi düzeylerde olduğunu sık sık gözlemlemiştim. Literatürde bu durum travma sonrası büyüme kavramı ile açıklanmakta.
Tedeschi & Calhoun’a göre Travma Sonrası Büyüme (TSB), bireylerin yaşadıkları travmalardan sonra yaşamlarına dair daha derin bir anlayış, güçlenmiş bir benlik ve gelişmiş kişilerarası ilişkiler geliştirmeleri sürecini ifade eder (Tedeschi & Calhoun, 2004). Ve travma sonrası büyümeyi beş temel boyutta incelerler:
- Yaşamın değerinin artması,
- Kişilerarası ilişkilerde gelişme,
- Yeni yaşam olanaklarının fark edilmesi,
- Kişisel güçlenme,
- Manevi gelişim.
Araştırmalar, travma sonrası büyümenin gelişiminde çeşitli bireysel ve çevresel faktörlerin etkili olduğunu ortaya koymuştur. Öz-düşünüm, anlam arayışı, umut, dini/manevi inançlar ve sosyal destek öne çıkan etmenler arasındadır (Calhoun & Tedeschi, 2006). Örneğin sosyal desteğin yüksek olduğu bireylerin travma sonrası büyüme düzeylerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur (Prati & Pietrantoni, 2009).
Sonuç
Travmatik yaşam olayları, bireyin kişilik yapısı üzerinde derin ve kalıcı etkiler yaratabilir. Özellikle çocukluk çağında yaşanan travmalar, benlik algısında bölünmelere, kişilerarası ilişkilerde işlevsizliklere ve duygusal düzenlemede yetersizliklere yol açabilir. Klinik uygulamalar, bu bireylerde duygu düzenleme, benlik değerini yeniden inşa etme ve güvenli bağlanma ilişkileri geliştirme üzerine odaklanmalıdır. Bu bireylerde travma sonrası büyüme terapi sürecinin bir gelişim hedefi olarak değerlendirilebilir.
Psikoterapi süreci, bireyin travma sonrası içsel bütünlüğünü yeniden kurmasında önemli bir araçtır. Kimi bireylerde yaşantılar psikopatoloji oluşmasına neden olurken kimi bireylerde travma sonrası büyüme boyutları daha yoğun gözlenebilir. Ruh sağlığı uzmanları olarak bizler sürecin travmatik yaşam olaylarından ibaret olmadığını, psikolojik sağlamlık, sosyal desteğe erişim imkânı, yaşantının ne olarak algılandığı, yaşantının meydana geldiği toplumun normları gibi değişkenlerin de sonuç üzerinde etkili olduğunu unutmadan dinlemekle mükellefiz.
Kaynakça
- Calhoun, L. G., & Tedeschi, R. G. (2006). Handbook of Posttraumatic Growth: Research and Practice. Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum Associates.
- Fonagy, P., et al. (2002). Affect Regulation, Mentalization, and the Development of the Self. New York: Other Press.
- Herman, J. L. (1992). Trauma and Recovery: The Aftermath of Violence—From Domestic Abuse to Political Terror. New York: Basic Books.
- Prati, G., & Pietrantoni, L. (2009). Optimism, social support, and coping strategies as factors contributing to posttraumatic growth: A meta-analysis. Journal of Loss and Trauma, 14(5), 364–388.
- Tedeschi, R. G., & Calhoun, L. G. (2004). Posttraumatic growth: Conceptual foundations and empirical evidence. Psychological Inquiry, 15(1), 1–18.
- Van der Kolk, B. A. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma. New York: Viking.